aof

ataturk ilke inkilaplari ozet 1-4

Okuma Süresi:18 Dakika, 11 Saniye

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ 2

ÜNİTE 1 – YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİ

Maarif Kongresi: Kütahya-Altıntaş savaşları sırasında 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın açılışını yaptığı kongrede ülke eğitimcileri görüş ve önerilerini devlet yöneticileri ile paylaşmışlardır.

Türk Devleti, tarım ekonomisi anlamında dışarıya ancak tarım ürünleri ve hammadde satabilen bir ekonomi içindeydi. Dışarıya hammadde satıp onları mamul madde halinde ithal etmek dış ticaretin değişmez özelliği ve zaafı haline gelmiştir.

Türkiye halkı millî iradeye dayanmayan hiçbir kuvveti ve heyeti tanımadığı gibi, İstanbul’daki şahsî hâkimiyete dayalı hükumet şeklini 16 Mart 1920’den itibaren ve ebediyen kaldırmıştır.

Vahdettin’in İngilizlere sığınmasında sonra, Aldülmecid efendinin, Ankara’ya gönderdiği ilk telgrafı ile, Meclis’te ortaya çıkan “halifeye tabi olma” eğilimi Mustafa Kemal Paşa’yı halifelik meselesini daha etraflıca düşünmeye itmiştir.

1 Kasım 1922 kararının yani Saltanatın kaldırılması olayının, bütün milletin uğrunda canını feda etmeyi göze aldığı kurtuluş reçetesi olan Misakı Millî’nin “kudret, kuvvet ve mahiyeti ile aynı değerde olduğunu” ifade etmektedir.

Saltanatın kaldırılması ile gelinen aşamadan bir şekilde geri dönüş olmamasını temin için 15 Nisan 1923’te 334 numaralı ek kanunla, saltanatın ilgası, egemenliğin vazgeçilemez, bölüştürülemez ve devredilemez şekilde Büyük Millet Meclisince temsil edildiği esasına karşı söz, yazı ya da fiillerle direnen, kargaşalık çıkaranların vatan haini olacakları kabul edilmiştir.

Halifeliğin Kaldırılması

Halifeliğin kaldırılması sürecinin hızlanması, 24 Kasım 1923 tarihinde İngiltere’den Başbakan İnönü’ye gönderilen mektup olmuştur.

Meclisin gündeminde halifeliğin kaldırılması gündemdeyken, Halife Abdülmecid Efendi, 1924 yılı bütçe görüşmeleri öncesinde, hükümetin hilafet için 15 Nisan 1923 tarihinde vaat ettiği bütçenin artırımı için gereğinin yapılmasını istemiştir. Halifenin, resmi devlet teşkilatının önemli bir parçası olduğuna inandığını gösteren bu talebi Mustafa Kemal Paşa için bardağı taşıran son damla olmuştur.

Tehvid-i Tedrisat Kanunu’nun gerekçesi, milletin fikri ve hissi birliğini temin etmektir. Bu kanunla Türkiye dahilindeki bütün okulların Maarif Vekaletine bağlanması karara bağlanıyordu.

3 Mart 1924 tarihli çıkarılan kanunlar arasında Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı kurulması da vardı.

3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılması ile ilgili kanun teklifinin gerekçesi ise, “hilafetin mevcudiyetinin iç ve dış siyasette iki başlılık yarattığı, İstiklal ve milli hayatta ortak kabul etmeyen Türkiye’nin şeklen ve dolayı yoldan bile olsa ikililiğe tahammülünün olmaması” idi.

I. Üniteye Soru ve Cevaplarla Bakış

Yunan işgal ordularına karşı mücadelenin devam ettiği sırada 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında toplanan I.Maarif kongresini “İtilaf devletlerinin Türkiye’deki eğitimi planlama isteğinin göstergesi” şeklinde tanımlanabilir.

Nüfusun %75’i köylerde oturmakta, ihracatının %80’inini tarım ürünlerini oluşturmakta iken Türkiye’nin yurtdışından buğday ithal etmesinin sebepleri; üretimin yetersiz olması, belli merkezlerde üretilen ürünün tüketim bölgelerine ulaştırılamaması, üretici konumdaki vatandaşlarda pazar için üretim fikrinin yaygınlaşmamış olması ve üretim teknikleri ve araçlarının çok eski olmasıdır.

Osmanlı Devletinden devralınan %6 okuma yazma oranının 1940’da %24’e çıkması şu şekilde değerlendirilebilir: 1928 Harf İnkılâbının başarısı, Yeni oluşturulan Türk Alfabesinin Türk Milleti tarafından kolay öğrenildiği, takip edilen eğitim öğretim politikalarının başarılı olduğu ve Türk milletinin eğitim öğretim konusundaki istekliliği söylenebilir.

TBMM’nin Mudanya Mütarekesinden sonra attığı adımlar şunlardır: 1881-1897 dönem askerler terhis edilmiştir, Ordu savaş durumundan barış durumuna geçirilmiştir, Tapu senetlerindeki “hakani” ibaresi yerine “milli” kavramı getirilmiştir ve işgal bölgesindeki köylüye tohumluk ve yemeklik tahıl dağıtımı yapılmıştır.

Ahmet Tevfik Paşa, “milletin gözünde meşruluğunu yitiren Saltanat makamı ve İstanbul hükümetini sürece dahil ederek ömrünü uzatmak” sebebiyle, Lozan Konferansına, TBMM ile birlikte gidilmesini için müracaat etmiştir.

Saltanatın kaldırılması Rıza Nur tarafından teklif edilmiş ve “1 Kasım 1922” tarihinde kaldırılmıştır.

Hilafetin kaldırılması sırasındaki ilmi ve tarihi izahları ile TBMM’deki tereddütleri gideren dönemin Adliye vekili “Seyyid Bey”’dir.

Türkiye’de hilafet 3 Mart 1924 tarihinde lağvedilmiştir.

Hilafetin kaldırılması ve hanedan ailesinin yurtdışına gönderilmesi şu amaçları taşımaktaydı:

– Cumhuriyetin ilanına muhalefet bir güç odağını etkisiz bırakmak,

– Müslüman sömürgeleri olan emperyalist devletin Türkiye’nin iç işlerine karışmasını önlemek,

– Cumhuriyet idaresi ile halka verilen hâkimiyet hakkının herhangi bir makam ile paylaşılamayacağını göstermek,

– Türkiye’de yeni dönemde eskiye dönüşü düşündürecek sembolleri ortadan kaldırmak.

ÜNİTE 2 – TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE TEMEL POLİTİKALARIN ORTAYA ÇIKIŞI

Türkiye Cumhuriyeti’nin Şekillenmesi

Yeni Anayasa Rejimi: 1924 Anayasası

Anayasa’da, Cumhuriyet vasfının değiştirilemeyeceği, bunun teklif dahi edilemeyeceği ilk madde olarak belirtilmiştir. Anayasa kanun karşısında eşitlik ilkesini öne çıkararak din, vicdan, söz, yayın, seyahat çalışma ve mülk edinme gibi klasik insan hukuku esaslarını garanti altına almaktadır.

1936’da Eğitmen Kursları başlatılmıştır.

Medreseler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılmıştır.

17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirilen Türkiye İktisat Kongresi’nde Türkiye devletinin uygulayacağı ekonomik model tespit edilmeye çalışılmıştır. Ülkenin her yerinden ve ekonomik hayatın her sahasından temsilciler halkın temsilcileri olarak görülmüş; “Halkın sesi Hakkın Sesidir” anlayışı ile gerçekten milli ve milletin destek vereceği bir program yapılmaya çalışmıştır.

1. Türkiye halkı tahribat yapmaz imar eder.

2. Türkiye halkı vakit, servet ve ithalatta israf yapmaz, kullandığını kendi üretir.

3. Türkiye halkı hırsızlık, yalancılık ve tembelliğe düşmandır, faydalı yenilikleri severek kabul eder, mukaddesatına, vatanına karşı olanlardan nefret eder.

4. Türkler her yerde hayatını kazanacak şekilde yetişir, irfan ve marifet aşığıdır.

5. Taassuptan uzak dindarâne bir sağlamlık esastır. Kandili aynı zamanda kitap bayramı olarak bilir ve değerlendirir.

6. Türk serbest çalışmayı tercih eder, tekelciliğe karşıdır.

7. Türkiye halkı ormanlarını evladı gibi sever, orman yetiştirip madenlerini kendi işletir.

8. Sağlıklı bir çoğalma ilk tercih olmalıdır. Sağlığı korumak, spor yapmak, hayvanları sevmek, cinslerini geliştirmek ve çoğaltmak için çalışır.

9. Türk halkı yabancı sermaye düşmanı değildir. Kendi dili ve kanununu kullanmayan müesseselerle çalışmaz.

10. İlim ve sanat hayatını yenilik esası üzerine tesis eder.

11. Meslek ve sanat erbabı birlikler oluşturarak dayanışma yapar.

12. Türk aileleri çocuklarını misak-ı iktisada göre yetiştirir.

13. Türkiye halkı, millî hâkimiyet esasından vazgeçmez.

14. Türkiye dünyanın, barış, gelişmesi için temel bir unsurdur.

25 Kasım 1925 Şapka giyilmesi,

30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılması,

17 Şubat 1926’da Medeni Kanun’un kabulü,

20 Mayıs 1928 uluslararası rakamların kabulü,

1 Kasım 1928 tarihli Türk Harflerinin kabulü,

30 Nisan 1930 kadınların oy kullanmaları

5 Aralık 1934 kadınlara milletvekili seçilme hakkının verilmesi,

21 Haziran 1934 Soyadı Kanunu

SiYASi iNKILAPLARA KARŞI iLK TEPKiLER

1923 Ağustos’ta çalışmalarına başlayan İkinci TBMM, çoğunlukla Müdafaa-i Hukuk grubu listesinden oluşmaktaydı.

Muhalefet 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olarak resmileşti. Amaçlarını iktidar olmak değil, iktidarı denetlemek olarak tanımlıyorlardı.

Şeyh Sait isyanı, hilafet ve saltanatı geri getireceği iddiasıyla taraftar toplamaktadır.

4 Mart 1925 tarihinde kabul edilen Takrir-i Sükun (asayişi temin etme) Kanunu ile hükümete ülkenin iç huzurunu sağlamak için tehdit edici her türlü yayın, eylem ve kuruluşu yasaklama yetkisi verilmiştir.

Ankara İstiklal Mahkemesinin ‘düşünce ve inançlara saygılı olmak prensibi kullanılarak dinin siyasete alet edildiği’ uyarısı üzerine hükûmet de 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapatmıştır.

Şeyh Sait İsyanı

Rusya’nın kışkırtmasıyla Doğu Anadolu’da devlet otoritesine isyan ederek bölge halkını kışkırtan Şey Sait’in bölge halkının hem dini hem de etnik hassasiyetini istismar ederek 13 Şubat 1925’te başlattığı isyan yeni Türk

Devleti’nin karşılaştığı ilk ciddi tehlikedir.

Takrir-i Sükun Kanunu ve Rejimi (4 Mart 1925)

Bu kanun, 1929 yılına kadar yürürlükte kalan ve hükümete rejim ve inkılaplar aleyhinde her türlü karşı faaliyeti engelleme yetkisi vermiştir. Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, Şapka İnkılabı, Medeni Kanun başta olmak üzere Hukuk alanındaki yenilikler, Harf İnkılabı bu kapsamda sayılabilir.

Menemen – Kubilay Olayı

23 Aralık sabahı erkenden Menemen Çarşı Camiine gelerek mehdi olduğu iddiasıyla cami cemaatine propaganda yapan derviş Mehmet ve adamları şeriat ilan edeceklerini belirterek halkı kendilerine katılmaya zorlamışlarıdır. Cumhuriyet inkılabının ilk şehidi olan 43. Piyade Alayı kumandanlığında görevli öğretmen yedek subay Mustafa Fehmi (Kubilay) isyancılara engel olmaya çalışırken, isyancıların açtığı ateş sonucu ölmüştür.

Halkevleri

Milletin, okur yazarlık seviyesinin yükseltilmesi, daha çağdaş daha modern bir toplum, hurafelerden arınmış bir toplum oluşturulması hedeflenerek açılmışlardır. Halkevleri dokuz şube olarak teşkilatlanmıştı.

– Dil, Edebiyat, Tarih Şubesi: Muhitin genel bilgisini yükseltmeye yarayacak konularda sohbetler ve konferanslar düzenlemek, Türk dilinin bugünkü yazı ve edebiyatta kullanılmayan fakat halk arasında yaşayan kelimeleri, terimleri ile eski milli masalları, atasözlerinin araştırıp, incelemek görevleri arasındaydı.

– Güzel Sanatlar Şubesi: Musiki, resim, heykeltıraşlık, mimarlık ve süsleme sanatları gibi alanlarda sanatçı toplamak, genç yetenekleri korumak, halkı güzel sanatlar konusunda geliştirmek.

– Temsil Şubesi: Piyesler için halkı eğitmek.

– Spor Şubesi: Türk halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve ilgi uyandırıp bunları milli bir faaliyet haline getirmeye katkı sağlamaktır.

– Sosyal Yardımlaşma Şubesi: Çevrede yardıma muhtaç kimsesizlerle ilgilenmek, hayır faaliyetlerinde bulunmak, sosyal yardım kurumlarının çalışmalarını hızlandırma görevleri arasındadır.

– Halk Dershane ve Kurslar Şubesi: Her türlü okuma yazma ve yetiştirme hareketlerinin ilerlemesini temin ve himaye eder; okuma yazma öğretmek, eğitim kurslarının açılması.

– Kütüphane ve Neşriyat Şubesi: Halkevlerinin bulunduğu yerde bir kütüphane ve bir okuma odası açmak zorunluydu.

– Müze ve Sergi Şubesi: Çevredeki tarihi eser ve abidelerin korunması.

– Köycülük Şubesi: Köylülerin sıhhî, medenî, kültürel gelişme ve ilerlemesine, köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve bağlılık duygularının kuvvetlenmesine çalışmak, çevre köylere geziler düzenlemek, köylüyü okutmaya çalışmak, hasta köylülerin şehir sağlık merkezlerinde muayene ve tedavilerini sağlamak, harp malulü köylülerle şehit köylülerin aile ve yetimlerini koruma ve bunların kasabadaki resmî işlerini kolaylaştırmak bu şubelerin aslî görevleri arasındadır.

Ulusal Ekonomiye Geçiş Dönemi (1923-1929)

17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlara uygun olarak, hükûmet ilk ulusal ticaret bankamız olan Türkiye İş Bankası’nın 1924’te faaliyete geçmesini sağlamştır. Ardından sanayi alannda kredi vermek üzere 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Çiftçi kesiminin isteğine uyularak, yaklaşık devlet gelirlerinin %30’unu sağlayan Aşar Vergisi yürürlükten kaldırıldı. 1927 yılında “Teşvik-i Sanayi Kanunu” ile sınai yatırımlar özendirilmeye çalışılmıştır.

Türkiye, Lozan Antlaşmasına bağlı “Ticaret Sözleşmesi” gereği 1929 yılına dek Gümrük tarifelerini değiştiremezdi.

Dünyayı sarsan ekonomik kriz 1929 Büyük Buhranı patlak verdi. Buhran sonrası, tarım ürünleri piyasalarında fiyatlar hızla düşmüş; geleneksel tarım ürünleri ihracatçısı olan Türkiye’nin de döviz gelirleri hızla düşmüştür.

Devletçilik Dönemi (1930-1938)

TCMB 1931 yılından itibaren faaliyete geçmiştir. Böylece Osmanlı Bankası ve azınlıkların, ulusal ekonomik çıkarlara ters düşen karar ve uygulamaları son bulmuştu.

1933’te, bugünkü anlamda bir kalkınma bankası gibi kurulan Sümerbank, Devletçilik ‘in temel öğesi ve sürükleyici kurumu olmuştur.

Enerji ve madencilik konusundaki araştırmaları ve işletmeleri denetim altına almak ve bir merkezden yönetmek için 1935 yılında Etibank kuruldu. Yabancı sermayenin elinde bulunan Ergani-Murgul bakır ve Divriği demir işletmeleri Etibank tarafından satın alındı. Ardından Ereğli Kömür İşletmeleri de bankaya devredildi. Aynı yıl yer altı zenginliklerinin araştırılması ve belirlenmesi görevi için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kuruldu. Esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacını karşılamak üzere 1933’te kurulan, 1938’te faaliyetine başlayan Halk Bankası bir kamu bankası olarak örgütlendi.

Devletçilik döneminde dış ticaret ikili antlaşmalara göre yürütülmüş, ithalat yasaklama ve kontenjanlarla denetim altında tutulmuştu. Dış ticaret dengesi sağlanınca dış borçlanma ihtiyacı doğmamış ve Türk Lirasının değeri korunmuştur. Bu sonuç içerde enflasyonun dizginlenmesini kolaylaştırmıştı.

Planlı Sanayileşme

17 Nisan 1934’te yürürlüğe giren “Birinci Sanayi Planı” üç temel ilkeye dayandırılmıştı:

1) Temel ham maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilecek olan sınai tesislere,

2) Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere,

3) Kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde tutulmasına öncelik verilmişti

Planlı sanayileşme politikalarının olumlu sonuçları şöyle özetlenebilir:

– Nüfus açlıktan kurtulmuş, yoksulluk göreceli olarak azalmıştır,

– Ununu, şekerini ve basmasını ithal eden ülke, dönem sonunda bu alanlarda kendi kendine yeter hale gelmiştir,

– GSMH 15 yıllık dönemde %8 oranında büyümüştür.

– Türk Lirası, ABD doları karşısında değer kazanmıştır,

– Merkez Bankasında 36 milyonluk döviz ve 26 ton altın birikmiştir.

– Mevcut demiryollarının satın alınarak millileştirilmesi, yenilerinin yapılması, ziraat sanayisindeki gelişmelere paralel olarak dokuma sektöründe açılan fabrikalar ile ülke ihtiyacının yerli üretimden karşılanmasında önemli mesafeler alınmıştır.

Türkiye Devletinin cumhuriyet vasfının değişmezliği ilk olarak 1924 anayasasında yer almıştır.

Eğitmen Kursları Saffet Arıkan döneminde hayata geçirilmiştir.

Atatürk’ün hazırlattığı Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabı Türk ırkının üstünlüğü konusunu ele almıştır.

1923-1938 yılları arası uygulamaları şekillendiren ana esaslar arasında Eğitimi din anlayışı üzerine programlamak yoktur.

Türkiye İktisat Kongresinde kabul edilen Misak-ı İktisadi ile gerçekleştirilmek istenen hedefler şunlardır:

– Halkı ülkenin imarına teşvik etmek,

– Halkı kendi milli müesseselerini desteklemeye sevk etmek,

– Halkı serbest girişimciliğe yönlendirmek,

– Faydalı yeniliklerin kabulüne teşvik etmek.

Atatürk dönemi eğitim çalışmalarının hedefleri için şunlar söylenebilir:

– İlim ve fenni rehber edinmek,

– Dünyadaki gelişmeleri anlamak ve takip etmek,

– Ahlak ve bedenen kuvvetli nesiller yetiştirmek,

– Bilgiyi üreterek kendi kaynaklarıyla gelişmek.

Atatürk’ün yurt gezilerinin amaçları şunlardır:

– Devlet – Halk bütünleşmesini sağlamak,

– Yapılan işler hakkında halkı bilgilendirmek,

– Halkın sıkıntılarını yerinde görmek,

– Halkın meselelerinin çözümünde idareye yardımcı olmak.

ÜNİTE 3 – ATATÜRK İLKELERİ VE ATATÜRK DÖNEMİNDE DİL-TARİH VE KÜLTÜR ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR

Atatürk İlkeleri Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılıktır. Bu ilkeler 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkasının parti tüzüğüne, 1937’de de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na girmiştir.

Cumhuriyetçilik

Cumhuriyet, devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını, hükumet şekli olarak seçim ilkesini esas almıştır. Diğer bir ifadeyle cumhuriyet yönetenlerin, yönetme yetkilerini yönetilenlerden belli süreler için aldığı bir rejimdir.

Halkçılık

Halkçılık, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda halka dayanmak anlamına gelir. Halkçılık anlayışında halk ayrı ayrı sınıflardan oluşmaz. Halk bir bütündür. Halk arasında yalnızca mesleklere dayanan iş bölümü vardır. Halk arasında sınıf çatışması ve ayrışma söz konusu değildir. Halkın yönetimi eşitliğe ve hukuka dayanır. Bireylerin veya zümrelerin ayrıcalıkları yoktur.

Milliyetçilik

Millet aynı tarihe sahip olan ve beraber yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. Milliyet, kısaca bir millete mensup olmak veya bir millete bağlık olmak demektir. Milliyetten doğma milliyetçilik ise bir sosyal politika prensibi veya fikir akımı olarak millet gerçeğinden hareket eder ve milli amacı temin gayesi ile bir ülkü etrafında toplanmayı ifade eder.

Devletçilik

Devletçilik ilkesi esas itibarıyla ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda devletin üstlendiği görevleri ifade etmektedir. Atatürk ilkelerinden devletçilik; güçlü ve çağdaş bir devlet kurmayı hedefler. Askeri zaferlerin ekonomik zaferlerle taçlanmasını amaçlar.

Laikçilik

Laiklik akli düşüncenin, dini düşünceden ayrılmasıdır. Siyasi anlamda ise din ile devlet işlerinin birbirine karıştırılmamasıdır. Laiklik vatandaş için din ve vicdan hürriyetinin sağlanmasıdır. Laik olmayan devletlerde din politik bir araç olarak kullanılabilir. Laik düzende hukuk ve eğitim akıl ve bilimi esas alır. Atatürk’ün Türkiye’ye kazandırdığı laiklik ilkesi toplumun serbest düşünmesini sağlamış, toplumsal gelişmeyi hızlandırmıştır.

1921 tarihli Anayasa’ya bir madde eklenerek Saltanatın kaldırılması konusunda önemli bir adım atılmıştır. Eklenen madde ile dine ve saltanata dayalı bir rejimin temel dayanakları ortadan kaldırılmış oluyordu. Nitekim 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM’nin kabul ettiği 308 sayılı kararla saltanat kaldırılmıştır.

3 Mart 1924 ‘te tarihinde hilafet makamı kaldırılmış ve böylece laik devletin kurulması yolunda en önemli adımı atılmıştır.

1924 Anayasası’nın 1 maddesine “Türk Devletinin laik olduğu” yolunda bir cümle eklenmiştir.

İnkılapçılık

Bir toplumda siyasal, ekonomik ve sosyal değişiklikler meydana getirilmesi İnkılap olarak kabul edilmektedir. İnkılap gelişmek, ilerlemek ve değişmek anlamını ifade eder. İnkılapçılık, sosyal ve ekonomik hayatta, bilim ve fen alanında başarılı olmak için gelişme yoludur.

Latin harflerinin kabul edileceği Erzurum Kongresinde Atatürk tarafından gündeme getirildi. 1928 yılı başında Mahmut Esat Bey’in Türk Ocağında verdiği bir konferansla bu konuda ilk adım atılmıştır.

Atatürk 9/10 Ağustos gecesi Sarayburnu’nda yaptığı konuşmasında Yeni Türk Harflerinin öğrenilmesinin ve öğretilmesinin yurtseverlik, ulusseverlik görevi olacağını söylemiştir.

1928’de Mecliste Yeni Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun kabul edilerek yeni alfabe hayata geçirildi.

Türkçe ilk defa 1876 Anayasasında devletin resmi dili olduğu vurgulanmıştır.

Türkçe‘ de bulunan Arapça ve Farsça kelimelerin dilden temizlenmesi için 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adı altında bir kurum oluşturulmuştur.

Tarih Çalışmaları

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti 15 Nisan 1931’de devletten bağımsız tarih araştırmaları yapmak üzere Atatürk’ün başkanlığında kurulmuştur.

ÜNİTE – 4 ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE UYGULAMA ESASLARI

Yeni Türk Devletinin Dış İlişkileri

Türk dış politikasının temel amaçları; milli bir devlet kurmak, tam bağımsızlık, taklitçi olmayan bir demokratlaşma ve modernleşme, daha adil bir devletlerarası düzendir.

Atatürk’ün Dış Politikadaki Uygulama Esasları

Gerçekçilik, Tam Bağımsızlık, Barışçılık, Akılcılık, Uluslararası adil bir düzen kurma, Sömürgeciliğe karşı oluş ve hukuka bağlılık.

Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemi

Atatürk, cumhuriyetin kendini koruyabilmesi için ulusal ve uluslararası güvenlik önlemlerini almanın gerekliliğini görmüştü.

Barışın korunması için başka devletlerle ittifaklar yaparak ülkenin güvenliğini sağlamak.

Ek olarak Türk dış politikasına yön veren etkenlerden biri de Türkiye’nin coğrafi konumuna bağlı olarak yani Türkiye’nin Sovyetlerle komşu oluşu, Boğazların Türkiye’nin kontrolünde oluşu ve Türkiye’nin ekonomik ve stratejik açıdan önemli bir Orta Doğu ülkesi oluşu gibi nedenlerle dış politika belirlenmesinde bu konuma bağlı politikalar üretilmiştir.

Türk Dış politikasını etkileyen bir diğer unsur ise ekonomik zorluklardır.

Lozan’dan Kalan Meseleler ve Batılı Devletlerle İlişkiler

Türk-İngiliz İlişkileri ve Musul Meselesi

Lozan Antlaşmasında iki ülke arasında uzlaşılamayan en önemli sorun Musul meselesi idi.

Musul, sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle 19.yy sonlarından itibaren Batılı devletlerin ilgisini çekmeye başlamıştır.

Hükümet, Türk toprağı olan ve kontrol altından olan Musul’u, Türkiye’den koparan şartları içeren Sevr Antlaşmasını tanımadığını açıklamıştır.

Musul meselesi ile ilgili olarak Lozan Barış Konferansı’nda yapılan tartışmalarda, Musul Türkiye için asgari vatan sınırlarını ifade eden, Misak-ı Milli’nin vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüştür. Buna mukabil İngiltere için zengin petrol yatakları, İngiliz sömürgesi olan Hindistan’a giden yolun güvenliği ve Orta Doğudaki çıkarları açısından stratejik ve ekonomik bir bölge idi.

İsmet İnönü önderliğinde, Lozan’da yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmaması, Atatürk ve Türk hükümetinin, o günkü şartlarda Musul sorununu daha sonraya bırakmayı uygun görmektedirler.

Lozan Antlaşmasının 3. Maddesindeki: Türkiye ile Irak arasındaki sınır sorununun barışçı yollardan çözüleceği hükmü gereği, Türk-İngiliz görüşmeleri 1924 yılı Mayıs ayında başlamıştır. Görüşme sonrasında bir anlaşmaya varılamadığı için 5 Haziran 1924 tarihinde konferans dağılmıştır.

Musul sorunu, Milletler Cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül 1924’te görüşülmeye başlandı. Görüşmeler sırasında iyice gerginleşen Türk-İngiliz ilişkileri, Cemiyetin 29 Ekim 1924 Türkiye-Irak geçici sınırını tespit ederek çözüm buldu. Türkiye, Konseyin almış olduğu kararları tanımadığını bildirdi. Ancak Konsey, 16 Aralık 1925 tarihinde üçlü komisyonun raporunu benimsedi.

Türkiye’nin dış politikada benimsediği “barışçı yoldan çözüm” prensibinin de etkisiyle, Türkiye’nin savaşı kanun dışı ilan eden Briand-Kellog Paktı’na katılması (1929 Ocak), yine bu tarihte bir İngiliz filosunun İstanbul’u resmi olarak ziyareti ve 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olması Türk-İngiliz ilişkilerinin önemli gelişmelerindendir.

1936’da İtalya’nın Balkanlar ve Orta Doğu’da tehditlerini artırması üzerine, önce Fransa’yla anlaşan İngiltere, bir İtalyan saldırısı karşısında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye garanti vermiştir. İspanya’nın bu garantiyi reddetmesine karşılık, diğer devletlerle birlikte Türkiye bu garantiyi kabul etmiştir. Ayrıca bu üç devlet de (Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye) İngiltere’ye garanti vermiştir. Bu karşılıklı garantiler sistemine Akdeniz Paktı adı verilmiştir.

Türk-Fransız İlişkileri ve Hatay’ın Anavatana Katılması

20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmekle kalmamış, aynı zamanda Türk-Fransız ilişkilerini de düzenlemiştir.

İkili ilişkiler ancak Mayıs 1926’da imzalanabilen Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi ile rayına oturtulabilmişti.

Türkiye ile Fransa arasındaki sorun olan diğer bir konu ise Türkiye’deki Fransız misyoner okulları konusudur. Yabancı okullarda okutulan Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak, Türk öğretmenler tarafından okutulması, Fransa ile sorun olmuştu.

Türkiye ile Fransa arasındaki sorun olan başka bir konu ise Osmanlı borçları konusudur. Osmanlı Devletinin en fazla borçlandığı ülke olan Fransa idi ve borçların geri ödenmesi için geri ödeme takvimi oluşturulmuştu. 1929 yılında dünya ekonomik buhranına bağlı olarak Türkiye borç ödemesini ertelemek istemiş, yapılan itirazla sonucu Nisan 1933’de yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır.

Türkiye ile Fransa arasındaki diğer bir sorun ise, Adana-Mersin demiryolunun satın alınmasıyla ilgilidir

Suriye sınırları içine bulunan, İskenderun Sancağı isimli bölgenin paylaşımı konusunda sıkıntılar olmuştur. Bu bölgede yaşayan halkın çoğunluğu Türk’tür. Suriye hükümeti, Sancak ile ilgili tüm sorumlulukları Fransa’dan devralmıştı. Şüphesiz bu durum hem Sancak’taki Türkleri, hem TC’yi rahatsız etmiştir. Bu sebeple 9 Ekim 1936’da Mustafa Kemal, Sancağı, Suriye’ye bırakmama hususundaki rahatsızlığını ve bölge için bağımsızlık verilmesi talebini dile getiren bir notayı Fransa’ya vermiştir. Fransa’nın 10 Kasım’da verdiği cevabi notada, Türk görüşünün kabul edilmeyeceği bildiriliyordu. Bunun üzerine Sancak meselesi Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ve yapılan görüşmeler sonrası Sandler Raporu ile Sancak ayrı bir varlık olarak Konseyde oy birliği ile kabul edildi. Eylül 1938’de kurulan Hatay Devleti bir yıl bağımsız kaldıktan sonra, 29 Haziran 1939’da Hatay Meclisi son toplantısını yaparak, oy birliğiyle Anavatan’a katılma kararı alacaktır.

Türk-Yunan İlişkileri

Türk-Yunan ilişkilerinde Yunanistan’ın 20.yy başlarındaki dış politikasının amacı, Anadolu’da Rum nüfusun yaşadığı bölgelerin Yunanistan’a ilhakı, diğer bir deyişle Megali İdea kapsamında Yunanlıların kaybettikleri toprakların elde edilmesi teşkil etmiştir. Bu politikanın, yani anavatan dışında yaşayan soydaşların bulundukları toprakları devlet sınırlarına dahil etme politikasının irredantizm/kurtarımcılık savunusu uzun yıllar yapıldı.

Nüfus Mübadelesi

Lozan Barış Antlaşmasından önce 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine” dair bir sözleşme ve protokol imzalanmıştır.

Etabli Meselesi

İki ülke arasında İstanbul’da bulunan Rumlarla ilgili anlaşmazlık oluştu. Bu anlaşmazlık, iki ülke arasında 10 Haziran 1930 yılında Ankara’da bir antlaşma imzalanarak çözümlenmiştir. Antlaşmaya göre doğum yerleri ve geliş tarihleri ne olursa olsun İstanbul’da bulunan Rumlar mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Mübadillerin ayrıldıkları ülkelerde bıraktıkları malların mülkiyet hakkı bırakılan ülkeye ait olacaktır.

Türk-İtalyan İlişkileri

İtalya ve Türkiye arasında 4 Ocak 1932 tarihinde Anadolu sahillerine yakın ada ve adacıkların durumunu açıklığa kavuşturan bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre, Bodrum körfezindeki Kara adanın Türkiye’ye ait olduğu kabul edilmiş ve Meis ile kıyı arasında ve bu bölgede bulunan adacıkların adları tek tek telaffuz edilerek hangi ülkeye ait olduğu belirtilmiştir.

Türk-Sovyet İlişkileri

Türk hükümetini ilk tanıyan devlet Sovyetler Birliği’dir.

Balkan Devletleriyle İlişkiler ve Balkan Antantı

Balkanlar, Pan-Slavizm ve Pan Germenizm akımlarının kendilerine nüfuz sahası yaratma çabaları verdikleri tam bir çatışma alanı idi. Özellikle, Rusya’nın tarihi emeli olan Akdeniz’e inme planı, bölgede Romenlerin, Bulgarların, Sırpların ve Rumların kendi devletlerini kurma ve Osmanlı Devleti’nin Balkanlarla bağını kesme isteklerini gerçekleştirmelerine katkı sağlamıştır.

9 Şubat 1934’de Balkanlarda Türkiye’nin önderliğini yaptığı statükocu devletler olarak Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya aralarında yaptıkları ikili anlaşmaları birleştirerek dört devletin katılımıyla Balkan Paktı’nı imzaladılar.

Balkan Paktı’nın en dikkat çekici özelliği, Türkiye’nin dış politikasında bölgede barış ve güvenliğe ne kadar önem verdiğini göstermesi olmuştur.

Doğulu Devletlerle İlişkiler ve Sadabat Paktı

8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayı’nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabad Paktı imzalandı. 5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla taraflar; Milletler Cemiyeti ve Birand-Kellog Paktına bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı. Böylece Türkiye, batıda ve doğuda bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir

Türkiye’nin Milletler Cemiyetine Girişi

Türkiye’nin cemiyete girişi, İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunan temsilcisinin desteği üzerine, üyelerinin çoğunluğunun 6 Temmuz 1932’de Genel Kurula sunduğu önergenin oy birliğiyle kabulüyle gerçekleşmiştir. Süreç, 18 Temmuz 1932 yılında Genel Kurulun oy birliğiyle aldığı kararla tamamlamıştır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Türk hükümeti, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Bulgar, Japon, Romen, Sovyet ve Yugoslav hükümetlerini Montrö’de görüşmek için davet etmiştir. 20 Temmuz 1936’da düzenlenen törenle Montrö Boğazlar Sözleşmesi törenle imzalanmıştır.

Happy
Happy
0
Sad
Sad
0
Excited
Excited
0
Sleepy
Sleepy
0
Angry
Angry
0
Surprise
Surprise
0

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir Cevap Yazın