dilbilim turkce

Okuma Süresi:76 Dakika, 53 Saniye
Loader Loading…
EAD Logo Taking too long?

Reload Reload document
| Open Open in new tab

İndir/Yükle

DİLBİLİM ( TÜRKÇE )

  1. DİLİN DOĞUŞU

Otto Jespersen’e göre ilk insanların birbirlerinin dikkatini çekmek için, kendilerini eğlendirmek için çıkardıkları seslerden dili
keşfetmişlerdir. Ama bu fikrin kanıtı yoktur. Konuşma dilinin yazı dilinden önce bulunduğunu biliyoruz. İnsan yaşamında yarım
milyon yıl geriye gidersek atalarımızın konuşma yetisiyle ilgili kanıtlar bulamayız. İlk zamanlardan ses ve dil ile ilgili bize bilgi
verebilecek kanıtlar yoktur. Bu kanıtların olmamasından dolayı dilin doğuşu sadece fikirlerle açıklanabilir.
Kutsal Kaynak (The divine source) :Bir fikre göre; Tanrı, Adem’i yarattı ve yaşayan her yaratığı Adem’in seslendirdiği gibi
isimlendirdi. Bir Hindu inanışına göre; diller evrenin yaratanı Brahma’nın eşi Sarasvati tarafından yaratıldı. Çoğu dinde,
insanlara dilin var oluşunu açıklayan ilahi bir kaynak vardır. Bu konuda deneyler yapılmıştır. İlk akla gelen eğer insanlar tanrı
vergisi dili kullanıyorlarsa, yeni doğan çocuklar belli bir yaşa kadar hiç dilsel ses duymazlarsa o dili kullanmaları gerektiğidir.
Psammetichus adında Mısır’lı bir firavun 2 yeni doğmuş yavru üzerinde araştırma yapar. Keçilerin ve sessiz bir çobanın yanında
iki yıldan sonra çocuklar mısır dilini değilde Frikya dilinde ekmek anlamındaki “bekos” kelimesini kullanmaya başlarlar. Çocuklar
bu kelimeyi keçilerden be-kos halinde aldıkları kabul edilir.
İskoçya’nın 4.James’e böyle bir deneyiminde çocukların İbranice konuşmaya başladıkları iletilir. Diğer hiçbir ilahi güç ile ilgili
deney bu fikri kuvvetlendirmez.
Bir rivayete göre Tanrı bütün dilleri Babil şehrinde karıştırıp dünyaya yaymıştır. Ama diller bir ilahi güçten yayıldıysa, onları
yenileme gereği duymazdık.
Doğal Ses Kaynağı (The Natural Sound Source) :Bu fikre göre, ilk kelimeler doğal seslerin taklitleri olabilir. Örneğin;
“cawcaw” şeklinde ses çıkardığından ingilizce karga “caw” demektir. Guguk kuşu sesinden dolayı ingilizce “cuckoo” olarak
isimlendirilmiştir. Bütün dillerde bu teoriyi destekleyen çeşitli kelimeler bulunur. İngilizcede “splash-su sıçratma”, “bang/boom-
gürültülü ses” gibi…Dilin doğuşu hakkındaki bu teoriye “bow-wow (köpek havlaması)” teorisi denir. Bazı dillerdeki kelimelerin
“seslerin yansımasıyla (onomatopoeic)” ile açıklamak mümkündür ama bu şekilde sessiz, soyut varlıkların kelimelerini
açıklamak mümkün değildir. Ayrıca bir dil sadece varlıkları isimlendirmekle oluşmaz.
Başka bir fikre göre, dilin doğuşu insanların çıkardığı doğal-duygusal seslerden geliyor olabilir. “Ouch, Ah!, Hey!, Wow!,
Yuck!…gibi. Bu sesler genelde sıradan konuşmaya zıt olarak ani nefes alıp verme sonucu oluşan seslerdir. Anlamlı kelimeler
ise böyle seslendirmeler içermez.
Bir diğer fikir “yo-heave-ho” olarak adlandırılan teoridir. Bir insanın sesi fiziksel çabasıyla birleşerek dili doğurmuş olabilir,
özellikle bu düşünce bir çok insan tarafından aynı anda kullanılırsa daha da mantık kazanır. Yani bir grup insan günlük
hayatlarında doğal olarak kullanacakları homurtu, inilti, bağrışlar sonucu dile bir başlangıç kazandırmış olabilirler. Bu fikre göre
insan dili sosyal bir içerik olarak gelişmiştir. Ama maymunların da sosyal çağrıları ve homurtuları olmasına rağmen konuşma
yetenekleri yoktur. Bu fikirde tam anlamıyla seslerin kökenlerini açıklayamamaktadır.
Ağız Hareketleri Kaynağı (The Oral Gesture Source) : Bu fikre göre fiziksel hareketlerle ağız hareketlerinin çıkardığı seslerin
bağlantısı vardır. Tüm vücut hareketleriyle olsa bile bütün duygusal durumlar ve niyetler açıklanamayacağından ağız
kullanılarak dil geliştirilmiş olabilir.
Önce iletişim için vücut hareketleri kullanılmış, sonra ağız, dudak, gırtlak hareketleriyle çeşitlendirilme sağlanmış olabilir. Bu
düşünceye Sir Richard Paget “a specialized pantomime of the tonque and lips” adını vermiştir.
Mimik ve diğer hareketleri iletişim maksadıyla kullanabiliriz. Ama bu fikir mimik ve diğer hareketlerden seslendirmeye geçişi
açıklamaz. Ayrıca bütün bu ağız ve vücut hareketleri bütün dilsel mesajları asla karşılamaz.
Genetik Dilbilim (Glossogenetics) : Diğerlerinden biraz farklı bir görüştür. Daha çok insan dilinin düzenleme ve gelişmesinin
biyolojik temelini baz alır. Diğer hayvanlarda olmayan insan simasındaki fiziksel yoğunlaşma başlangıç olabilir. İnsan kafatası
en eskileri bugünün gorillerine benzemesine rağmen zamanla konuma yetisini olanaklı kılan şekle gelmiştir.
Fiziksel Uygunluk (Physiological Adaptation) :İnsan dişleri, maymunlarda olduğu gibi öne meyilli değil, düzdür. Yüksekliği
konuşmayı kolaylaştıracak şekildedir. Bunlar “f, v, th” seslerini kolaylaştırır. Ayrıca insan dudakları diğer hayvanlarda
bulunmayan esnek ve karmaşık kaslardan oluşur, “p, b, w” sesleri böylece kolaylaşır. İnsan ağzı ufaktır, hızlıca açılıp
kapanabilir ve dil hareketleri seslerin çeşitliliğini karşılamak için uygundur.
İnsan gırtlağı (diğer adı ses tellerini içeren müzik kutusu) pozisyonuyla maymunlarınkinden farklıdır. İnsanın fiziksel gelişimi
sırasında insanın duruşu giderek başı öne, gırtlağı aşağıya itmiştir. Gırtlakta oluşan sesleri yankılayan yutağı oluşturmuştur. Bu
nedenle insanlar yemek yerken nefesleri kesilir.
İnsan beyini gelişmiştir ve iki yarım küresi farklı görevleri üstlenmiştir. Dil sol yarı küreden kontrol edilir. Alet kullanma kontrolü
de buradan sağlanır. Bu ikisi geliştikçe insan beyni de gelişmiştir. Böylelikle el işi geliştikçe dile yatkınlık başlamış olabilir. Bir
ses çıkarmak için iki taş (ses) gerektiği gibi… İnsanlar isimlendirme yeteneklerini geliştirdikten sonra biraya “beer” adını
koymuşlardır. Aynı şekilde başka bir şekilde “good” ismini geliştirmişlerdir ve insan beyni bu iki kelimeyi birleştirecek olgunluğa
birkaç bin yıl da ulaşmıştır.
Etki-Tesir ve İnsanlar arası İlişkiler (Interactions and Transactions) :İnsanların doğal sesleri gelişimleri sırasında
birleştirdikleri açıktır. Aynı şekilde acı, zorluk, korkma gibi duygular ve örnek olan vücut hareketleri ile dili geliştirmeleri

kolaylaşmıştır. Dilin bu birinci ana fonksiyonuna Etki-tesir (Interactions) adı verilir. İnsanlar birbirleriyle sosyal ve duygusal
bağlar kurarken dile böylece ihtiyaç duymuşlardır.
Dilin diğer fonksiyonu bireyler arası ilişkilerdeki vazifesidir (Transaction). Bundan kasıt insanların yeteneklerini, bilgilerini
paylaşmasıdır. Bu ilişkiler nesilden nesile gelişmiştir. Interaction ve Transaction dilin iki ana fonksiyonudur

  1. YAZININ GELİŞİMİ

Bugün dünyadaki çoğu dil sadece konuşma formundadır. Yazıları icat edilememiştir. Mağara
resimleri 20.000 yıl önceden, kil işaretler 10.000 yıl önceden olabilmektedir ama alfabetik düzendeki
yazının başlangıcı 3.000 yıl öncesidir.
İlk yazılar için taşlar ve kaya tabletler kullanıldığı için günümüze kadar kalabilmişlerdir.
Resimyazı (Pictograms) ve İşaretyazı (Ideograms) :Mağara resimleri özel bir dilsel mesaj
içermez. Sanatın bir kolu olarak görülebilir sadece. Eğer bir resmin standart bir anlamı varsa buna
“Pictogram” denir. Burada ana nokta bu resim herkes için aynı anlamı taşımalı ve çizimler birbirine
benzemelidir. Bir resim yazının zamanla daha basit bir sembol haline dönüşmesiyle yorumları artarsa
buna “Ideogram” denir. Mesela güneş (pictogram) çizimi sadeleşerek “güneş”, “ısı”, “gün ışığı” şeklinde
yorumlanabilir. Daha çok resmi andıran çizimler Pictogram, daha soyut, şekilsel çizimler Ideogram’ dır.
Bir anahtar şekli altında yazıyla açıklaması olmadığı zaman her ikisi de sayılabilir. Modern resimyazıların
dili bağımsızdır. Yazı bu şekillerin zamanla değişimiyle oluşmuş olabilir. Sembol zamanla değişerek harf
halini almıştır.
Bir kelime ifade eden işaretler (Logograms) :Bugünkü Irak’ın güneyinde 5000 yıl önce yaşamış olan
Sümerler ilk yazıyı kullananlardır. Sembollerindeki keskin kenarlardan yazılarına “çivi yazısı (cuneiform)”
adı verilmiştir. Çivi yazısı şekilleri tam olarak hangi soyut veya somut varlığı ima ettiği hakkında ipucu
vermez, yani bu yönüyle “pictogram” ve “ideogram”lardan farklılardır ve modern yazıya daha yakındırlar.
Bu nedenle ilk yazı sistemi Sümerler tarafından kullanılmıştır.
Çin’de logogram diliyle hala modern bir yazı dili vardır. Birçok Çin yazı sembolleri yada karakterleri
konuşma dilinin seslerini değil de kelime anlamlarını temsil etmektedir. Bunun bir avantajı 2 farklı
lehçede Çinli konuşarak anlaşamaz ama yazı dilinde anlaşabilir. Çin yazısı 3000 yıllık geçmişiyle daha
birçok avantaja sahiptir. Ana dezavantajı ise bu yazı sembollerinin 2000 karakterden fazla olmasıdır.
Rebus yazısı :Bu yazı türünde bir varlığın sembolü o varlığın konuşmadaki sesinin sembolü olarak
alınır. O sembol aynı sese sahip bütün kelimelerde kullanılır. Hecelerin yazıdaki değerleri alfabe ile değil
semboller ile karşılanır.
Heceli (Syllabic) Yazı :Heceli yazı bugun kullanılmamaktadır. Ama modern Japonca bu dil kullanılarak
yazılabilir. 19.yüzyılda Sequoyah adında bir Kızılderili, Cherokee Kızılderilileri için konuşma dillerini
yazıya dökmek için bu dili hazırlamıştır. Bu dilin şekilleri konuşma dilindeki heceleri ima eder ama yazıda
sesli ve sessiz harflerin birleşimi söz konusu değildir.
Mısır ve Sümer yazı sistemlerinin, konuşma dilindeki hecelemeyi karşılayacak “logographic”
sembollerden oluştuğu bilinir. Ama hecesel yazı 3000 yıl önce ilk kez Fenike (bugünkü Lübnan) dilinde
karşımıza çıkar. Kullandıkları birçok sembolü de Mısırlılardan almışlardır.
Alfabe Yazısı : Alfabetik yazıda her harf basit bir sesi gösterir. Arapça ve İbrani’ce gibi Sami dillerinin
kökü buna dayanır. Bu dillerin alfabeleri modern halleriyle bile büyük bir çoğunlukla sessiz harflerden
oluşmaktadır. Fenike yazısından gelen bu ilk alfabe türü dünyada bulunan bütün alfabelerin genel
kaynağıdır. Yunanistan’dan batıya ve Hindistan’dan doğuya değişerek yayılmıştır.
Yunanlılar aldıkları alfabeye sesli harf sembollerini eklemişlerdir. A(alfa), b(beta) şeklinde yeni
bir alfabe düzenlemişlerdir. Modern alfabenin yaratıcıları hecesel yazı sistemini Fenike’lilerden alarak
yeni bir sistem oluşturan Yunanlılardır.
Yunanlılardan alfabe Roma üzerinden Avrupa’ya geçer. Slav dillerinin konuşulduğu Doğu
Avrupa’da yine değişen bu alfabeye İslav (cyrillic) alfabesi adı verilir. Rusların bugun kullandıkları
alfabenin kökü buraya dayanır.
Modern Avrupa Alfabesi sırasıyla Mısır, Fenike, Yunan ve Roma halinde gelişimini
sürdürmüştür.
Yazılı İngilizce :
Eğer alfabe basit bir ses ve sembolün benzemesiyse İngilizce’de yazılı ve sözlü dildeki farkın
nedeni nedir?
Bu sorunun cevabı İngilizce yazısının tarihsel etkileşimlerinde aramalıyız. Yazılı İngilizce’nin
telaffuzu 15.yüzyıl İngiltere’sinde tanıtılır. Yazı dilinde kelimeleri temsil eden bazı düzenlemeler alınırken
Fransızca ve Latin dillerinden çıkarıldı. Dahası bu yeni dili ilk yayanlar İngilizce telaffuzu tam
başaramayan Alman konuşmacılardı. Diğer bir gerçek 15.yüzyıldan beri İngilizce’nin konuşma dili önemli

değişikliklere uğradı. Bu gerçeğe ek olarak eski yazılı İngilizce’deki birçok kelime 16.yüzyıldaki telaffuz
reformları sonucu yeniden düzenlendi. Bütün bu nedenlerden dolayı yazılı İngilizce ile konuşma dilinin
İngilizce’si farklılaştı.

  1. DİLİN ÖZELLİKLERİ

İnsanlar gibi bir çok hayvan türü de konuşamasalar da aralarında iletişim kurabilirler. Bu bölümde insan dilini diğer iletişim
sistemlerinden ayıran özelliklere değineceğiz.
Konuşma ile ilgili ve bilgi verici (communicative versus informative) :Bu özellikleri anlatmadan önce istemeden bilgi verici
olabilecek konuşma, ses sinyalleri nelerdir öğrenelim. Sizi dinleyen bir kişi istemeden yollayacağınız sinyallerle bilgilenebilir.
(hapşırma, rahatsızlık, düzensizlik, lehçe ve başka bir kültür…vs.) Ama bir insana isteyerek bir şey söylediğinizde, onunla bilinçli
olarak haberleşmiş, bilgiyi paylaşmış olursunuz.
Benzer şekilde, karakuş ; siyah tüyleriyle, beslenerek veya bir dalda tünemiş iken iletişim kuruyor olamaz ama bir kedi
gördüğünde yüksek seste ötüşüyle aynı türden diğer kuşları uyarabilir. Yani insan dili ve hayvanların iletişimi, isteğe bağlı-
kontrol edilebilir iletişim olarak paraleldir.
Dilin Eşsiz Özellikleri : Dilin 6 ana özelliği diğer iletişim sistemlerinde yoktur.
Yeniden Çıkarma (Displacement) :Hayvanlar iletişimlerinde geçmişten ve gelecekten bahsedemez, sadece o anın duyularını
aktarabilirler. İnsanların dili bu açıdan diğerlerinden üstündür.
Ama arıların iletişiminde bir arı, yiyecek kaynağını bulduktan sonra yuvasına dönüp diğer arıları o kaynağa getirebilmektedir.
Kuyruklarındaki bir tür titreşimle diğer arılara yiyeceğin uzaklığını yerini anlatabilirler. Bu özellik onlara “displacement” benzeri
bir özellik kazandırmıştır. Bu iletişimleri sınırlıdır, arı diğerlerini yeni bir kaynağa götürebilir…
İnsanlarda ise “displacement” özelliği çok geniş olduğundan yer ve zaman gibi birçok konuda geçmişin ve geleceğin planını
yapabilir, verisini aktarabilir. Varlığını görmediğimiz yer ve nesnelerden bile konuşabiliriz. Efsanevi yaratıklardan, perilerden,
cinlerden, Noel Baba ve Superman gibi hayal kahramanlarından söz edebiliriz. Diğer yaratıklarda olmayan gelecek planlarını ve
kurgu çalışmalarını yapmamızı sağlayan insan dilinin “displacement” özelliğidir.
Anlam ve simgesel yazılışının birbirinden bağımsız oluşu (arbitrariness) :Bir kelimenin yazılış şekli ile anlamı arasında
bağlantı yoktur. Dilsel imzası kendince kullanıldığı varlık ile bağlantılıdır. Yani kelime yazılışı ile ifade ettiği mana arasında
simgesel bir bağ yoktur. Böyle bir bağ olsaydı “small” kelimesini küçük, “tall” kelimesinin “ll” harflerini uzun yazarak anlamını
ifade ederdik.
Ama yazılı dilde “crash, cuckoo, whirr” gibi “echo” sesler bulunabilmektedir. Böyle tabii sesleri yansılayan kelimeler olmakta
birlikte dildeki çoğu kelimenin anlam ve simgesel yazılışı birbirinden bağımsızdır.
Hayvanların iletişiminde ise aktarmak istedikleri mesaj ile bunu ifade eden sinyal paralellik gösterir. Bunun nedeni iletişim
sinyalleri sınırlıdır. Hareket ve sesle iletişim kurarlar. Özel durum ve zamanlarda bu sinyalleri kullanırlar. Örneğin çiftleşme
zamanı hayvanların özel hareket ve sesleri olur. Buda anlam ve sinyali paralel yapar. İnsanlar için bunun özel bir zamanı
yoktur…
Verimlilik (productivity) : Bir çocuk öğrendiklerinden hiç duymadığı ifadeler üretebilir ve bunları düzenleyebilir. İnsanlık için
yeni durumlar veya varlıklar keşfedildiğinde dil-bilimciler kaynaklarından bu varlığa uygun ad düşünebilirler. Buna
“productivity, creativity veya open-endedness” adı verilir. Bu üretkenliğin sınırı yoktur.
Hayvanların iletişiminde, haberleşmeleri için yenilikler söz konusu değildir. Ağustosböceklerinin 4 sinyali, maymunların 36 çeşit
çağrıları vardır ama bunlara yenilerini eklemeleri mümkün değildir. Bir deneyde, bir radyo direğinin tepesine yiyecek, en alt
kısmına arı yuvası konur. Birkaç arı yiyeceğe ulaştırılır ve diğer arıları çağırmaları için serbest bırakılır, arılar bütün yönlerde
direği dolaşırlar ama yiyeceği bulamazlar, çünkü bu arılar için yeni bir durumdur ve bu durumun çağrısı yoktur. Deneyi yapan
Karl Von Frisch bu durumu şu sözüyle açıklar : “Arıların kendi dillerinde “yukarıda” anlamında kelime yok” ve yaratamazlar
da…Arılardaki bu duruma “sabit işaret (fixed reference)” denir.
Kültür Aktarımı (cultural transmission) :Dil, aileden göz rengi gibi miras alınamaz. Dili, yaşadığımız kültürden öğreniriz.
Koreli bir bebek, Amerikan bir ailede büyürse İngilizce konuşacaktır. Ama bir kedi yavrusu nerede büyürse büyüsün “meow”
sesi çıkaracaktır. Dil bir nesilden diğerine geçen kültür aktarımlarından birisidir. Bir bebek dili öğrenmeye eğilimli olarak dünyaya
gelir ama İngilizce gibi belirli bir dil bilerek doğmaz. Hayvanlarda ise bu durum tam tersine içgüdüseldir.
Bazı kuşlar doğru sesi öğrenerek ötebilir. İnsanlar yalnız bir ortamda büyüseler bile içgüdüsel dil geliştiremezler ama kuşlar
bunu kolaylıkla başarabilir.
Ayrılmışlık (discreteness) :Bir dilde kullanılan bütün sesler farklıdır. Örneğin “back” ile “pack” kelimeleri arasındaki anlam
farklılıklarını yaratan “p” ve “b” arasındaki ses farklılığıdır. Buna dilin “discreteness” özelliği denir.
İkilik (duality) :Dil bir aradaki iki tabakada düzenlenmiştir. Yani “n”, “b”, “i” gibi yalnız seslerin anlamları olmamalarına rağmen
bu seslerin birleşmelerinden “bin” ve nib” gibi anlamlı kelimeler oluşturmaya “duality” özelliği denir. Böylelikle dilin az sayıda ses
kullanılarak çok sayıda anlam üretme özelliği vardır.
Diğer Özellikler :
Vocal-auditory channel (ses dinleme yolu) : İnsanlarda iletişim ses organlarıyla oluşturulur ve kulaklarla algılanır. Ama
iletişim sadece se ile değil sağır-dilsiz alfabeleriyle ve yazı ile de sağlanabilir. Yunus gibi hayvanlarda ses kanallarını iletişimde
kullandığından bu özellik insanların olarak sınırlandırılamaz.

Reciprocity (karşılıklı münasebet) : Konuşmacı aynı anda dinleyici de olabilir.
Specialization (uzmanlık): Dilsel sinyallerin yeme, nefes alma gibi iletişim dışında amaçları yoktur. Yunus gibi bazı
hayvanlarda da bu özellik vardır.
Non-directionality : Dilsel sinyaller görme duyusu kullanılmadan sadece duyma yoluyla da algılanabilir.
Rapid Fade : Dilsel sinyaller çabuk yaratılıp kaybolur.

  1. DİLİN SESLERİ

İngilizce’de okunuş ile yazılış arasında sesler arasında farklar vardır. Yazıya göre telaffuzda hatalar
olacağından ‘phonetic alphabet’ geliştirilmiştir.
Phonetics (fonotik) :
Fonotik, telaffuzdaki sembol ve çalışmalarının genel adıdır.
Articulatory Phonetics : Bize bir kelimenin telaffuzunun nasıl yapılacağını gösteren çalışmadır.
Acoustic Phonetics : Konuşmanın fiziksel özellikleridir, havadaki ses dalgaları gibi.
Auditory Phonetics : Algı, işitme ile ilgilidir.
Forensic Phonetics : Kanunsal olaylarda konuşanın hüviyeti ve telaffuz kayıtları üzerinde incelemçalışmalarıdır.
Articulation : Voiced and Voiceless (sesli ve sessiz telaffuz) :
Konuşmak için ciğerlerden gelen hava nefes borusuyla dışarı itilir. Gırtlakta sesler ikiye ayrılır :
1) Ses telleri titremeye başladığında, ciğerlerden gelen hava aralarından engellenmeden geçer
(unimpeded). Buna “sessiz telaffuz denir”.
2) Ciğerden gelen hava ses tellerini aralıklarla tekrarlayan bir şekilde titretir. Buna “sesli telaffuz denir”.
Voiced : “Z, V” gibi harfler telaffuz edilirken titreme olur ve bunlar seslidir.
Voiceless : “S, F” gibi harfler telaffuz edilirken titreme olmadığından bunlar sessizdir.
Bunu anlamak için iki kulağımızı kapatıp deneyebiliriz.
CONSONANT (sessiz harfler) :
Place of Articulation (telaffuzun yeri) :
Ciğerlerimizden gelen hava yukarı çıkar ve ağız veya burun yoluyla dışarı çıkar. Çoğu sessiz harf (consonant), dil
(tongue) ve ağzın diğer bölümleri kullanılarak oluşturulur. Sesler birbirinden bu kısımda ayrılır.
Bilabials : alt ve üst dudağın birbirine dokunmasıyla çıkan seslerdir : “p, b, m, w”.
Labiodentals : Üst dişlerin alt dudağa dokunmasıyla çıkan seslerdir : “f, v”.
Dentals : Dilin önden üst dişlere dokunmasıyla çıkan seslerdir. : “theta ( ) e.g. three, teeth; eth ( ) e.g.
the, there, thus”.
Alveolars : Dilin, üst dişlerin arkasına dokunmasıyla oluşan seslerdir. : “t, d, s, z, n, l, r,”.
Alveo-palatals : Dilin damağa dokunmasıyla oluşan seslerdir. : “( ) e.g. shoe-brush; ( ) e.g. church; (
) e.g. pleasure; ( ) e.g. gem, joke; y e.g you”. > harflerin üzerindeki virgüle “wedge” denir.
Velars : Dilin damağın biraz arkasına dokunmasıyla oluşan seslerdir. “k e.g kill, car; g e.g go, gun; angma (
) e.g. sing, tongue”.
Glottals : Dil kullanılmadan çıkarılan tek sestir. : “h e.g. house, whose”.
Manner of Articulation (Telaffuzun Amacı) :
Stops : Duraklı, devamsız sesler : “p, b, t, d, k, g e.g. bed, ten”.
Fricatives : duraksız, sürekli sesler : “f, v, s, z, e.g. fish, those”.
Affricates : Nefesin kısa aralıklarla gelmesiyle sürtünmeyle oluşan seslerdir :
“ e.g. jeep, cheap”
Nasals : Genizden gelen havanın çıkardığı seslerdir. “m, n, ( ), e.g. morning, name.
Approximants : Sesin telaffuzu bir sonra gelen sesli harf tarafından etkilenir. : w, y, l, r, h”.

Bilabial Labiodental Dental Alveolar Alveopalatal Velar Glottal
Stops p, b t, d k, g
Fricatives f, v ( ), ( ) s, z ( ), ( )

Affricatives ( ), ( )
Nasals m n ( )
Approximants w l, r y h
Voiceless p f ( ) t, s ( ), ( ) k h
Voiced b, m, w v ( ) d,z,n,l,r ( ), ( ) g, ( )
Telaffuzlar : ( ) : th , ( ) : de, ( ) : ş, ( ) : ç, ( ) : j, ( ) : c, ( ) : ng
The Glottal and The Flap :
Glottal Stop (gırtlakta ses duraksaması ) : sembolü ( ), ses telleri arasındaki boşluk tamamen kapanıp kısa bir
süre sonra serbest bırakıldığında oluşan duraksamadır. Oh! Oh! dediğimizde ilk oh! ile ikinci arasında böyle bir
durak vardır. “botter” ve bottle” kelimelerinin ortalarında da durak vardır. Daha çok Cockney (Londra), New York
ve İskoçlar tarafından kullanılır.
Amerikalılar “butter” kelimesini “budder” şeklinde okurlar. Bu telaffuzda olan ise “flap”tır. Sembolleri (D) ve (
). Bir derste “plato”nun önemini anlatan öğrenci telaffuzu “play-dough” şeklinde yaptığında da flap’a örnek olmuştur.
VOWELS (sesli harfler) :
Havanın dudak veya dil gibi organlarla kesilmeden dışarı verilmesiyle oluşan seslerdir. “heat ve hit” derken
dilin ön kısmını kullandığımızdan buna “high, front sesler” denir. “hot ve hat” derken ise dil daha alçak ve geri
mesafededir bu nedenle buna “low, back sesler” denir.
Front Centra
l
Back
High i l u
Middle e . . . . .
Low . . a

  1. KELİMELER VE DÜZENLEME İŞLEMLERİ

Kelime Türetme:Şimdi günlük hayatta kullanılan kelimeler bir zamanlar dili yozlaştıran barbar kelimeler
olarak görülürlerdi. “handbook” kelimesi için 19.yüzyıl kitaplarında gereksiz icat olarak söz edilirdi.
“aviation (havacılık) kelimesi de 1909 London gazetesinde bu gereksiz türevlerden biri sayılmıştır. Dile
yeni kelimeler eklemenin çeşitli yollardan geçtiğini söyleyecek olursak bu yollar şöyle açıklanabilir :
COINAGE (yeni kelime oluşturma) :İngilizce’de pek yaygın değildir. Bir şirket ismi ürün ismi olarak zamanla
kullanılmaya başlanabilir. Mesela; “aspirin, nylon, zipper, teflon, xerox, kneenex”. Bir süre sonra bu kelimeler günlük
dile karışır.
BORROWING (başka dilden alma) :İngilizce’de ki kelimelerin çoğu değişik dillerden alıntı olmuştur : “alcohol-arapça”,
“boss-almanca”, “croissant-fransızca”, “lilac-farsça”, “robot-çekçe”, “zebra-bantu” dillerinden alınmıştır. Diğer dillerde
İngilizce’den alıntılar yapmışlardır : supermarket, radio, sport …. gibi.
Başka dilden almanın özel bir çeşidi “Loan-translation” veya “calque” olarak adlandırılır. Bu işlemde yeni alınacak
kelime çeviri yapıldıktan sonra alınır yani yazılışı değiştirilir. Almanca’da “wolkenkratzer” İngilizce’de “skyscraper”
demektir. E.g. superman, hot dog, boyfriend…
COMPOUNDING (birleştirme) :İki kelimenin birleşiminden yeni bir kelimenin türemesidir. Almanca ve İngilizce’de çok
yaygındır. E.g. : bookcase, fingerprint, sunburn, doorknob, wastebasket…. Güney-doğu aSya ve Hmong dillerinde de
buna benzer türemeler vardır.
BLENDING (Karıştırma) : Bu işlemde de iki kelime birleştirilerek yeni bir kelime oluşturulur ama iki kelimeden de bazı
heceler atılır, genellikle ilk kelimenin ilk hecesi ve son kelimenin son hecesi alınır. E.g. gasoline (gas-alcohol), smog
(smoke-fog), smaze (smoke-haze), bit (binary-digit), brunch (breakfast-lunch), motel (motor-hotel), telecast
(television-broadcast), chunnel (channel-tunnel), telethon (television-marathon), videot (video-about), simulcast
(simulation-broadcast), medem (modulator-demodulator), Franglais (French-English)…..
CLIPPING (Kesmek) :Bir feceden daha fazla olan kelimeyi kısaltarak tek heceye türetmektir. E.g. : fax-facsimile, gas-
gasoline, ad-advertisement, bra-brassiere, cab-cabriolet, sitcom, pram, plane, phone, perm, flu…… chem, exam,
gym, lab, math, phys-ed, typo, prof, poly-sci…….

BACKFORMATION Genellikle bir isimden benzer bir formda fiil yaratılarak türetilmiş sözcüklerdir. E.g : televizion-
televise, donation-donate, option-opt, emotion-emote, enthusiasm-enthuse, liaison-liaise, backformation-backform,
babysitter-babysit,Buna benzer yolla bir fiil’e –er ekini getirerek o fiildeki görevi üslenen kimse anlamında sözcük
türetmiş oluyoruz. Work-worker, sculp-sculpter, burgle-burgler, peddle-peddler….
Avustralya ve İngilizce’de sıkça kullanılan ve “hypocorisms” diye bilinen başka bir özellikte uzun bir kelimeden
alınacak basit birkaç heceye –y ve –ie ekleri getirilerek kelime türetilir. E.g : movie, telly, Aussie, barbie, bookie,
brekky, hankie, chrissy…
CONVERSION (değiştirme) :Bir ismin hiç değişmeden fiil gibi kullanılması, yani kelimenin cümle içindeki görevinde
değişikliğe uğramasıdır. Örneğin; bu isimler fiil yerinede kullanılabilir. : paper, butter, bottle, vacation, can, impact….
Aynı şekilde bazı fiillerde hiç değişmeden isim gibi kullanılabilir. E.g. : guess, must, spy, printout, takeover, wannabe
(want to be)…see-through, stand-up…Bazı sıfatlarda aynı şekilde isim veya fiil gibi kullanılabilir. Dirty (to dirty), empty
(to empty), total (to total), crazy (a crazy), nasty (a nasty)….
Bazı birleşik isimlerde fiil gibi kullanılabilir, e.g. : ball-park, carpool, mastermind, microwave, quarterback… “up” and
“down” da fiil gibi kullanılabilir. Doctor, total, runaround gibi değişmeler ise anlamda olumsuzluk yaratır.

ACRONYMS (baş harfleri alma) :
Birden fazla kelimeden oluşan isimlerin baş harfini alarak yeni bir kelime üretilmesidir. E.g. : CD, VCR,
NATO, NASA, UNESCO, laser, radar, scuba, zip, snafu, MADD, WAR, ATM, PIN…..
DERIVATION (türetme) :Bir kelimeye “un-, mis-, pre-, -ful, -less, -ish, -ism, -ness” gibi heceler ekleyerek yeni
kelimeler türetmektir. E.g. : unhappy, misrepresent, prejudge, joyful, boyish, terrorism…
PREFIXES and SUFFIXES : (ilk ve son ekler) :Bir kelimenin önüne eklenen heceye “prefix”, sonuna eklenen heceye
ise “suffix” denir.
INFIXES (iç içe olma) :İngilizce’de pek yaygın değildir. Bir grup kelimenin veya bir cümlenin kelime gibi birleşik
yazılmasıyla türeyen kelimelerdir. E.g. : hallebloodylujah, singabloodypore, godtripledammit…
Kamhmu dilinden daha iyi örnekler verilebilir : see (to drill) – srnee (a drill), toh (to chisel) – trnoh (a
chisel)…. krnap-kap….
Multiple Processes :Bir kelimenin bütün bu işlemlerden birden fazlasıyla zamanımıza gelmiş olabilmesidir. Buna
“analogy” denir E.g. : yuppie, yap-yappie, snowball, laser…….

  1. MORFOLOJI

Birçok dilde, basit bir kelime olarak görünen semboller kelime benzeri birçok elementi içerebilirler. Örneğin Swahili
dilinde “nitakupenda”, İngilizce’deki “I will love you” cümlesiyle aynı anlamdadır. Yani Swahili dilindeki yazılışı basit
bir kelimeden ibaret değildir: ni – ta – ku – penda

I – will – you – love

Görülüyor ki Swahili dilindeki kelimeler İngilizce’deki kelime yapısından farklı. Bununla beraber, diller arasında bazı
benzerlikler vardır, aynı mesajı yollamakta kullanılan benzer elementler… Bu tür benzerlikleri ve farklılıkları araştırıp
inceleyen bilime “morphology” adı verilir. 19.yüzyılın ortalarına kadar biyolojide kullanılan bu kelime daha sonra
dillerdeki elementlerin analizini yapan bilim dalına da verilen ad oldu. “Element” olarak anlattığımız kelimelere de
“morphemes” diyebiliriz.
Morphemes :İngilizce’de basit bir “talk” elementinden “–s, -er, -ed, -ing” ekleriyle “talks, talker, talked, talking”
şeklindeyeni kelimeler üretilebilir. Butün bunlara “morphemes” denir. Morphemes’in anlamı anlamı olan veya
dilbilgisinde görevli olan en küçük yapı taşıdır. Örneğin, “tourists” kelimesi 3 morphemes içerir: Tour-ist-s.
Free and Bound Morphemes :
Free Morphemes : Basit bir kelime olarak tek başına anlamlı kalabilen morfemlerdir. E.g. : open, tour…
Bound Morphemes : Tek başına anlamı olmayan basit bir kelimeyle kullanılan eklerdir. E.g. : re-, -ist, -ed, -s…..
Gerçekte bütün “affixes” ekleri birer morfemdir. “bağlı morfem”lerle kullanıldıklarında “serbest morfemlere”, “stem” adı
verilir. Örneğin:
Undressed : un – dress – ed
Prefix-stem-suffix
(bound)-(free)-(bound)

Ama İngilizce’deki “receive, reduce, repeat” kelimelerindeki “re-” eki bağlı morfem olarak sayıldığında “-ceive, -duce, –
peat” elementleri bağımsız morfem olarak görülemez. Bunlara “bound stems”, care, dress gibi elementlere de “free
stems” denir.
Free Morphemes :
Bağımsız morfemler ikiye ayrılır :
1.Lexical Morphemes : isimler, sıfatlar, fiiller. E.g. : boy, man, house, tiger, sad, yellow, sincere, look, open, break…
Bunlara “open class of words” denir.
2.Functional Morphemes : zamirler, articles, prepositions, conjunctions e.g. : and, but, when, on, because, near,
above, the, that, it…. Bunlara yenileri eklenemeyeceğinden “closed class of words” denir.
Bound Morphemes : Bağlı morfemlerde ikiye ayrılır :
1.Derivational Morphemes : Bir kelimeden başka bir kelime üretmek için kullanılan morfemlerdir. E.g. : care-ful,
care-less, fool-ish, bad-ly, pay-ment….
2.Inflectional Morphemes : Yeni kelime üretmek için kullanılmayan ama dilbilgisi kuralları için gerekli olan
morfemlerdir. Bunlar sadece 8 tanedirler. :
Jim’s : “-’s” (possessive).
Sisters : “-s” (plural).
One likes : “-s” (3rd person present singular)
Is laughing : “-ing” (present participle)
Has taken : “-ed, -en” (past and past participle tenses).
Loudest, quiter than : “-est”, “-er” (superlative, comparative)
Morphological Description :
“The girl’s wildness shocked the teachers” cümlesinin morfolojik çözümü şöyledir :
The girl -’s wild -ness shock -ed the teach -er -s
(func) (lex) (inf) (lex) (deriva) (lex) (inf) (func) (lex) (deriva) (inf)

Lexical

Free

Functional

Morphemes

Derivational

Bound

Inflectional

Morphs and Allomorphs :
“morphs” gerçek morfemler üreten elementlerdir. E.g : cat-s kelimesinde iki “morph” vardır.
Bazı özel durumlarda bu durumdan farklı şekilde üretilen morfemlerin eklerine “allomorps” adı verilir. E.g :
sheep+plural (zero-morph – sheep+Ø): sheep , man+plural : men veya go+past : went (morph-level)…
Bazı kelimelerin çoğul hallerinde gelen ekler :
Dogs : “-s”, oxen : “-en”, deer : “Ø”, judges : “-es”, curricula : “-a”.

  1. PHRASES AND SENTENCES : GRAMMAR

Grammar Türleri :
Her konuşmacı zihinsel bir grammar’e sahiptir. Bu içten gelen dilsel bilginin bir türüdür. Bu Grammar
öğretisi sonradan kazanılmaz. Farklı bir Grammar görüşü ise “linquistic etiquette – dil kuralları”nın kullanıldığı

uygun veya en iyi grammar tarzıdır. Son grammar görüşü ise genellikle İngilizce dilini baz alarak bir dilde bulunan
yapıların analizi içerir.

Bu üç görüşten birincisi insanın aklından neler geçtiği ile alakalı olduğu için bir psikolog için; ikincisi bir
çok insanın sosyal davranış ve değerleri ile alakalı olduğu için bir sosyalist için; Üçüncüsü ise dilin doğasıyla ilgili
olduğu için dilbilimciler için uygun konular olabilir.

Konuşmanın bölümleri :
1.Nouns : isimler
2.Adjectives : Sıfatlar
3.Verbs : Fiiller
4.Prepositions : Belirteçler
5.Pronouns : Zamirler
Traditional Grammar :
Geleneksel Grammar tanımını Latin ve Yunan dillerinden alır. Bu eski dillerin iyi saptanmış grammar

tanımları olduğundan bu tanımlara uymak ve İngilizce gibi dillerin analizine uygulamak uygundur.

Traditional Categories :
Agreement : İsmin fiil ile gramatik olarak bağlantılı olması.
Number : İsmin tekil yada çoğul olarak fiili etkilemesi.
Person : Öznenin 1.,2.,3. tekil veya çoğul kişi olarak fiili etkilemesi.
Tense : Zamanın fiildeki dilbilgisini etkilemesi. (Active-Passive Voice olarak da etkileyebilir).
Natural Gender : Öznedeki cinsiyetin aitlik zamirlerini etkilemesi. Gerçek anlamda kullanılır.
Grammatical Gender : Bütün isimlere cinsiyet verilerek belirteçleri ve dil bilgisi kurallarını ona göre

kullanmaktır. Mesela İspanyolca ve Almanca’daki gibi..

1.Traditional Analysis
The Prescriptive Approach :
Latin ve İngiliz cümlelerindeki benzerlik yapısaldır. Bu 18.yüzyıl dilbilimcileri tarafından dilin doğru, uygun

kullanılması için İngilizce’ye alınmış olabilir.

Bu kurallara İngilizce’nin prescriptive özellikleri denir.
1.Mastar ikiye ayrılmamalıdır (to quickly report gibi…).
2.Bir belirteç ile cümle sonlandırılamaz.
To boldly go teriminde zarf , infinitive’yi ikiye ayırdığı için hatalıdır. Ama bu hata Latince’de olanaksızdır.
Çünkü Latince’de infinitive basit tek sözcükten oluşmaktadır. Latince ve İngilizce bu noktada farklıdır. To+verb
yapısını ayırırsak Latince’nin grammar kuralını çiğnemiş sayılmayız çünkü Latince’de bu yapı zaten mümkün değildir.

The Descriptive Approach
Araştırılan dilde bulunan uygun dilbilgisi yapılarını tanımlayan bir işlemdir. Latince’nin dilbilgisini
çalışmak İtalyanca ve İspanyolca gibi dillerde faydalı olabilir ama İngilizce’de yaralı olmaz. Latin kurallarıyla bazı
Avrupa dışında konuşulan dilleri açıklamak ise hatalara neden olur. Dilbilimciler çeşitli dillerin dilbilgisi kurallarını
araştırırlar ve yapılarını olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi tanımlamaya çalışırlar. Bu işleme yani birçok farklı
dilin yapılarını tanımlama çabasına “descriptive” denir.

2.Structural Analysis :
Tanımlama türlerinden biridir. Sözcük kalıplarının dağılımını inceler (distribution of forms).
Bu örnekte(test-frame) boşluklara gelebilecek uygun kelimeler aynı kategoride toplanır.
The ……………….. makes a lot of noise. I heard a ……………. yesterday.
Bu boşluklara gelecek kelimelerin ortak kategorisi elbette ki “isim”dir. Eğer örnek şöyle olsaydı :
…………………makes a lot of noise. I heard ……………… yesterday.
Bu sefer test-frame’de uygun olacak sözcüklerin kategorisi “noun phrase” olacaktı.
Buna benzer yöntemlerle bir dildeki cümlelerde görev alan yapıların tanımlaması yapılır.

3.Immediate Constituent Analysis :
Bir cümle küçük parçaların birleşmesiyle oluşur.
Her father brought a shotgun to the wedding. cümlesinde altı çizili olanlar “noun phrases”dir.
“to the wedding” : prepositional phrase.
“brought a shoutgun” : verb phrase

Labeled and Bracketed Sentences :
Bu yöntemde kelimeler bağlantılarına göre parantez içine alınır ve aşağıdaki tanımlarla etiketlenir.
Art : Article. V : Verb
N : Noun VP : Verb Phrase
NP : Noun Phrase S : Sentence.
Art N V Art N
The dog followed the boy
NP NP
VP

Bu tür bir tanımlamada bazı etiketlemeleri hariç bıraktık. Bunlar hierarchical organization’ lardır.
Örneğin İskoçya’da konuşulan Gaelic dilinde cümle fiille başlar ve sıfatlar isimden sonra gelir. Bu tanımlama yöntemi
ile yapılan araştırmalar neden İngilizce öğrenen bir İspanyol’un the wine white şeklinde hatalı bir yapı ürettiğinin
cevabını verir.

  1. SEMANTICS

Bir dilbilimci bir dildeki kelimelerin anlamlarını incelerken kavramsal (conceptual) anlama, birliğe ait (associative)
veya üsluba ait (stylistic) anlamdan daha fazla önem verir. Örneğin;
Needle sözcüğünün anlamı İngilizce’de conceptual anlamıyla “thin, sharp, steel, instrument” olarak verilebilir. Ama
needle kelimesine eklenmiş ve sizi “acı çekmek” terimine yöneltecek yapılarda olabilir. Bu birlik (association),
kavramsal anlamın bir parçası değildir.
Semantic Features :The hamburger ate the man
Bu cümle sözdizimi (syntactic rules) kuralları yönünden doğru yapılandırılmıştır.
Yani bu cümle söz dizimi (syntactically) yönünden doğru ama anlam bilimi (semantically) yönünden hatalıdır.
“ate” fiilinden önce beslenme yeteneği olan bir isim koyarsak cümleyi anlamlı kılmış oluruz. Bu örnekteki gibi anlam
analizi çalışmalarına “semantic features” denir.

Features Table Cow Girl Woman Boy Man
Animate – + + + + +
Human – – + + + +
Male – – – – + +
Adult – + – + – +
Örnek : The ……………………….. is reading a book. N ( + human).
Semantic Roles :Cümleyi oluşturan parçaların rollerine “semantic roles” denir. Bu kelimeler verilmek istenen
anlamın taşıyıcılarıdır (containers). Örneğin;
The boy kicked the ball.
Yukarıdaki cümlede isim kalıpları eylemde var olan insan ve nesneleri tanıtır. Bu isim kalıpları için bazı görevler
vardır (semantic roles).
Agent, Theme, Instrument :
The boy kicked the ball.
Yukarıdaki cümlede durumu oluşturan varlık yani “The boy”, “agent” olarak adlandırılır.
Cümlede durumda yer alan veya durumdan etkilenen nesne “the ball” ise theme olarak adlandırılır.
“Theme” basitçe tanıtılan bir isim de olabilir. E.g. : The ball was red.
Durumu oluşturan varlık insan (agent) değil de başka bir özne olduğunda buna “the role of instrument” denir.
Örneğin ; In writing with a pen or eating with a spoon. (a pen, a spoon : instruments).
“Theme” insan olabilir. Örneğin;
The boy kicked himself (the boy : agent, himself : theme).
Experiencer, Location, Source, Goal :Bir isim tamlaması başka bir varlığı işaret ediyorsa (duygusu, algısı veya
durumu olan) buradaki varlığın rolü “experiencer” dır.
Did you hear that noise? (you : experiencer, that noise : theme).
Location : Varlık bir yer, yön belirtiyorsa rolüne verilen addır.

Source : Varlığın kaynağıdır.
Goal : Varlığın ulaştığı yerdir.
Örneğin :
Mary saw a mosquito on the wall.
Experiencer theme location
She borrowed a magazine from George
Agent theme source
And she hit the bug with the magazine.
Agent theme instrument
She handed the magazine back to George.
Agent theme goal
“Gee thanks” said George.
Agent
Lexical Relations (kelimelere ait akrabalık) :
Synonymy :Aynı anlamda olan kelime gruplarıdır. Örneğin;
Broad – wide, hide – conceal, almost – nearly, cab – taxi, liberty – freedom, answer – reply.
Antonymy : Zıt anlamda olan kelime gruplarıdır. Örneğin;
Quick – slow, rich – poor, happy – sad, male – female, true – false, dead – alive.
Antonymy’ler ikiye ayrılır.
Gradable Antonyms : Big – small örnekleri karşılaştırmalarda kullanılabilir. Bigger – smaller gibi. Ayrıca
bazen bir kelimenin olumsuzu, çiftini ima etmez. Mesela “köpek yaşlı değildir” ifadesi “köpek gençtir” anlamına
gelmez. Bu özellikleri taşıyan kelime çiftlerine “gradable antonyms” denir.
Non-Gradable / Complementary Pairs : Karşılaştırmaları kullanılamaz ve (dearder veya more dead
ifadelerinin saçma oluşu gibi) ve birinin olumsuzu diğeri ile aynı anlama gelmektedir. Örn : dead – alive, true – false,
male – female.
Reversives : tie fiilinin karşıtı untie olarak söylenebilir. Ama “untie” , “not tie” anlamına gelmez. Bu gibi
örneklere “reversives” (karşıtını yapmak) denir. Örn : enter – exit, pack – unpack, lengthen – shorten, raise – lower,
dress – undress.
Hyponymy : Eğer bir kelimenin tanımı içinde başka bir tanım içeriyorsa bu iki kelime arasındaki bağlantıya
“hyponymy” denir. Mesela daffodil (nergis) bir çiçektir. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz. “Daffodil is a hyponym of
flower”.
Living things
Creature Plant
Animal Insect Vegetable Flower Tree
Horse Dog Snake Cockroach Ant Carrot Daffodil Banyan P ine
Asp
Horse and dog are co-hyponyms and the superordinate term is animal.
An asp is a kind of snake. Engerek hakkında bir yılan türü olduğundan başka bir şey bilmiyor olabiliriz.
Fiillerde bu şekilde gruplandırılabilir : injure = cut, punch, shoot, stab.

  1. PRAGMATICS (Sebep – Sonuç İlişkisi) :

Bir dildeki sesleri okurken veya duyarken, kelimelerin anlamı kadar konuşmacının bize ne iletmek istediği de
önemlidir. Konuşmacının göndermek istediği anlam üzerindeki çalışmalara Pragmatics adı verilir.

Invisible Meaning :Bir park yerindeki “Heated Attendant Parking” reklamından “car” kelimesi geçmemesine rağmen
araba parkı olduğunu ve bir görevlinin arabamızla ilgileneceğini anlayabiliriz. “Heated Attendant” kelimesinden kimse
“yanımızda bir hizmetli getirip onu park edebilirsiniz” anlamı çıkarmaz. Bu örnekte anlam gizlidir. Kelimelerin gerçek
anlamını değil konuşmacının iletmek istediği mesajı algılarız.
Context (söz gelişi) :
Linguistic Context/Co-text : Daha önce “bank” kelimesinin birden fazla farklı anlamı olduğunu görmüştük. “Bank”
kelimesini cümlede “step” veya “overgrown” gibi kelimelerle birlikte kullanıldığında anlamı “nehir kenarı” olacaktır. “to
get to the bank to cash a check” ifadesinde aklımıza gelen ilk anlamı “Banka” dır. Böyle konuşma veya yazıda geçen
konuşmacının iletmek istediği anlama “linguistic context” denir.
Physical Context : Bir binanın duvarında “bank” yazısı görürsek aklımıza ilk gelen anlam elbette nehir kıyısı olmaz.
Okuyup yazdıklarımızın büyük bir bölümü bu gibi “physical context”e bağlıdır.
Deixis : Dilde konuşmacının “physical context” i alınmadan anlam kazanmayacak birçok kelime vardır.Örneğin;
You’ll have to bring that back tomorrow, because they aren’t here now.
Yukarıdaki cümle konuşmacısını, durumu, yerini ve zamanını bilmiyorsak bizim için hiç bir şey ifade etmez. Bu gibi
ifadelerde “physical context” kelimeye anlam kazandıracaktır. Böyle ifadelere “deictic expressions” denir.

Kelime bir kişiyi işaret ediyorsa (me, you, him, them) : Person Deixis.
Kelime bir yeri işaret ediyorsa (here, there, yonder) : Place Deixis.
Kelime zamanı işaret ediyorsa (now, then, last week) : Time Deixis.
Kişi, yer ve zaman bilgileri bize anlamlı olabilmesi için ön bilgimiz olması gerekir. Örneğin; birisi bize
doğru geliyorsa “Here she comes!” yada bizden uzaklaşıyorsa “There she goes” ifadeleri yalnız kendimiz için
anlamlıdır.
Bir bar sahibi “Free Beer Tomorrow” tabelası ile müşterilerinin dikkatini çekmek ister ama “tomorrow” ifadesi için
kimse ön bilgiye sahip olamaz. Burada da deixis vardır.
Reference (kinaye, ima) :Kelimelerin kendileri bir şeyleri ima etmez, onları yönlendiren bizleriz. Bir konuşmacı
dinleyicinin bir şeyi teşhis etmesi için dili kullanır. Kelimenin gerçek anlamı değil konuşmacının verdiği anlama
“reference” denir. Örneğin;
Bir insan hakkında tek bildiğimiz hızlı ve gürültülü motosikleti ile evimizin önünden geçtiği ise ve adını bilmiyorsak
ona Mr.Kawasaki diye hitap etmemiz Reference’ye örnektir.
Bir garson diğerine “Where is the fresh salad sitting? diye seslendiğinde ima ettiği salata ısmarlayan müşteridir. Bu
örnekte “salad” insanı ima etmektedir.
Picasso is in the museum.
We saw Shakespeare in London
I enjoy listening to Mozart
Can I look at your Chomsky?
Anaphora
Can I borrow your book?
Yeah, it’s on the table

Yukarıdaki soru-cevap örneğinde “book” ile “it” kelimeleri arasında bir bağlantı vardır. Bu bağlantıdaki “it”
kelimesi anaphora’ya “book” ifadesi ise “antecedent”e örnektir. Bu örnekte “book” “anaphoric” bir tanımlamadır.
Anaphora ile Antecedent (referent) birbirine dolaylı yoldan da bağlı olabilir. Örneğin;
I was waiting for the bus, but he just drove by without stoping.

Presupposition Bir konuşmacı “this, he, Shakespeare” gibi ifadeler kullandığında dinleyici bunların neleri ima ettiğini
anlar. Bazı durumlarda konuşmacının ilettiği mesajlarda dinleyicinin önceden bildiği durumlar olur. Bu duruma
“presupposition” adı verilir. Örneğin;
“Your brother is waiting outside for you” ifadesinden bir kardeşimiz olduğu “presupposition”a örnektir.
“How fast were you going when you ran the red light?” sorusunu soran avukat bu sorunun “how fast?” kısmına cevap
alırsa sanık kırmızı ışıktan geçtiğini itiraf ediyor demektir. Bu durum da avukat “presupposition” yapıyordur.
“Pressupposition” un doğruluğunu test etmek için örnek cümlenin olumlu ve olumsuz halleri yazılıp ön-bilginin hala
doğruluk taşıyıp taşımadığı incelenir.
“My car is a wreck” ile “my car is not a wreck” örneğinde ön-bilgi : I have a car.
Bu duruma “constancy under negation” denir.
Speech Acts :
“Speech Acts” tamlamasından kasıt durumlar, ricalar, emirler, sorular ve bilgilendirmedir.

Forms : Interrogative : Soru edatı içeren. Functions : Soru

Imperative : Emir kipi içeren. Emir, rica
Declarative : İfade edilen. Durum

Direct Speech Act : Konuşmacı dinleyiciden bilmediği bir bilgiyi almak istiyorsa ve “Did he……?, Are they……?, Can
you….? şeklinde sorduğu sorulardır.
Indirect Speech Act : Konuşmacı bir rica veya emir anlamında söylediği sözlere denir. Örneğin;

Can you pass the salt? Tuzu uzatır mısın?
You left the door open! Kapıyı açık unuttun (Kapat!)

Politeness :

Nezaketi insan yüzü ifadesi ve mimikleriyle ele verir. Sözlediğiniz söz dinleyiciye korku vermeye
yönelikse buna “face-threatening act” denir. Dinleyicideki korkunuz kademe kademe azalıyorsa buna “face-saving
act” denir.

Negative-face : Negatif yüzümüz bir bağımsızlığa, yükten kurtulma özgürlüğe ihtiyaç duyar.
Possitive-face : Bağlılık, aitlik, bir grup üyeliğine ihtiyaç duyar.

  1. DISCOURSE ANALYSIS

Cohesion (bağlılık):Bir paragraf birbirine bağlı cümlelerden oluşmak zorundadır. Bu bağlılığa “cohesion” denir. Bu bağlılık bir
cümledeki zamirin önceki cümledeki ismi ima etmesi gibi olabilir. Örneğin;
Father – he, my – I, Lincoln – it,
Lincoln convertible – that car – the convertible (lexical connection)
Money – bought – saving – worth a fortune – pay (common connection)
Time – once – nowadays – sometimes.
However (cümleleri bağlar)
Bu bağlantılardan yola çıkarak (cohesive links), bir paragrafın iyi yazılıp yazılmadığı söyleyebiliriz. Çeviri çalışmalarındaki
zorluğun bir kaynağı bu bağlantıların gözden kaçması olabilir.
Ama bir paragraf sadece bu bağlantılar ile anlamlı olmaz. Örneğin;
“My father bought a Lincoln convertible, The car driven by the police was red. That color doesn’t suit her. She consists of three
letters. However a letter isn’t as fast as a telephone call”.
Yukarıdaki paragraftan anlaşılacağı gibi bağlantılar sadece kelimeler arasında değil aynı zamanda cümlelerin anlamları ve
zamanlar arasında da olmalıdır.
Cohesion sadece kelimeler arasındaki sözgelimi bağlantıdır.
Coherence (tutarlık) :Cümlelerin anlamları arasındaki bağlılıktır. Yukarıdaki örnekte kelimeler arasındaki dilbilgisel bağlantı
bize anlamlı bir paragraf oluşturamamıştır.

Her : That’s the telephone (She makes a request of him to perform action)
Him : I’m in the bath (He states reason why he cannot comply with request)
Her : O.K. (She undertakes to perform action)
Yukarıdaki örnekte ise kelimeler arasında bir bağlantı yok ama cümlelerin anlamları arasındaki bağlantı diyalogu

da anlamlı kılmıştır.
Speech Events :Kişiler arasında geçen diyalogların değişimini belirleyen birçok kriter vardır. Örneğin konuşmacı ve dinleyici
arasındaki yakınlık, yabancılık, yaş farkı, eşitlik, sosyal durum söylenen söz ve nasıl söylendiğini etkileyecektir.
Conversational Interaction :Karşılıklı sohbet sırasında konuşma iki veya daha fazla insan arasında dolaşır. Bir kişi söz
aldığında diğeri susmuştur. Aynı anda konuşma başladıysa biri sözünü tamamlamadan susar.
Bir konuşmacı sözünün tamamlama noktasını (completion point) belirttiğinde (soru sorarak veya duraksama ile anlaşılabilir)
diğer konuşmacı başlar.
Bu alandaki en ilginç araştırma “conversational interaction” dur. Bu stratejilerden bazıları “kabalık” olarak görülür (eğer bir
kouşmacı diğerinin sözünü kesiyor ise). Aynı şekilde “utangaçlık” ta (bir konuşmacı konuşmak için fırsat bekliyor ise ama hiçbir
hareket gerçekleştirmiyorsa) bunlardan olabilir. Konuşmacının bu yolla kaba veya utangaç olarak nitelendirilmesi “turn-taking”
denilen durumda (bir söyleşi sırasında) oluşur.
Eğer konuşma sırasını değiştirmeden düşünmek için duraksamalar gerekirse bu duraklar cümle sonlarında değil fiillerden sonra
verilmelidir.
The Co-Operative Principle :Konuşmacılar uyulması beklenen dört prensip ile sohbet ederler (Grice – 1975).
1) Quantity (nicelik) : Konuşmanızı (contribution) gerektiği kadar bilgi verici yapın. Gerekenden az veya fazla değil.
2) Quality (kalite) : Yanlış olacağına inandığınız şeyleri veya ispatınız olmayan şeyler hakkında konuşma.
3) Relation (ilişki) : İlgili olun.

4) Manner (anlam) : Açık, sade ve düzgün sözler söyleyin.
Quantity : Well, to make a long story short . / I won’t bore you with all the details.
Quality : As far as I know. / I’m not absolutely sure but….
Implicature : Carol : Are you coming to the party tonight?
Lara : I’ve got an exam tomorrow.

Yukarıdaki örnekte cevap aslında sorunun cevabı değildir ama soruya uygun bir bilgi içerir. Bu duruma “conversational
implicature” denir.
Background Knowledge :Schema : Bir yazı okurken veya konuşma sırasında hafızada biriken bilgilerin genel adıdır. Biri bize
bir markette olan olayı anlatmadan önce marketin tarifini yapmaz çünkü daha önceden hafızamızda bir market schema’sı vardır.
Script : Bir seri söz gelimi durumun var olduğu bir schema türüdür. Mesela bir restaurant script’i bize kapıyı açarak içeri girmek,
bir masaya oturmak, sipariş vermek gibi birçok bilgiyi hafızamıza yerleştirir ama dinlediğimiz hikayede bunlar boşlukları
tamamlar.

Mesela bir şurup paketinde “fill measure cup to line and repeat every 2 to 3 hours” yazabilir ama asıl amaç olan

“drink” eylemi açıkça yazılmaz. Bu hastanın hafızasında zaten olan bir script’tir.

  1. LANGUAGE AND THE BRAIN

Beyin, dili kullanma yeteneğinin saklı olduğu yerdir. Dil ve beyin arasındaki bağlantıyı çözmek için “sinirsel dil bilimi”
(neurolinguistics) üzerinde çalışmamız gerekir.
Phineas P. Gage : 1848 yılının Eylül ayında Cavendish, Vermont’ta bir inşaatta usta başı olan Gage’nin başından bir
kaza geçer. Görevi yeni bir demir yolunun geçmesi için kayaları patlatmaktır. Bir seferinde Gage patlayıcıyı kayanın
üzerinde bir deliğe yerleştirirken barut alev alır. Patlama uzun bir demir çubuğu Gage’nin üzerine fırlatır. Çubuk sol
üst yanağından (upper left cheek) girer ve alnının üst kısmından çıkar. Gage kimsenin şahit olamayacağı bir acıyı
yaşamıştı. Yinede bir ay sonra Gage konuşmasına ve duyularına bir zarar gelmemiş şekilde ayaktaydı.
Örnek açıktır. Metal bir çubuk Gage’nin beyninin ön bölümünden boydan boya geçmişti ama onun dil üzerine
yetenekleri etkilenmemişti. Yani eğer dilsel yetenekler beyinin bir kısmına yerleştirilmiş ise burası ön kısmı olamaz.
Parts Of The Brain :
O günden bu güne beyinin dil fonksiyonları ile ilgili bazı kısımları hakkında keşifler yapıldı.
Beyin iki yarı küreden oluşur. Bunlar sağ ve sol yarıkürelerdir (hemispheres). Omuriliğe (spinal cord) bağlandığı bir
gövdeye sahiptir. Sol yarı kürenin iç ve orta kısımlarında bulunan dört ayrı bölüm dilsel yeteneklerimiz için ayrılmıştır.
Bunlar otopsilerde (autopsies) yapılan araştırmalarda, hayatta oldukları zamanlarda dilsel problemler yaşamış
insanların beyinleri incelenilerek tanımlanmıştır. Bu bölümlere zarar gelmediği sürece insanın dilsel yetenekleri
değişikliğe uğramaz.
1) Broca’a Area : Beynin iç kısımlarında biraz alın hizasında bulunan bir kısımdır. Anterior Speech Cortex (öndeki
konuşma kabuğu) olarak da adlandırılır. İsim babası olan Paul Broca Fransız bir cerrahtı (surgeon). 1860larda
yazdığı bir raporunda bu bölümü zarar görmüş olan hastaların büyük bir konuşma zorluğu çektiğini yazmıştı. Beynin
sağ yarıküresindeki aynı bölümünde böyle bir etkinin olmadığı da raporda bulunmaktaydı. Bu, dilsel yeteneklerin
beynin sol yarı küreye bağlı olduğunu destekleyen ilk kanıttır. Yani kısaca sol yarı küredeki Broca bölümü konuşmayı
üretir.
2) Wernicke’s Area : Beynin iç, arka kısımlarında bulunur. Posterior Speech Cortex (gerideki konuşma kabuğu) da
denir. 1870lerde Carl Wernicke adında bir alman doktor tarafından tanımlanmıştır. Doktor raporunda beyinlerinin bu
bölümleri zarar görmüş olan hastalarının konuşma algılarında (speech comprehension) sorunlar olduğundan
bahsetmiştir. Bu buluş hem beynin sol yarı küresinin konuşma yeteneklerine ayrıldığını desteklemiş hem de
konuşmayı anlama işlevinin beynin hangi kısmında gerçekleştiğini tanımlamıştır.
3) The Motor Cortex : Beynimizin üst-orta bölümüdür. Beynin bu bölümü kas hareketleri ile görevlidir. Bu bölümün
“Broca’s Area’ya” yakın olan kısmı yüz, dil, gırtlak (larynx) ve çene kaslarını (articulatory muscles) kontrol eder.
Beynin bu bölümünün konuşmanın fiziksel öğeleriyle alakalı olduğu 1950lerdeki bir çalışmayla kanıtlanır. Penfield ve
Roberts adlarında iki sinir-cerrahı (neurosurgeon) deneylerinde beynin belirli bölgelerine elektirik şoku uygularlar.
Elektrik verilen bu bölümler normal konuşmaya zarar vermektedir (interfere).
4) The Arcuate Fasciculus : Yine Wernicke’nin buluşu olan Wernicke’s Area ile Broca’s Area’yı birbirine bağlayan
bir yığın (bundle) sinir kablosudur (nevre fibers).
The Localization View (Yerini belirleme fikri) :
Sonuç olarak dilin bazı belirli bölümleri beyindeki bazı belirli bölümlerle uyumludur (accord). Bir kelimeyi
duymak ve anlamak (comprehend) Wernicke’s Area sayesinde mümkündür. Daha sonra bu sinyaller “Arcuate

Fasciculus” ile Broca’s Area’ya aktarılır. Burada ise konuşmayı üretecek hazırlıklar yapılır. Daha sonra sözü
oluşturacak fiziksel hazırlıkları yapması için sinyal Motor Cortex’e gönderilir.
Bu açıklama gerçekte olanın çok basitleştirilmiş bir versiyonudur. Bu noktada şöyle bir problem çıkmaktadır. İnsan
beyninin karmaşık mekanizmasına dilin bölümleri konusunda böyle görevsel yerleştirmelerde bulunursak; beynin,
merkezi sinir sistemi ile, beyindeki kanın rolleri ile ve birbirine bağlı olan (interdependent) beynin doğal diğer
fonksiyonları ile anlaşılması güç (intricate) bağlantılarını ihmal etmiş (neglect) oluruz.
Localization view (yerini belirtme fikri) bizim dilsel yeteneklerimizin beyinde belirli bölgelere bağlı olduğunu savunan
fikirlerden birisidir. Bazı çalışmacılar bu fikrin geçersiz olduğunu kanıtlayan örnekler gösterirler. Beynin herhangi bir
bölümüne zarar gelmesi başka bölümlerinde geri tepmeye (repercussion) neden olabilir. Sonuç olarak dilsel
davranışların bölümleri ile beynin bölümlerini belirli kesin bağlarla tanımlarken daha ihtiyatlı, dikkatli (cautious)
olmalıyız.
Other Views (Diğer Fikirler) : Beyinde tam olarak neler olup bittiğinin tanımlanmasında yetersiz kalabilecek mecazi
kalıplarda beyinde bazı gelişimsel süreçler düşünülebilir. Patika (pathway) mecaz anlatımı elektronik çağda çok
uygun (appropriate) tanımlanabilir. Çünkü bu işlem elektriksel daireler (electrical circuits) yoluyla sinyal yollamaya
benzer bir şekilde yol alır (conjure up). İlk zamanlarda mekanik teknolojinin hakimiyetiyle Sigmund Freud, ustaca
(subtly) bir “steam engine metaphor’u” (buhar makinesi) kullandı. Bu açıklama beyin aktivitelerinin belirli rollerini
belirtmekteydi. Çalışmalarında baskı altında tutulmanın etkilerini (repression), ani kurtulma ve baskı çeşitlerinin
beynin aktivitelerindeki rollerini açıklamaya çalışmıştır. Yine ilk zamanlarda, Aristotle, kendi metaphor’unda beyni
görevi kalbin kanını soğuk tutmak olan soğuk sünger olarak açıklamıştır. Bu fikre Galen meydan okumuştur.
Bir anlamda, beyindeki gelişimin fiziksel kanıtını bulamadığımızdan eski zamanlarda bu şekilde fikirler ortaya
çıkmıştır. Direk bir kanıt olmadığından dolaylı yoldan geliştirdiğimiz çalışmalarla beyni keşfetmeye çalıştık. Bu
metotlardan bazıları aşağıda açıklanmıştır. Bu metotlar 1970de MacKay tarafından şöyle tanımlanmıştır : Geçici
türlerinden karmaşık ve incelenemeyen bir sistemin özelliklerini anlamak.
Tongue Tips and Slips :Bazı araştırmalar gösteriyor ki, dil kullanıcıları gibi hepimiz bazen beyin ve konuşma
üretiminin birlikte pürüzsüzce (smootly) çalışmasında zorluklar çekebiliriz (belki o gün diğerlerinden daha kötü
geçmiştir sadece). Bizim dilsel bilgimizin beyin ile organize olma yolu ele alınarak mümkün ip uçları halinde bu
türdeki (this sort) ana üretim zorlukları incelenmiştir
Örneğin Tip-of-the-tongue fenomeninde bazı kelimelerin sanki bizden sakındığını (eluding) hissederiz.
Gerçekte kelimeyi biliyor fakat kullanmayız. Bu fenomen üzerindeki araştırmalar gösterdi ki, aslında konuşmacılar
kelimenin fonolojik ana hatlarına sahiptirler, birincil sesleri (initial sound) doğru alabilirler ve kelimedeki hece sayısını
çoğunlukla bilebilirler. Bu deneyim daha sık, nadir kullanılan isim ve terimlerde görülür. Yani bizim kelime hazinemiz
(word-storage) bazı fonolojik bilgilerin temelinde düzenleniyor (organize) ve bu hazinedeki kelimelerin bazılarına
diğerlerinden daha kolay ulaşılabiliyor (retrieve) olabilir. Bu ulaşım sürecinde hata yaptığımız zaman, genelde hedef
kelime ile hatalı kelime arasında güçlü bir fonolojik benzerlik bulunur. Örneğin; konuşmacı “sextant” kelimesini
(gemicilikte bir gök cisminin yüksekliğini ölçen alet) kullanacağı sırada “secant”, “sextet” veya “sexton” kelimelerine
yönelebilir. Bu türdeki hatalara “Malapropisms” adı verilir.
Benzer bir konuşma hatası da slip-of-the-tongue olarak adlandırılır. Bu hata şeklinde kelimeler hece veya
bütün olarak birbirine karışmış (tangled) olabilir. Örneğin;
make a long story short : make a long shory stort
the thine sing : the sign thing
use the door to open the key / a fifty-pound dog of bag food.
Bu hata türü ayrıca Spoonerism olarak da adlandırılır. (bu hata türünü yaygınca yapmasıyla ün salmış
Oxford Üniversitesi din adamı William Spooner’dan gelir).
To a rural group : Noble tons of soil
Describing God : A shoving leopard to his flock.
To an absent pupil : You have hisses all my mystery lectures.
Oscar Wilde : Work is the curse of the drinking classes.
Tips-of-the-slung : Bir sesin bir kelimeden diğerine taşınmasıyla oluşabilir. Örneğin : black bloxes : black boxes.
Veya bir sesin diğer kelimenin aynı kısmına kopyalanması şeklinde olabilir. Örneğin : noman numeral : roman
numeral, a tup of tea (cup), the most highly played player (paid).
Son örnek ters (reversal) türden bir slip’tir. shu flots, beel fetter, stick neff, loop before you leak.
Son iki örnek son seslerdeki (word-final) kargaşadan doğmaktadır ve bu örnekler ilk seslerin (word-initial)
karıştırılması kadar yaygın değildir.

Diğer bir slip (yanlışlık) türü ise beynin aldığı sinyallere nasıl bir anlam verdiği hakkında ipucu verir. Bu tür
yanlışlara slip-of-the-ear adı verilir. Mesela bir kişinin söylediği “grey tape” sözünü başkasının “great ape” olarak
anlaması gibi.
Aphasia (söz yitimi) : Bu hataları bazı insanlar sürekli (constantly) yaparlar. Dildeki bu tür düzen bozukluğunun
sürekli tekrarlanmasına Aphasia denir. Bu dil formlarını üretme veya anlamada zorluklar yaratan merkezlerde örneğin
beyinde bir hasara bağlı dilin fonksiyonlarındaki bir bozulmadır (impairment). Aphasia hastalığının büyük bölümüne
darbeler (stroke) neden olur. Aynı şekilde şiddet ve kazalara bağlı beyin sarsıntıları (traumatic head injures) da
neden olabilir. Aphasic olan biri anlamada zorluklar çekebilir ve bu dil üretiminde de zorluklar çekmesine neden
olabilir.
Broca’s Aphasia :Bu hastalığın bir türü Motor/Broca’s Aphasia diye adlandırılır. Bu türde; konuşma miktarında
sürekli bir azalma, düzensiz telaffuz (distorted articulation) ve yavaş, çaba gerektiren konuşma vardır. Sözlenen
sözler normalde isim ve fiiller gibi sözcüksel morfemler içerir. Bu hastalıkta konuşmacı fonksiyonel morfemleri unutur.
Böylece dil bilgisi işaretlerinin kullanılmamasıyla konuşmada anlatım bozuklukları oluşur.
Aphasic biri şu şekilde cümle kurabilir : I eggs and eat and drink coffee breakfast.
Daha şiddetli bir hastada : my….cheek….very annoyance…main is my shoulder…aching all roud here.
Veya ne tür bir gemiyle yolculuk ettiği sorulan bir hastanın : a stail…you know what I mean… tal…stail.
Broca’nın Aphasia’sında anlayış (comprehension) üretimden daha iyi durumdadır.
Wernicke’s Aphasia :Bu hastalıkta zorluk algılamadadır. Bu nedenle Sensory Aphasia diye de bilinir. Sorun dilsel
bilgiyi anlamadadır (comprehension). Bu türde bir hasta takılmadan konuşuyor olabilir ama algılaması sorunludur.
Doğru kelimeleri bulma zorluğu ve bu nedenle dolambaçlı (circumlocution) konuşmalarda bu türle alakalıdır. Örneğin
What is ink for? : To do with a pen. (bu tür hastalık Anomia diye de adlandırılabilir).
Conduction (taşıma) Aphasia :Daha az yaygın olan bu türde sorun beynin anlama ve üretme kısımlarını birbirine
bağlayan “arcuate fasciculus” bölümünün zarar görmüş olmasıdır. Bu türde hastalar telaffuz (articulation) problemi
yaşamazlar. Ama kekelemeler (hesitation) ve duraksamalar nedeniyle ritim bozuklukları yaşayabilirler. Algılamada da
bir sorun yoktur. Problem başka birinin söylediği sözü tekrarlamaya gelince yaşanır. Duyulan ve anlaşılan her ne
olursa beyinde konuşmanın üretildiği alana taşınamaz. “Base” ve “wash” kelimelerini üretmek için “vaysse” ve “fosh”
gibi kelimeler yaratmaktır.
Aslında bu belirtiler (örneğin : kelime bulma zorluğu) bütün Aphasia türlerinde görülebilir. Veya dementia (bunaklık)
gibi beyinle ilgili hastalıklarda da karşılaşılabilir. Ayrıca konuşmada sorunlar yaratan durumlar yazmada da sorun
çıkarabilir. Algı bozuklukları (impairment) ise okuma zorlukları şekline dönüşebilir. Bütün bu anlatılan dildeki düzen
bozuklukları çoğunlukla beynin sol yarı küresine gelen zarar sonucu oluşur.
Dichotic Listening :Deneysel bir teknikle dil fonksiyonlarının beynin sol yarıküresi ile alakalı olduğunun
kanıtlanmasına “dichotic listening test” denir. Bu tekniğe göre vücudun sağ tarafını beynin sol bölümü, aynı şekilde
vücudun sol tarafını ise beynin sağ bölümü kontrol eder. Sol yarı kürenin zarar görmesi vücudumuzun sağ
kısımlarında görev bozukluklarına neden olabilir. Buna göre basit bir tahmin (assumption) yaparsak; sağ kulaktan
gelen bir sinyal beynin sol yarı küresine, sol kulaktan gelen bir sinyal ise sağ yarı küreye gitmelidir.
Right Ear Advantage : İki kulaktan aynı anda farklı sinyaller yollandığında, sağ kulaktan gelen sinyal daha doğru ve
çabuk algılanır. Bunun nedeni sağ kulaktan gelen sinyalin direk beynin sol yarıküresine yollanması, sol kulaktan
gelen sinyalin ise önce sağ ardından sol yarı küreye yollanmasından kaynaklanmaktadır. Deneylerde sol yarı küreye
ilk ulaşan sinyal kazanmaktadır ve buna Sağ Kulağın Avantajı denir.
Yapılan buna benzer testlerde insan beyninin sağ yarı küresi müzik, kuş sesi, trafik gürültüsü gibi “non-
verbal” (çevresel) sesleri diğerlerinden daha kolay algılar. Sol yarı küre ise dil ile ilgili sesleri daha rahat işler.
Bazı araştırmalarda bu farkın materyal ile değil işlem şekli ile ilgili olduğunu göstermiştir. Beynin sol
yarıküresi çözümsel (analytic) gelişime, sağ yarı küresi holistic gelişime yatkındır.
The Critical Period : İnsan beyninin sol yarıküresinin dile yatkınlığı tek taraflı (lateralization) görünmektedir. İnsan
çocuğu doğar doğmaz dilsel bir gelişime sahip olmadığı için, bu tek taraflılık erken çocuklukta başladığı düşünülür.
Bu dil kazanımı (acquisition) ile aynı zamana denk gelir (coincide). Çocukluk sırasında belli bir yaşta insan beyninin
dili algılama ve öğrenme için en hazır olduğu bir dönem bulunduğuna inanılır. Bu döneme “Critical Period” adı verilir.
Eğer herangi bir nedenle bir çocuk bu dönemde dil edinimini sağlayamazsa daha sonra öğrenmekte büyük zorluk
çeker.
Genie : 1970 yılında Genie adında bir çocuk Los Angeles’ta çocuk hastanesine alınır. 13 yaşındadır ve
hayatının büyük bir kısmını küçük kapalı odasında bir sandalyeye bağlı geçirmiştir. Babası en ufak bir ses
çıkardığında onu dövmüştür. Radyo veya televizyonu da yoktu. Annesi onun tek insan kontağıydı. O da oğlunu

beslemek için birkaç dakikadan fazla kalamazdı. Bu kız hayatının tamamını fiziksel, duyusal, sosyal ve duygusal
yoksunlukla (deprivation) sürdürür.
Genie durumu öğrenildikten sonra dili kullanmayı geliştiremez. Kısa bir süre sonra diğer insanların seslerini
algılamaya ve iletişim kurmaya çalışır. Kelime bilgisi çok basit kaldı. Eğer o bu andan itibaren kelime hazinesini
normal düzeye kadar geliştirebilirse “Critical Period” teorisini çürütmüş olacaktı. “Critical Period” dönemi ergenlik
(puberty) çağıyla sona erdiğinden bu zamandan sonraki dil edinme çabalarında büyük zorluk yaşaması gerekirdi.
Fikir olarak, çocuklukta bir dil edinme programı oluşturmak beynin sol yarı küresinin görevidir. Bu program
yüklenmez ise edinim zor ve zaman alıcı olacaktır.
Genie’ye yapılan testler gösterdi ki kızın beyni sol yarı küre becerilerine sahip değildi. Eğer durum buysa
sınırlı da olsa dil öğrenmeye nasıl başlamış olabilirdi? Daha sonraki deneyler dil becerileri için Genie’nin beyninin sağ
yarıküresini kullandığı gösterdi. Bunu “dichotic listening” testinde güçlü bir sol kulak avantajına sahip olarak gösterdi.
Bu gibi sonuçlar dilsel yetenekleri yerleştirmek için beyinde belirli bir kısım gerekmediğini gösterdi. Ayrıca bu durum,
beyni hasar görüp dilsel yeteneklerini kaybetmiş insanların daha sonra nasıl derece derece kendiliğinden tedavi
olduklarını açıklar.

  1. FIRST LANGUAGE ACQUISITION

Ana dilin kazanımı (acquisition) gelişme hızı bakımından dikkate değerdir (remarkable). Bir çocuk ilköğretim
okuluna başlayana kadar dil kullanımında tecrübeli olur (sophisticated). Kendisi için başka yaratıkların veya
bilgisayarın yapamayacağı bir iletişim sistemi düzenler. Sosyal ve kültürel farklılıkları bir kenara bırakıp bütün
çocukların dil edinme hızını ve bunun oluşumunu ele alırsak, küçük çocuklardaki (infant) bu dil edinme yeteneğinin
(predisposition) doğuştan gelen tanrı vergisi (innate) bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Bunu her yeni çocuğa verilen
bir dil kabiliyeti (language-faculty) olarak adlandırabiliriz. Ama tek başına bu kabiliyet yeterli değildir.
Basic Requirements :Çocuk 2-3 yaşlarında kendi dil yeteneğinin bilincini yaratması için belirli bir dili kullanan
(İngilizce gibi) konuşmacılarla iletişim kurma ihtiyacı duyar. Duymayan bir çocuk dili kullanamaz çünkü bu bilinci için
gerekli dili öğrenemez. Bu noktada kültürel transfer de önem kazanır, dil öğrenme yeteneği doğuştan gelir ama bu dil
sonradan kazanılır.
Ayrıca çocuk fiziksel olarak sinyal yollama ve algılama sorunu çekmemelidir. Bütün çocuklar ilk birkaç ay “cooing”
(kuş sesi) ve “babbling” (anlaşılmaz laf) türde sesler çıkarır. Ama eğer çocuk doğuştan sağır (deaf) ise bu sesleri
altıncı aydan sonra durdurur. Yani bir dili konuşabilmesi için çocuk kullanılan dili duyabilmelidir. Tek başına sesleri
duymak da yeterli olmayacaktır. Örneğin bir durumda, sağır olan ana babanın normal duyabilen oğullarının dili
öğrenmesi için televizyon ve radyo ile iletişim kurması sağlandığı gözlenmiştir. Fakat çocuk İngilizce’yi anlama ve
konuşma yeteneği geliştirememiştir. Ama üç yaşında kusursuzca Amerikan İşaret Dilini kullanabilmekteydi – yani
ailesiyle iletişim kurduğu dili. Dil sadece diğerleri için iletişim fırsatı yaratacaktı.
The Acquisition Schedule :Kültür farklılıklarını düşünmezsek bütün çocuklar aynı zamanda aynı programla dil
geliştirirler. Nasıl fiziksel hareketlerimiz ve motor gelişimimiz aynı ise dil edinme programımız da aynıdır. Bu biyolojik
program insan beyninin gelişimine ve lateralization (tek taraflılık) sürecine bağlıdır. Eğer insanın dil edinimini
destekleyen bir biyolojik program varsa bu çocuğun çevresindeki sosyal faktörlere de bağlıdır. Bir çocuğun
yaşamının erken yıllarında farklı zamanlarda dil biliminin rahatsız edici öğeleriyle başa çıkmasını (cope with)
sağlayacak biyolojik bir güce sahip olduğunu düşünebiliriz. Bu dil edinme gücünün ihtiyacı olan ise yeterli (sufficent)
ve değişmez (constant) bilgidir (input). Yani çocuk duyduğu konuşmalardaki düzeni (regularity) öğrenerek bunu kendi
söylediklerine uygular.
Some Controversies (münakaşa) :Bu konulardan bazıları halen çocuk dili üzerinde çalışanlar için tartışma
konularıdır. Örneğin; araştırmalara göre bir çocuğun ilk çevresi kültürden kültüre değişiklik gösterir. Sonuç olarak,
Orta sınıf İngiliz kültüründeki dil edinme üzerine çalışmalar diğer kültürlerin çalışmalarıyla uyuşmayabilir. Doğuştan
olma (innateness) konusunda da tartışmalar vardır. Noam Chomsky’e (1983) göre dilin gelişimi diğer organlarımızın
gelişmesi gibi bir şey olduğundan “Language Growth” olarak adlandırılmalıdır. Bu fikir diğerlerinin göz önünde
bulundurduğu çocuğun çevresinin ve tecrübelerinin dil üzerine etkisini önemsemez (underestimate). Hangi dil edinme
gelişimi insan türlerinde genetik olarak nasıl önceden kararlaştırılmıştır?
Bir başka tartışma konusu ise genç çocukların dil üretimini nasıl tanımladığımızdır. Dil bilimciler, bildikleri fonoloji ve
kelime bilgisi (syntax) ile çocuğun konuşmayı yarattığı kanısındalar. Fakat, çocuğun duyduğu veya söylediği (utter)
üzerine fikri farklı zamanlarda farklı durumlara bağlı olabilir. Örneğin, bir çocuğun “lookatthat” sözü onun için basit bir
kelime olabilir fakat gerçekte bu söz üç parçadan oluşmaktadır.

Caretaker Speech :Batı kültürlerinde normal koşullarda, ev ortamında yetişkinlerin tipik hareketlerinden dil
edinimlerinde yardım alırlar. Normal yetişkin ve yetişkin konuşması gibi bir iletişimi bebek ile kurmaya çalışmazlar.
Örneğin, bir babanın çocuğuna sözü şu olabilir :
-Oh, goody, now Daddy push choochoo?
Bir çocuk ile iletişimde uzun zaman harcayan birisinin diğerlerinden ayırıcı nitelikte olarak basitleştirilmiş türdeki
konuşmasına “caretaker speech” veya “motherese” denir. Bu konuşma türündeki kalıplar genelde abartılı konuşma
şeklindeki (exaggerated intonation) sorulardır. Bu tür, ilk zamanlarda “baby-talk” olarak ifade edilen kalıpları da içine
alır. Bunlar basitleştirilmiş sözcükler (tummy, nana) veya çocuğun çevresindeki nesneler için kullanılan basit bir sesin
tekrarlanmasıyla oluşturulmuş farklı kalıplar olabilir (choo-choo, poo-poo, wawa).
Çocuk konuşmaya katılamasa bile bu türde konuşma ona bir rol verir. Cretaker Speech aynı zamanda basit cümle
yapıları ve bir çok tekrardan oluşur. Eğer çocuk sesleri ve kelimeleri bir araya getirmekte kendini geliştirmiş ise
kullandığı basit dili diğer konuşmacı onunla paylaşırsa iletişim gerçekleşebilir. Bu konuşma türü çocuk dili daha fazla
kullanmaya başladıkça değişir ve ayrıntılar kazanır. Caretaker konuşma sık sık (frequent) sorulardan, abartılmış
konuşma şekillerinden, basit cümle yapılarından, birçok tekrardan ve basit kelime bilgisinden oluşur.
Pre-language Stages :Çocuğun dil edinmesindeki ilk dil öncesi sesler “cooing” ve “babbling” olarak adlandırılır. 3
haftadan 10 haftaya kadar çocuk ses bilgisini üç bölümde geliştirir. İlk fark edilebilir sesler “cooing (ötme)” olarak
adlandırılır. Bu türde damaktan gelen sessizler “k, g” ile (velar consonants); yüksek sesliler “i, u” çoğunlukta kullanılır.
Bunlar çocuk üç aylık olduğunda duyulabilir. Fakat çocukların büyük çoğunluğunun kullandığı sesli harfler “mom” ve
“dad” kelimelerinde olanlardan daha farklıdır.
6 aylık olduğunda çocuk oturabilir ve “fricative” ve “nasal” sesler gibi sessizler ile seslileri üretebilir. Bu düzeyde
üretilen sesler “babbling” olarak adlandırılır ve “mu” “da” gibi hecesel sesler içerebilir. Bu kısmın ileri safhalarında
(9.ay) sesli ve sessiz harflerin birleşmesiyle fark edilebilir bir konuşma şekli oluşur. 10. ve 11. aylarda çocuk
yürümeye başlamasıyla çocuk duygu ve ısrarlarını seslerle belirtmeye başlayabilir. Bu sürecin sonu çocuk için
“sound-play” ve taklit (imitation) çabalarıyla doludur. Bazı psikologlara göre bu konuşma öncesi seslendirmeler
çocuklara konuşmalarının sosyal rolü için deneyim kazandırır. Çünkü bu konuşma türüne ebeveynler sanki
çocuklarının sosyal etkileşime katılma şekliymiş gibi manasızca tepki gösterirler.
Bu noktada dikkat edilmesi gerekir. Çocuk dili araştırmalarında hangi çocuğun dili üzerine araştırma yapılıyorsa yaşı
kesinlikle dikkate alınır. Ayrıca araştırmalara göre çocuklar arasında dilsel edinimlerinin süreci yaş bazında
değişmeler (variation) gösterir. Bu nedenle tanımlamalar yapılırken “6 aya kadar, 2 yıla kadar” gibi geniş zaman
dilimleri kullanılır. Çünkü bireyselleştirilmiş deneyimleri dil edinimi sürecini tanımlarken genel durumlar olarak
araştırırız.
The One-word or Holophrastic Stage :12. ve 18. aylar arasında çocuk tanınabilir basit sözcükler üretmeye başlar.
Bu düzeye “one-word stage” adı verilir. Çocuk bu dönemde çevresindeki nesneleri “milk, cookie, cat, cup”
seslendirebilir. Çocuk bir süre sonra “what’s that” gibi bir kalıp oluşturduğunda ise buna “single-unit/form” adı verilir.
Bu düzeyin diğer bir adı ise holophrastic’tir. Bu bir deyim veya cümle olarak kullanılsa da çocuk normalde bunları
basit birer kelime olarak düşünüyor olabilir.
Bu basit yapılar genelde cisimleri adlandırmakta kullanılır. Bazı durumlarda çocuk belirli bir ismin kullanım alanını
genişletebilir (extend). Mesela, bir çocuğun ablası hep aynı yatakta uyuyorsa o yatakta olmadığı zamanlarda bile
çocuk yatağı ablasının adı ile isimlendiriyor olabilir. Bu düzeyde çocuk Ablasını ve yatağı ayrı ayrı ifade edebiliyor
olsa bile bu iki ismi bir araya getiremez.
The Two-word Stage :İki ayrı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan terim ve yapıları çocuklar 18. ve 20. ay arasında
kullanmaya başlarlar. Bu dönemin başında çocuğun kelime hafızası 50 kadardır. Çocuk 2 yaşına gelene kadar “baby
chair, mommy eat, cat bad” gibi kelime çiftleri türetebilir. Elbette bu terimler büyüklerin kullandığı kadar konuşma
içeriğine uygun yapıda olamazlar. Mesela çocuk “baby chair” terimini “bu bebeğin sandalyesidir, bebek
sandalyededir, bebeği sandalyeye koy” gibi farklı anlamları vermek için kullanıyor olabilir.
Çocuk ne iletmek isterse istesin sonuçta çocuk yetişkinlerinkine benzer ifadelere yaklaşmıştır. Çocuk iletişim
kurduğunun farkındadır. İki yaşında çocuk 200-400 farklı kelime üretiyor olsa bile yetişkinleri tarafından eğlendirici
konuşma arkadaşı olarak davranılacaktır.
Telegraphic Speech :2-3 yaşlarındaki çocuk terimleri de içeren bir çok söz kullanmaya başlar. Kelime hazinesindeki
göze çarpan (salient) gelişme durur ama kelime yapılarındaki değişme meydana çıkar. Ardından morfemlerdeki
çeşitlilik gelir. Bu gelişim düzeyine “telegraphic speech” adı verilir. Kelimelere ait morfemler oluşturulabilir. Örneğin;
Andrew want ball, cat drink milk, this shoe all wet. Çocuk cümle yapılarını birleştirme ve doğru yerleştirme yeteneğini
bu süreçte geliştirir. Bu türde bir telegram-speech üretilmeye başlandığında birçok grammar çekimleri ve
prepositionslar meydana çıkar.

2 buçuk yaşında çocuğun kelime bilgisi süratle (rapid) büyür. Çocuk daha fazla konuşmaya başlar (initiate). Ayrıca
koşma, atlama gibi fiziksel aktiviteler de bu dönemde gelişir. 3 yaşına kadar çocuğun kelime hazinesi yüzlerce
kelimeden oluşabilir ve telaffuzu, yetişkin diline yakın bir forma girer.
The Acquisition Process :Çocuğun kelime hazinesi büyüdükçe onun dili öğrenmesinin de geliştiği varsayılır. Bu fikir
çocuğun kesinlikle yaptığı olaya yeteri eğeri vermez (underestimate). Çocukların büyük (vast) bir çoğunluğuna bir dili
nasıl konuşacakları hakkında bilgi verilmez. Zaten kelime ve deyimlerle derece derece dolan boş bir beyni
tanımlayamayız. Daha gerçekçi bir fikir, çocukların onlara söylenen şeylerden dili kullanmanın mümkün yollarını
çıkarmalarıdır. Çocuğun dilsel üretimi bu yapıları deneme ve çalışıp çalışmadıklarını test etmeyle oluşur.
Çocuklardan devamlı olarak (consistently) papağan gibi (parrot-fashion) büyüklerinin konuşmalarını taklit ederek
(imitate) dili edindiklerini düşünemeyiz. Elbette çocuklar büyüklerinin sözlerini tekrarlayabilir veya onların
konuşmalarından bir çok kelimeyi hazinesine ekleyebilir. Yinede çocukların konuşmalarında karşılaşabileceğimiz bu
tür ifadeleri yetişkinler üretmez. Örneğin : Woodstock bir hayvanın adıdır ama çocuk bunu bir fiil olarak kullanabilir.
Yetişkinin düzeltmeleri çocuğun nasıl konuştuğunu belirleyen etkenlerden sayılamaz. Bir yetişkinin, çocuğun
konuşmasını düzeltmeye çabaladığı birçok komik diyalog parçaları (snippet) gözlemlenebilir.
Çocuğun hatasına yetişkin kurnazca (subtle) bir düzeltme yapsa bile çocuk inandığı formu kullanmaya devam
edebilir. Örneğin şu diyalogda çocuk ne annesinin düzeltmesini kabul ediyor nede onun konuşmasını tekrarlıyor, fiilin
past halini yanlış kullanmaya devam etmektedir :
Child : My teacher holded (wrong form of past) the baby rabbits and we patted them.
Mother : Did you say your teacher held (V2 of hold) the baby rabbits?
Child : Yes
Mother : What did you say she did?
Child : She holded the baby rabbits and we patted them.
Mother : did you say she held them tightly (sıkıca)?
Child : No, she holded them loosely.
Çocuğun yalnız iken ses ve kelimeleri birleştirmesi onun dil edinme gelişimi için yetişkinler ile iletişimden
önemli bir ilerlemedir. İki yaşında bir çocuk yatağında yalnız uzanmış kelimeler ve kalıplarla şu şekilde oynarken
duyulabilir : I go dis way…way bay…baby do dis bib…all bib…bib…dere…. Bu tür bir pratik çocuğun kelime
hazinesinin gelişiminde önemli bir faktör olarak görülebilir. Telegraphic düzeyin ötesindeki bu gelişme çok geveze
kimsenin çıkardığı konuşma ile açıklanabilir.
MorphologyÇocuk 3 yaşına gelene kadar telegraphic konuşmanın ötesine gider ve kelimeler ile isimlerin grammar
fonksiyonlarını işaret eden (indicate) seslerin bazılarını kullanabilirler. Bunlardan ilki çoğunlukla “–ing” olur. Daha
sonra ardından çoğul eki “-s” gelir. Bu yapının kazanılması genelleştirme (overgeneralization) ile başlar. Bu çoğuk eki
bütün isimlere uygulayacak olan çocuk “mans, foots” gibi hatalara alışabilir. Çocuk “houses” örneğinde olduğu gibi
çoğul “-s” ekinin farklı bir telaffuzunu öğrendiğinde bunu “boyses, footses” gibi formlar ile kullanmaya kalkışabilir. Bu
genelleştirme süresi başladığında bazı çocuklar “men” gibi düzensiz çoğullara bir süreliğine alışabilirler ama daha
sonra bu öğrendikleri formu genel “-s” ile karıştırabilirler : “some mens, two feets, two feetses”.
Daha sonra çocuklar possessive “-s” in kullanımını ve “are, was” gibi olmak fiilinin farklı türlerini edinirler. Was, want,
came gibi fiillerin değişik formları edinilir. Bu düzensiz fiiller düzenliler kadar fazla kullanılmaz. Önce went, came gibi
formları öğrenen çocuk daha sonra düzenli “-ed” fillere (walked, played) alıştığında “goed, comed” gibi formlara
yönelebilir. Çocuk belli bir süre boyunca “-ed” ekini her kelimede kullanıp “wented, walkeded” gibi garip kalıplar
yaratabilir. Genellikle 4 yaşından sonra çocuk hangi formların çoğul hangilerinin tekil olduğuna alışır. Son olarak da
çocuk 3.tekil kişide geniş zamanda fiillerin sonuna “-s” eklemeyi öğrenir. Önce full verbs (comes, looks) daha sonra
auxiliary (does, has) fiiller öğrenilir.
Bu düzen (sequence) içinde elbette değişkenler (variability) olacaktır. Çocuk aslında iletişim kurarken bir taraftan da
dili nasıl kullanacağını öğreniyordur. Çocuk için onun “goed, foots” gibi ifadeleri onun dil gelişimi süresince ne ima
ettiğini söyleme denemeleridir. Bazı ebeveynlerin çocuklarının böyle ifadeleri evde duymadığını savunmaları
mantıksızdır çünkü çocuğun dil ediniminde tekrar öncelikli etken değildir.
Syntax
Tekrar karşıtı kanıtların benzerleri çocuk tarafından kullanılan söz dizimi (syntactic) yönünden yapılarda da
bulunmuştur. 2 yaşındaki bir çocuktan yetişkin birinden duyduğunun tekrar edilmesi istenir. “The owl who eats candy
runs fast”. Çocuk tekrarı şu şekilde yapar : “owl eat candy and her un fast”. Çocuk söyleneni anlamıştır ve onu kendi
anlatım yoluyla ifade etmiştir.

Çocuk konuşmasındaki söz dizimi gelişimi araştırılmıştır. K-Bu konuyu düzenli bir yolla kazanılan ve iyi
araştırılmış iki maddeyle sınırlayabiliriz (restrict). Sorularda ve negatiflerde teşhis edilebilir 3 durum ortaya çıkar.
Çocuğun yaşı kesin etki göstermemekle birlikte
1.stage : 18 – 26 aylık iken
2.stage : 22 – 30 aylık iken
3.stage : 24 – 40 aylık iken çocukta gözlemlenir. Farklı çocuklarda farklı yaşta oluşabilir.
Sorular : Birinci basamakta (1.stage) çocuklar basitçe soru kelimesi ile ifadeyi bir araya getirerek veya
telaffuzda ifadenin üzerine baskı yaparak soru oluştururlar :
Where kitty? Where horse go? Sit chair? See hole?
İkinci basamakta daha karmaşık ifadeler oluşturulabilir. Ama telaffuzda baskı ile soru oluşturma devam eder,
daha fazla soru kalıbı kullanılır :
What book name? Why you smiling? You want eat? See my doggie?
üçüncü basamakta özne fiil uyumu sağlanır ama soru kelimeleri gerekli düzende kullanılamayabilir. Gerçekte
okula başlayan çocuk bile hala dil bilgisel olarak uygun soru formunu kullanma gereği duymayabilir :
Can I have a piece? Why kitty can’t stand up? Did I caught it? How that opened?
Negatifler : Birinci basamaktaki çocuk ifadesinin başına “no veya not” eki getirerek olumsuz ifade oluşturur :
no mitten not a teddy bear no fall no sit there
İkinci basamakta çocuk “no, not” yanında “don’t, can’t” ifadelerini de kullanmaya başlar. Ayrıca bunları
cümleden önce değil fiilden önce kullanmayı öğrenir :
He no bite you You can’t dance There no squirrels I don’t know
Üçüncü basamakta “won’t, didn’t” gibi auxiliary formlar kullanılmaya başlanır. Birinci basamak artık
gözlemlenmez. “Isn’t” formu en geç elde edilendir. İkinci basamak hala uzun süre gözlemlenebilir.
I didn’t caught it She won’t let go He not taking it This not ice cream
Semantics (Anlambilim) :Bu kısa hikayelerin (anecdotes) çoğunda çocuğun konuşmasında garip kelime
kullanışlarına yönelmesi hakkındadır. Sineklerin eve mikrop getirdiği söylenen bir çocuğa mikrobun ne olduğu
sorulduğunda : “something the flies play with” cevabı alınabilir. Her zaman çocukların kelimelere yüklediği anlamları
bu kadar dikkatli, tam (precisely) belirlemeleri mümkün olmaz.
“Holophrastic” düzey boyunca çocukların çoğu sınırlı kelime hazinelerini bir çok nesne için kullanabilirler. Bir çocuk
“bow-wow” kelimesini öce köpekler için, sonra bir kürk için, kol düğmeleri için (cufflink) ve hatta banyo termometresi
için kullanabilir. Çocuğa göre “parlak nesne” anlamını taşıyabilir. Başka bir çocuk ise aynı kelimeyi kediler, atlar ve
sığırlar için kullanabilir. Bu duruma “overextension (genişletme)” denir. Çocuğun, bir kelimenin anlamını şekli,
büyüklüğü, sesi, hareketi veya renkleri benzer olan diğer nesneler için de kullanmasıdır. Çocuklar “ball” olarak bütün
yuvarlak objeleri isimlendirebilir. “Tick-tock” kelimesi genelde saatler için kullanılır ama çocuk bunu ayrıca yuvarlak
kadranlı bir banyo derecesi için de kullanabilir (bathroom scale). “Fly” kelimesi ilk olarak böcekler için kullanılır. Daha
sonra bu kelime kirli noktalar (specks of dirt) ve hatta ekmek kırıntıları (crumb) için de kullanılabilir.
“Overextension” çocuğun konuşma üretiminde fazlasıyla olsa da anlayışını etkilemeyebilir. 2 yaşındaki bir çocuk
bütün yuvarlak objelere elma dese bile, sorulduğu zaman elmayı diğer yuvarlak objelerin içinden seçebilir.
Çocukların dilinde anlam bilimin ilginç bir ayrıntısı kelimelere ait bağlantının oluşturulma biçimidir. “Hyponymy” olarak
çocuk “animal-dog-poodle” setinden ortadakini düzeyi (hayvan-köpek-doberman) kullanacaktır. Genel tanımı (animal)
öğrenmek daha mantıklı görünecektir, ama çocuk “animal” tanımına yakın bütün anlamlarda ilk olarak “dog” ismini
kullanacaktır.
Benzer bir eğilim (tendency) çocuklarıyla konuşan yetişkinlerde de vardır. Yetişkinler çocuğa önce lale veya
bitki değil çiçek kavramını öğretirler. Zıt anlamlı kelimeler (antonymous) daha geç (5 yaşından sonra) kazanılmaya
başlanır. “less-more, buy-sell, before-after” gibi kelime çiftleri arasındaki fark daha geç kazanılacaktır.
Çocuğun 5 yaşına kadar dil ediniminin büyün bir kısmını tamamladığı varsayılır. Daha sonrası bazılarına
göre hedef dile başlamak için iyi bir zamandır. Ama eğitimciler hedef dil için daha geç bir başlangıç tarihini uygun
bulurlar.

  1. SECOND LANGUAGE ACQUISITION / LEARNING

Anne ve babası farklı dil kullanan bir çocuk iki dili de ana dili gibi öğrenebilir. İkinci dil daha geç gündeme
gelir. Bu konuda olan muamma (enigma) 2-3 yaşında 15-25 yaşındakinden daha iyi öğretebilen başka bir sistem
yoktur.
Acquisition barriers (öğrenme engelleri) :

  1. Dilin yetişkinlik veya gençlikte öğrenilmeye başlanması. 2. Okullardaki kısa periyotlar.
  2. Diğer işlerle öğrencilerin meşgul olması. 4. İletişim kurmaları için zaten bir ana dillerinin olması.
    Hedef dili öğrenme zorluklarının bazıları insanların gençlik veya yetişkinlik zamanlarında hedef dili öğrenme çabaları,
    haftada bir iki saatlik çalışma, yapacak başka birçok işin olması, ana dilin bütün iletişim ihtiyaçlarını karşılayabilmesi.
    Daha az göze batan nedenler ise yetişkinlerin hedef dilin telaffuzuna daha zor alışmaları ve hedef dildeki sesleri
    kullanamamalarıdır (Japonca ve Fransızca gibi). Bu kurnaz (cute) bir fikirdir ama destekleyen fiziksel bir kanıtı yoktur.
    Acquisition and Learning :Beklide bir çok insan için hedef dili öğrenmenin ana zorluğu “acquisition” ve “learning”
    arasındaki uzaklıktır. Acquisition (kazanılan şey) dil için kullanıldığında onu iletişim kurmanın gerektiği durumlarda
    doğal olarak kullanarak dil yeteneğini geliştirmektir. Learning (öğrenme) ise bir dilin kelime ve grammar bilgisini
    edinme gelişimi olarak söylenebilir. Mesela Matematik öğrenilir ama kazanılmaz. Öğrenme (learning) aktiviteleri
    genelde okullarda verilir ve çalışılan dil hakkında bilgi edinmektir. Kazanma (acquisition) aktiviteleri ise başka bir
    ülkede uzun periyotlar halinde kalarak diğer insanlarla sosyal iletişim içine girerek yapılır. Bu nedenle, dili öğrenen
    biri ustalığını dili kazanan biri kadar geliştirmeye niyetlenemez.
    Dili kazanma durumunda olan yetişkinler bile hedef dili ana dilleri kadar ustaca kullanamayabilirler. Veya yazmada
    usta olup konuşmayı beceremeyebilirler. Mesela Yazar Joseph Conrad’ın romanları İngiliz Edebiyatının klasikleri
    arasındadır ama yazarın İngilizce konuşması onun Polonya aksanından fazlasıyla etkilenmektedir. Bu nedenle hedef
    dilin kelime bilgisi, grammar gibi kolları fonolojiden daha kolay kazanılır diyebiliriz. Ergenlik çağındaki (puberty)
    Critical Period geçtikten sonra hedef dili tamamiyle kazanmak çok zorlaşır. Bu kanıtlarla savunulan ama tartışılan bir
    konudur. Bu konuda beynin “leteralization” gelişimi bir kanıt olarak gösterilir. Bu gelişim sürecini şöyle düşünebiliriz :
    Dil yeteneği (language faculty) ana dil tarafından fazlasıyla teslim alınır (take over), böylelikle hedef dili edinmek için
    gereken uyum ve açıklık artar.
    Bu fikre karşı, erinlik dönemindeki çocukların hedef dili 7 yaşındaki bir çocuktan daha etkili ve çabuk öğreneceği
    savunulmuştur. Elbette bu da mümkün olabilir, yani hedef dili kazanmak için bazı faktörlerin bir araya gelmesi
    gerekiyor olabilir. En uygun (optimum) yaş 10-16 arası olabilir. Bu yaş araları dil kazanma yeteneğinin uyumu
    (flexibility) tamamıyla yok olmamıştır. Ayrıca çocuğun bilme, kavrama (cognitive) yetenekleri daha olgunlaşmıştır
    (mature).
    The Affective Fitler :En uygun yaşta olsa bile dil kazanmayı engelleyebilecek farklı türde bariyerler vardır. Ergenlik
    çağındakiler küçük çocuklardan daha sıkılgan (self-conscious) olur. Eğer hedef dilin farklı seslerini üretmekte
    isteksizlik veya sıkıntı varsa çocuğa fiziksel veya kavramaya yönelik (cognitive) ne tür imkan verilirse verilsin çocuk
    dil edinmeyi önemsemez (override). Eğer bu sıkılganlık farklı bir kültüre karşı duyulan empati (başkasının duygularını
    anlayabilme) ile birleşiyorsa bu Rusça ve Amerikanca gibi dillerin seslendirme isteğine yani dil kazanmaya mani olur
    (inhibit).
    Bu tür duygusal etkiler ağır test kitapları (dull textbooks), hoş olmayan sınıf çevresi ve yorucu ders programı
    yüzünden oluşuyor olabilir. Bu tür dil kazanmaya engel teşkil eden olumsuz düşünceler veya tecrübeleri
    tanımlamakta “affective filter” kullanılır. Basitçe siz, stresli, rahatsız, sıkılgan veya motivesiz iseniz bir şey
    öğrenmeyi istemeyeceksinizdir.
    Çocuklar “affective filter (his filtresi)” dan daha az zorlanır (constrain). Elbette bu tür engeller hedef dili kazanmak
    isteyen çocuklar ve hatta yetişkinler tarafında alt edilebilir. İlgi çekici (intriguing) bir çalışmada bir grup yetişkin
    yabancı dil öğrencisine alkol kullanma seviyeleri derece derece yükseltilerek sıkılganlık seviyeleri azaltılmıştır. Hedef
    dilin telaffuzu öğrenciler arasında belli bir seviyeye kadar yükselmiştir ama bir süre içildikten sonra tahmin
    edilebileceği gibi aniden bozulmuştur (deteriorate). Yani French-with-cognac veya Russian-with-vodka gibi kurslar
    kısa çözümler getirebilir ama ayılınca (sobriety) öğrencilerin sıkılganlığı geri dönecektir J
    Öğrenme Metotları :Bütün bu engellere rağmen hedef dili öğrenmekte yardım sağlayacak eğitim yaklaşımları ve
    metotları geliştirilmiştir. 1483te William Caxton’un “right good lernyng for to lerne shortly frenssh and englyssh”
    adında bir kitap basmıştır. Bu dil öğrencileri için ilk kaynak değildir ama onun deyim formatlarının (örneğin : syre god
    you kepe. I haue not seen you in longe tyme) bugün birçok modern karşılığı (counterpart) vardır. Dil öğrenimini
    ilerletmeyi (promote) amaçlayan yaklaşımlar bir yabancı dil en iyi nasıl öğrenilir fikirlerini yansıtmaktadırlar :

Grammar – Translation Method : En yaygın geleneksel yaklaşımdır. Hedef dil öğrenimini diğer akademik derslere
eşit derecede görür. Uzun kelime listeleri ve dil bilgisi kuralları ezberlenir. Konuşma dilinden çok yazma dili
vurgulanır. Bu yaklaşım kökenini Latin dilinin öğrenimini sağlayan yaklaşımlardan almıştır. Grammar-translation
etiketi bu yaklaşımın aleyhinde olanlar tarafından hedef dilin nasıl kullanılacağına çocukların önem vermesini
sağlamayan yaklaşım olarak görülür. Bu metot ile Fransızca sınıfından yüksel derece ile ayrılan öğrenci Fransa’da
bu dili gündelik yaşamında kullanmak durumunda kalırsa kendini boşlukta (loss) bulur.
Audio – Lingual Method : 1950lerde popüler olan konuşma diline ağırlık veren farklı bir yaklaşımdır. Hedef dilin
yapılarını sistemli bir şekilde sunar. Bunu da basitten zora giderek ve öğrencileri tekrar yapmaya zorlayan
alıştırmaları vererek yapar. Bu metot, “hedef dili akıcı bir şekilde konuşmak ancak çok fazla pratiğin sağladığı gelişim
ile mümkün olur” inancından fazlasıyla etkilenir. Bu pratiklerin büyük bölümü dil laboratuarlarında saatlerce sözel
tekrarlamalardan oluşmaktadır. Bu fikir şu düşünce ile haklı çıkarılır (justify) : Yabancı dil öğrenme alışkanlık
formatında mekanik bir gelişmedir (Rivers 1964). Bu metot dil öğretmede yaygın olarak kullanılmasına rağmen
bugünlerde bu durum ile aynı fikre sahip dil bilimci veya psikolog bulmak zordur. Dezavantajı gün gün tekrarlamalar
öğrenciye sıkıcı gelebilir ve ayrıca bu tek başına bırakılmış (isolated) tekrar alıştırmaları dilin doğal kullanımına
benzemez.
Communicative Approaches : Bu yaklaşım dil öğrenme deneyimlerinin son düzeltmelerinin (revision) en iyi
tanımlandığı metottur. Yapay örnek-pratik çalışmalarına ve dili kullanmak için grammar öğrenmenin gerekliliğini
savunan inanışa tepkidir. Yani ilk iki metoda tepki olarak ortaya çıkmıştır. Hedef dil sınıfında iletişim deneyimleri
yaratmanın farklı yolları olsa da ana tema şudur : Dilin fonksiyonlarının, ne için kullanıldıklarının daha fazla üzerinde
durulmalıdır. Doğru grammar veya fonoloji gibi dilin formlarına daha az önem verilir. Ders konuları farklı sosyal
içeriklerden “asking for things” gibi kavramlardan oluşur. Yani “ The Forms of Past Tense” gibi konular seçilmez. “İş
adamları için Japonca veya Sağlık çalışanları için İngilizce” gibi belirli bir maksadı olan hedef dil öğrenimi için uygun
(appropriate) materyal sağlayan çabalarla aynı amacı paylaşan yaklaşımdır.
Focus on the Learner : Hedef dil öğreniminde son yılların en önemli değişimi ilginin öğretmen, yöntem veya ders
kitaplarından öğrenci ve dil kazanımına kaymasıdır. Örneğin konuşma ile ilgili yaklaşımların ortak özelliklerinden biri
öğrencinin yaptığı hatalara toleranstır. Eskiden hatalar olumsuz sayılır ve kaldırılması gerekirdi. Öğrenci dilinde bu
hataların artık kabul görmesinin altında yatan değişim hedef dilin nasıl kazanıldığı ile ilgili fikirlerdir. Bir İspanyol
öğrencinin “three womens” hatasını onun doğru formu öğrenmesinde bir başarısızlık olarak görmek yerine dil
kazanma gelişiminin aktif olmasının göstergesi (indication) olarak kabul etmeliyiz. Hata, öğrencinin gelişimini
engelleyen (hinder) bir şey değildir. Ama öğrencinin yeni dilde iletişim kurmak için çeşitli yollara denediğinin ipucu
olarak görülebilir. Ana dilin edinilmesi sürecinde çocukların dil bilgisi yapısına uymayan formlar üretmesi gibi hedef
dilde de öğrencilerin bazı durumlarda genelleme (overgeneralization) yapmaları doğaldır. Burada verilen “three
womens” hatası “creative constructioon”a örnektir.
Bazı hatalar ise ana dildeki yapı yada ifadelerin hedef dile transferinden kaynaklanıyor olabilir. İspanyolca’da sıfatlar
isimlerden sonra geldiğinden Bir İspanyol öğrencinin İngilizce’de sıfatı yanlış yere koyması mümkündür.
Eğer ana dil ve hedef dil benzer özelliklere sahipse (isimlerin sonuna gelen çoğul eki gibi) öğrenci ana dil bilgisinden
“positive transfer” alabilir. Diğer taraftan “negative transfer”de ana dilin özelliklerinden birini hedef dili daha iyi
anlamakta kullanamayız. Negative Transfer (interference) hedef dil öğreniminin ilk zamanlarında çok fazla yapılır
ama hedef dile alışkanlık geliştikçe azalır.
Interlanguage : Hedef dilin öğrencisi ana dili ile bağlantısı olmadan bir çok hata yapabilir. Mesela bir İspanyol
konuşmacının “She name is Maria” hatası ne İngilizce’de, ne İspanyolca’da ne de İngilizce’nin kazanılması sürecinde
vardır. Bu tür hatalar hedef dilin kazanılmasında kullanılan sallantılı (inbetween) bir sistemin kanıtıdır. Bu sistem ana
ve hedef dilden parçalar içermesinin yanında doğal olarak (inherently) kendi kurallarının da bulunduğu değişken bir
sistemdir.
Bu sisteme “interlanguage” denir ve bütün hedef dil üretiminin temeli olarak görülür. Eğer bir öğrenci hedef dil
formlarının, hedef dile uymayan birçok özellikler içeren, oldukça sabit (fairly fixed) bir repertuarını oluşturursa ve bu
öğrenci hedef dilde daha fazla ilerleme sağlayamıyorsa, bu öğrencinin “interlanguage” inin “fossilized” olduğu
söylenir. Bu duruma “fossilization” denir. Bu durum hedef dil üretiminde farklı aksanların oluşmasına neden olur.
Yinede bir “interlanguage” nin bu duruma girmesi kasıtlı değildir. Doğal olarak gelişecek ve uygun durumun
sağlanmasıyla iletişimin daha etkili bir kısmı olacaktır.
Motivation : Başarılı bir dil öğrencisinin profilinde birlik içersinde olan bazı faktörler vardır. açıkçası öğrenme güdüsü
(motivation) çok önemlidir. En başarılı öğrenciler öğrenmeye en fazla motive edilmiş olanlardır. Ayrıca motive bir
sebep kadar başarının sonucu da olabilir. Başarıyı (accomplishment) destekleyen bir dil öğrenme durumu hataların

ve doğrulamaların üzerinde duran (dwell on) sistemden daha yardımcı olur. Dahası, hata yapma riskini alan, tahmin
etmek için istekli olan, hedef dilde iletişim kurmak için çabalayan öğrenci başarıya daha yakındır.
Input and output (verilen bilgi ve alonan sonuç) :Input, öğrencinin maruz bırakıldığı (expose) dili tanımlamak için
kullanılır. Hedef dilde yararlı olması için input, anlaşılabilir (comprehensible) olmalıdır. Bu da yapılarda ve kelimelerde
basit olmakla sağlanabilir. Bu türde konuşmaya “foreigner talk” denir. Ana dili İngilizce olan birinin dil öğrencisine
sorduğu “How are you getting on in your stedies?” sorusunu dil öğrencisi anlamaz ise soru basitleştirilip “English
class, you like it?” olarak basitleştirilir. Bu basitleştirilmiş konuşma hem iletişimin sağlanması açısından hemde dil
öğrencisine örnek olması açısından yararlıdır.
Hedef dil öğrencisinin “interlanguage” bilgsi geliştikçe daha çok etkileşim ve müzakere şeklinde bilgiye (negotiated
input) ihtiyaç duyar. Öğrenci konuşmada geçen bir kelimenin anlamını bilmiyorsa, söyleşi halinde o kelimenin basitçe
açıklanmasını rica edebilir. Bu durumda kelimenin anlamının hedef dil öğrenci tarafından kazanılması ile oluşan bilgi
“negotiated input” tur.
Hedef dil öğrencisinin bilmediği kelime (triangle) söyleşi esnasında geçiyorsa, öğrenci bu kelimenin anlamını sorar ve
söyleşi boyut değiştirir. Konuşmacı aklında triangle kelimesinin anlamını oluşturana kadar input alır ve output üretir.
Anlamlı Output üretebilmek hedef dil öğrencisinin gelişimi için önemli bir faktördür. Bunu sağlamak büyük yabancı dil
sınıflarında zordur. Farklı görev türleri ve birbirleriyle etkileşimleri için aktiviteler oluşturmak bir çözüm olabilir.
Öğrencilerin birbirlerinden hatalarını alması korkusuna rağmen bu tür (task-based learning) bir öğrenme daha fazla
ve daha iyi hedef dil kullanımı sağlar. Bu tür aktivitelerin amacı hedef dil hakkında öğretmekten çok hedef dilde
karşılıklı iletişim geliştirmektir.
Communicative Competence (iletişim kurma yeteneği) :Hedef dilde iyi bir iletişim kurmak için gerekli üç özellik
vardır. Bunlar hedef dili doğru olarak (accurately), uygun bir şekilde (appropriately) ve farklı durumlara uyabilecek
şekilde uysallıkla (flexibly) kullanılmasıdır. Bu üç özellik “grammatical, sociolinguistic, strategic competence”
olarak sıralanabilir. Birinci özellik dilin kelime ve yapılarının doğru kullanılmasını gerektirir. Sadece bu özellik uygun
bir iletişim için yeterli değildir. Ayrıca hedef dilde anlamı uygun şekilde izah edebilme özelliği de gerekir. Bu duruma
ise “sociolinguistic competence” denir. Örneğin bu bilgiye sahip bir öğrenci “Give me some water!” sorusu yerine
“Can I have some water?” sorusunu kullanacaktır.
Son özellik ise “strategic competence”dir. Bu yetenek, mesajı etkili bir şekilde oluşturmak ve stratejilerle zorlukları
karşılamak (compensate) anlamını taşır. Hedef dil kullanımında, öğrenciler iletişim kurma niyetleri ile o niyeti ifade
etme yetenekleri arasında aykırılık (gap) olduğunda bazıları sadece susacak, bazıları ise “communication
strategy” kullanarak problemi aşacaktır. Örneğin bir Alman, İngilizce konuşmasında “een hoefijzer” kelimesinin
karşılığını bilmiyorsa “the things that horses wear under their feet” şeklinde bir ifade kullanarak dinleyicinin
“horseshoes” kelimesini algılaması sağlanabilir. Bu durum (flexibility) iletişimde başarıyı sağlayan bir anahtardır.
Kısaca, iletişimdeki potansiyel problemleri aşmayı sağlayan bir yetenektir.
Applied Linguistics (uygulamalı dilbilimi) :Hedef dilin karmaşık doğası incelenirken biz fikirleri sadece dilbilimine
ait analizlerden değil iletişim çalışmaları, eğitim, psikoloji ve sosyoloji gibi alanlardan da almak zorundayız. Bu büyük
çaba “applied linguistics” olarak adlandırılır. Dili içeren konularla ilgili büyük bir çabanın sunumu olduğundan
uygulamalı dilbilimi, son yıllardaki dil çalışmalarındaki araştırmalar için en aktif alanlardan biri olmuştur.

  1. LANGUAGE HISTORY AND CHANGE

1786’da İngiltere’de memur olarak çalışan William Jones’a göre farklı coğrafik bölgelerden birçok dilin
soyları (ancestor) aynı olabilir. Bu dilin soyları kayıtlarda bulunamaz ama dildeki benzerlikler (torun – descendant)
araştırılarak tahmin yürütülebilir. Bu tür dilbilimi araştırmaları Bay Jones’in teorisinden sonra iki yüzyıl devam etmiştir.
Bu araştırmaların amaçları dillerin tarihi gelişimleri hakkında bilgi toplamak ve dilerin geçirdikleri değişim süreçlerini
tanımlamaktır (characterize).
Family Trees :19. yüzyıl boyunca dilin tarihi bilimi (philology)dil bilimcilerin zihnini meşgul eden (preoccupation) ana
konulardan biriydi. Bu süreçte dillerin soylarını tanımlamak için bir isim gerekli görüldü. Bu isim Hindistan ile aynı
kıtadaki dillerinde (Indo) ve Avrupa dillerini (European)nden modern dillerin kaynakları olan dilleri bir araya getiren
(incorporate) orijinal bir form olacaktı. Bu, dilerin büyük büyük annesi olan, ana kaynağın ismi “Proto-Indo-European”
olarak kabul görmüştür.

Proto-Indo-European :
Germanic : German, English, Dutch, Danish, Swedish, Norwegian
Celtic : Gaelic, Irish, Welsh
Italic (Latin) : Italian, Spanish, French, Portuguese, Romanian
Hellenic (Ancient Greek) : Greek
Balto-Slavic : Baltic : Latvian, Lithuanian Slavic : Russian, Polish, Czech, Bulgarian
Indo-Iranian : Indic (Sanskrit) : Hindi, Bengali Iranian : Persian
Hint-Avrupa Dil ailesi :
Alman : Almanca, İngilizce, Felemenkçe, Danimarka Dili, İsveç Dili, Norveç Dili.
Keltçe : İskoçya Keltlerinin Dili (Gal), İrlanda Dili, Gal Dili.
İtalik (Latin) : İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Portekizce, Romanca.
Helen (Eski Yunan) : Yunanca.
Balta-Slav : Baltık : Letonya ve Lituanya Dilleri Slavca : Ruşça, Polonya Dili, Çek, Bulgarca.
Hint-İran : Hint (Sanskrit) : Hintçe, Bengal Dili İran : Farsça.
Bu kol bütün dünyadaki dillerin tek bir aile ağacını gösterir. Dünya genelinde yaklaşık 30 dil ailesi ağacı ve 4000den
fazla dil olduğu düşünülmektedir. Bu dillerden bazıları diğerlerine göre daha geniş çevreye yayılmıştır. 1 milyar kişinin
ana dili Çince’dir. İngilizce 350 milyon konuşmacısı ile dünyanın daha fazla çeşitli bölgelerine yayılmıştır. 300 milyon
insan ana dil olarak İspanyolca’yı konuşur. Hindu Dili 200 milyon, Arapça ve Rusça 150şer milyon konuşmacıya
sahiptir.
Family Relationships :Akraba olan dilleri belirlemek için eski kaynaklardaki kayıtlara bakılır. Örneğin İtalyanca ile
Hintçe arasında hiçbir ortak nokta yoktur. Fakat, Latin ve Sanskrit gibi modern dilleri doğudan dillere bakarsak ortak
noktalar bulabiliriz. Örneğin :
Sanskrit Latin Greek
pitar pater patēr baba
bhrātar frātar phrāter kardeş
Dillerin akrabalığını belirlemekte yararlanılan yakınlık genelde telaffuzda olur.
Cognates (aynı kökenden gelenler) :
Farklı dillerdeki kelimeler arasında bir bağlantı saptamakta (establish) kullandığımız işlem sonucu elde
edilen akrabalık “cognates” olarak adlandırılır. Dil akraba grupları içinde genellikle isimler arasında benzerlikler
bulunur. Örneğin İngilizce’deki bir kelimenin kökeni (cognate) Almanca’daki bir kelimenin kökeni ile akraba olması
için anlamda ve telaffuzda benzerlik olması gerekir. Örnek :
“mother” (english) is cognate of “mutter” (german)
“father” (english) is cognate of “vater” (german)
“friend” (english) is cognate of “freund” (german)
Modern İngilizce ve Almanca’dan alınan bu kelimeler Hint-Avrupa Dil Ailesinin Germanic kolundan birbirine
yakın akraba olduğunu gösterir. Bir örnek daha verecek olursak :
“madre” (spanish) is cognate of “madre” (italian)
“padre” (spanish) is cognate of “padre” (italian)
“amigo” (spanish) is cognate of “amico” (italian)
Comparative Reconstruction (Karşılaştırmalı yeniden yapılandırma) J :Aynı kökten gelen kelimeleri incelerken
yaptığımız işleme “comparative reconstruction” denir. Böylelikle orijinal kelimeyi veya o kökten gelen dildeki ilk
formunu bulabiliriz. Torun kelimeler arasındaki ortak noktaları inceleyerek büyük büyük annenin neye benzediğini
bulmak denilebilir. Bu işlemi yapmak için iki ana prensipten yararlanılır.
Majority Principle : Çoğunlukta kullanılan prensip çok açıktır. Eğer aynı kökten gelen kelimelerin çiftlerinde 3 isim
aynı bir ses ile başlıyorsa (p) ve diğer bir isim farklı bir ses ile (b) başlıyorsa çoğunluk (majority) orijinal sesi
alıkoymuştur (p) be azınlık zaman içinde değişmiştir.
Most Natural DEvelopment Principle : Bazı ses değişimleri birbirine benzer ve yaygın olarak karşılaşılırken bazıları
birbirinden tamamıyla farklıdır. Örneğin yaygın ses değişimi şu şekillerde olabilir :
a) Kelimenin sonunda bulunan sesli harfler genelde zamanla kaybolur.
b) Sessiz sesler (voiceless) sesli harfler arasına gelince sesli (voiced) olur.
c) Bazı durumlarda duraklar (stops), frikatif harf olur (fricative).
d) Sessiz harfler (consonant) kelimelerin sonunda sessiz (voiceless) olurlar.
Örnek Çalışma :

A B C In English
cavallo caballo cheval horse
cantare cantar chanter sing
catena cadena chaine chain
caro caro cher dear
A,B,C dillerinden hangisi orijinal sese sahiptir?
Bu üç dilin yazılı formu yanlış olabileceğinden çalışma telaffuz üzerinde yapılır. Her kelimenin baştaki sesi A ve
B dillerinde [k], C dilinde ise [š] dir. “majority principle” kuralına göre orijinal ses çoğunlukta olduğu için [k]
olmalıdır. O zaman orijinal dil A veya B dir. Dahası [k] sesi bir stop consanant, [š] sesi ise bir “fricative”dir. Diğer
kurala göre “stops become fricative”. Yani [k] sesi orijinal olandır. Bu diller Latin dil ailesindendir.
Language Change :“Proto-form”ların yeniden yaplandırılması bir dilin yazılı kayıtlarından önce neye benzediğini
belirleme çabasıdır. Yinede, İngilizce gibi bir dilin eski kayıtlarındaki yazılarla bugünkü modern İngilizce’nin yazıları
birbirine benzemez. Bu noktada iyi bir örneği Lord’s Prayer versiyonu sağlar.
İngilizce’nin tarihine bakacak olursak, bu dilin gelişimi 3 ana bölümde olmuştur.
Old English : 7.yüzyıl ile 11.yüzyılın sonları. (ilk İngilizce yazılı kayıtlarla başlar – 11.yy : 1000-1099).
Middle English : 1100 – 1500 yılları arası.
Modern English : 1500den günümüze kadar.
Old English :İngilizce Dilindeki gelişimin ilk kaynağı kuzey Avrupa’dan Germanic dillerini konuşan bir grup kabilenin
5.yüzyılda Britanya adasına saldırmasıdır (invade). Bu kabilelerin Angles, Saxons, Jutes (Anglolar, Saksonlar,
Cuteler) oldukları sanılmaktadır. İk yazılı kayıtlarda bu kabileler “tanrının Britanya’ya gazabı (wrath)” olarak
bahsedilir. Bu tür insanlar için Anglo-Saxons ifadesi kullanılır. Onların dili için “englisc” ve evleri için “engla-land”
türetilmiştir.
Englisc dilinden İngilizce’ye birçok basit isim gelmiştir : mann, wif, cild, hüs, mete, etan, drincan, feohtan.. gibi. Daha
sonra bu ülkenin insanları putperestlikten (pagan) vazgeçip 6.yy ile 8.yy arasında Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Ve bu
Anglo-Saxons insanları birçok dini ve Latin kelimeyi dillerinden modern İngilizce’ye katmışlardır. Örneğin : angel,
bishop, candle, church, martyr, priest, school.
8.yüzyıldan 9.ve 10. yüzyıla doğru kuzey Avrupalı başka bir grup yağma etmek (plunder) ve yerleşmek için Britanya
kıyılarına gelirler. Bunlar Vikinglerdir ve Eski İskandinavya Dilinden (old norse) modern İngilizce’ye bu yolla da birçok
kelime katılmıştır : give, law, leg, skin, sky, take, they….
Middle English :Middle English periyodunu başlatan olay 1066’da William the Conqueror önderliğinde Hastings’teki
zaferleriyle Normandiyalı Fransızların (Norman French) İngiltere’ye girmesidir. Fransızca konuşan bu istilacılar
(invader) tüm İngiltere’yi ele geçirmişlerdir. Kuralcı sınıf olduklarından dilleri, soyluluk (nobility), hükümet, kanun,
uygarlık (civilize) alanlarında 200yıl boyunca kullanılan dil olmuştur. Buradan İngilizce’ye katılan kelimelere örnek :
army, court, defense, faith, prison, tax.
Halkın dili İngilizce olmaya devam etmiştir. Eski İngilizce’den “sheep, cows, swine” gibi kelimeler günümüze
gelmişken Fransızca’dan “mutton, beef, pork” İngilizce’ye katılmıştır. Bu dönem boyunca Fransızca’nın İngilizce bir
versiyonu kullanılmıştır.
Sound Changes :Modern İngilizce ile Konuşma İngilizcesi arasındaki açık farkın birisi sesli harflerin özelliklerindedir.
Yazılışı aynı kalıp okunuşu değişen kelimelere örnek verecek olursak :
Old English Modern English
hu:s haws (house)
wi:f wayf (wife)
spo:n spu:n (spoon)
brε:k bre:k (break)
h>:m hom (home)
Morenr İngilizce’ye geçerken değişen sadece sesler değildir. Bazı sesler de İngilizce telaffuzundan
silinmiştir. Örneğin /x/ sesi : Old Eng. : nicht (nıxt) Modern Eng. : night (nayt)
Metathesis : Kısaca harf veya seslerin yer değişmesi olarak tanımlanabilir. Örneğin :
acsian : ask, bridd : bird, brinnan : beornan (burn), frist : first, hros : horse, waeps : wasp….
Modern İngilizce’de “pretty” kelimesini bazı konuşmacıların “purty” diye kullanması da örnek sayılabilir. Bazı
Amerikan İngilizce’si kullanıcıları da ask kelimesi yerine “aks” kullanabilir. Metathesis bazen de yan yana olan
harflerin değişmesinden farklı bir şekilde oluşabilir. Örneğin :
Latin Spanish
parabola palabra (word)

periculum peligro (danger)
miraculum milagro (miracle)
Epenthesis : Kelimenin ortasına yeni bir sesin türemesidir.
aemtig : empty, spinel : spindle, timr : timber.
something : sumpthing, film : filum, arithmetic : arithametic
Prothesis :İnglizce’de bulunmayan bu özellikte kelimenin başına yeni bir ses türetilir. Latince’den İspanyolca’ya
alınan kelimelerde sık görülür. Örneğin :
schola : escuela (school) spiritus : espiritu (spirit)
İngilizce öğrenen İspanyol öğrenciler “estrange, estory” gibi kelimeler kullanabilir.
Syntactic (sözdizimi) Changes :Eski İngilizce’den modern İngilizce’ye geçişte kelime-sırası değişiklikleri de
oluşmuştur. Eski İngilizce’de “subject-verb-object” formülüne karşılaşmakla birlikte bazen bu sıranın bozulduğunu da
görürüz. Örneğin :
in ferde he : he traveled. him man ne sealde : no man gave (any) to him.
he hine geseah : he saw him
Eski İngilizce’den modern İngilizce’ye geçişte bazı ekler de kalkmıştır.
Lexical (kelimelere ait) Changes :Modern İngilizce ödünç alınan Yunan ve Latin kelimelerin sayısı bakımından Eski
İngilizce’den farklıdır. Kısacası bazı kelimelerin kullanımı bırakılmıştır (cease). Mesela, artık kılıç taşımadığımızdan
“kılıcın sağladığı güven” anlamındaki “foin” kelimesi artık kullanılmamaktadır. “lo, verily, egad, werewolf” gibi
kelimeler de örnek gösterilebilir.
Bazen ise kelimenin anlamında zamanla genişletme (broading) veya daraltma (narrowing) olmuştur. Örneğin :
Eskiden “holy day” sadece dini bayramlara verilen ad iken şimdi “holiday” şeklinde genişletilmiştir. “Dog” kelimesi ise
eskiden tek bir belirli cins için (docga) kullanılıyorken şimdi bütün türler için kullanılır.
Daraltmaya (narrowing) örnek verecek olursak “hund” kelimesi eskiden bütün köpek türleri için kullanılırken modern
İngilizce’deki karşılığı olan “hound” sadece tazı köpeği anlamında kullanılır. Diğer bir örnek olan “mete” eskiden her
türlü yiyecek için kullanılırken modern formu olan “meat” sadece “et” anlamında kullanılır. Eskiden “wife” bütün
kadınlar için kullanılırken günümüzde sadece evli kadınlar için kullanılır. Bir tür daraltma şeklinde isim yeni bir negatif
anlam alır :
ordinary : vulgar worth noting : naughty
The Process Of Change :Burada anlatılan değişikliklerin hiçbiri bir gecede (overnight) olmamıştır. Derece derece ve
belki de farkına varlmadan (discern) zaman içinde gelişmişlerdir. Bazı değişiklikler savaş, saldırılar (invasion) ve
diğer ayaklanmalar (upheaval) gibi sosyal değişimlerle alakalı olabilir. Ama en etkili olan kültürel transferdir. Her yeni
nesil bir önceki neslin dilini kullanma yolunu bulur. Bu sonsuz süreçte, yeni neslin kullanıcısı iletişimi için dili yeniden
yapılandırır. Bazı elementleri tamamen bazılarını yaklaşık olarak alma eğilimi (propensity) vardır. Ara sıra da farklı
olma isteği oluşur. Bütün bu ince (tenuous) transfer süreci incelendiğinde dillerin aynı kalmadığı fakat değişikliklerin
kaçınılmaz (inevitable) olduğu görülür.
Diachronically : Dilin tarihi değişimini zamandan etkilenerek yaşamasıdır.
Synchronically : Farklı yerlerde ve farklı gruplarda aynı dilin kullanılmasıyla oluşan farklılıklardır.
Epenthesis : Ses türemesi.
Prothesis : Kelimenin başında ses türemesi.
Metathesis : Seslerin yer değiştirmesi

  1. LANGUAGE VARIETIES

Şu ana kadar olan bölümlerde İngilizce gibi diller değişmeyen (uniform) bir yolla kullanılır gibi gösterildi.
Aslında her dil özellikle konuşma şeklinde birden fazla çeşide sahiptir. Farklı bölgelerde ve sosyal topluluklarda aynı
dil farklı şekillerde konuşulabilir.
The Standard Language :Biz İngilizce’nin seslerini, kelime ve cümlelerini tanımlarken Standart İngilizce’yi
kullanmaktayız. Bu türde (variety) İngilizce temel olarak İngilizce kitap ve gazetelerde kullanılan, okullarda öğretilen
dildir. İngilizce’yi hedef dil olarak öğrenmeye çalışanların kullandığı dil de Standart English’tir. Standart İngilizce’yi
yakıştırmak (associate) eğitim ve yayın araçlarında ve yazılı dilde daha kolay, konuşma dilinde zordur.
Amerika’da yayın araçlarının kullandığı dil Standart American English olarak görülebilir. Diğer milletler de
buna benzer kendi İngilizce standartlarını tanımlayabilirler.
Accent and Dialect :İngilizce’nin standart bir çeşidini konuşuyorsanız, kesinlikle bir aksan (accent) kullanırsınız.
Bazı konuşmacıların aksanı var, bazılarının yoktur. Bazı konuşmacıların aksanı farklı veya kolaylıkla fark edilebilirdir,

bazılarınınsa değil. Aksan, konuşmacının sosyal veya coğrafi olarak nereye ait olduğunu belli eden telaffuzun halinin
tanımlanmasıdır.
Lehçe (dialect) ise telaffuz farklılıklarının yanında dilbilgisi ve kelime bilgisi farklılıklarını da içerir.
Örneğin: “You don’t know what you’re talking about” : American or Scottish accent. dil formları aynı.
“ye dinnae ken whit yer haverin’ aboot” : A dialect of Scottish English.
Genelde İngilizce’nin farklı lehçe ve çeşitlerindeki konuşmacılar karşılıklı (mutual) anlaşabilir (intelligibility).
İngilizce’nin hiçbir çeşidi diğerinden daha iyi değildir. Aralarında basit farklılıklar vardır. Sosyal bir görüşle
bakıldığında bazı İngilizce çeşitleri daha prestijli sayılabilir. Gerçekte, Standart İngilizce’nin en prestijli lehçe oluşu
gibi gelişen, dilin herhangi bir türü genelde politik veya kültürel bir merkeze bağlı olur (London for British English,
Paris for French). Her dilin farklı coğrafyalarda farklı telaffuzları, farklı çeşitleri olmaya devam edecektir.
Dialect ile Accent arasındaki ana fark “Aksanda sadece telaffuzun farklı olması, Lehçede ise dil bilgisi, kelime bilgisi
ve telaffuzun farklı olması durumu vardır”.
Regional Dialects Farklı coğrafi lehçelerin varlığı genişçe tanımlanabilir, ve bir lehçe diğer bir lehçenin konuşmacısı
için gülünç (humor) konular oluşturabilir (Brooklyn ve Southern lehçeleri gibi). Bazı lehçeler onların telaffuzuyla
bölgeleri kolayca saptanabilir (stereotype).
Bir coğrafi bölgede bulunup bir başkasında bulunmayan konuşma şekillerinin özelliklerini teşhis etmek amacıyla
birçok araştırma yapılmaktadır. Bu lehçe yoklaması (survey) detaylar için itinalı (painstaking) dikkat içerir. Şunu
bilmek önemlidir : Bir konuşmacının telaffuzu onun coğrafyasının lehçesini mi yansıtır? Bu nedenle denekler standart
(norm) olmalıydı : o coğrafyadan ayrılmamış, yaşlı, erkek, kırsal bölgede yaşayan.
NORMS : Non-mobile, Older, Rural, Male Speakers., Böyle konuşmacıların seçilmesinin nedeni bölge dışındaki
dünyadan en az etkilenenler olmalarıdır. Bunun kötü sonucu, sonuçlanan lehçe tanımlaması, araştırmadan önce
ancak belli bir periyot için daha doğru olabilir. Yinede bu detaylı araştırmalar bütün ülkeleri (İngiltere) veya bölgeleri
(Amerika’daki Yeni İngiltere bölgesi)içeren dil atlasının temelini oluşturur.
Isoglosses and Dialect Boundaries :Amerika Birleşik Devletlerinin orta-kuzey kısmının dil atlasına bakacak olursak
dil üzerindeki coğrafi değişmeye (variation) örnekler bulabiliriz. Bu araştırmalarda farklı bölgelerde yaşayanların
konuşmalarındaki önemli (significant) farklılıklar bulunur ve bu bölgeler arasındaki sınırın (boundary) planı çıkarılır.
Örneğin bir bölgenin insanları kağıt pakete, “paper-bag” ve diğer bölgenin insanları bu isim yerine “paper-sack”
diyorsa bu iki farklı bölgeyi harita üzerinde birbirinden ayıran çizgiye isogloss denir. Belirli dilsel bir parça üzerine bu
çizgi konabilir. Başka iki kelime üzerine benzer bir dağılım (distribution) bulunursa, mesela : kuzeyde “pail” güneyde
“bucket” kullanılıyorsa başka bir “isogloss” üst üste gelecek şekilde çizilebilir. Bu şekilde birçok “isogloss” bir araya
geldiğinde oluşan iki farklı bölgeyi daha katı bir sınır ile yani dialect boundary ile böleriz.
The Dialect Continuum :Isogloss’lar ve dialect boundaries kullanarak coğrafi lehçelerin geniş bir yayılma haritasını
çıkarabiliriz. Ama bu bir gerçeği gözden uzak tutar : birçok lehçe sınır bölgelerinde dil farklılıkları birbirine
karışmaktadır (merge). Buna göre dildeki coğrafik değişiklikleri içeren iki farklı bölgeyi keskin bir sınırla değil de
continuum (bölünmemiş) ile göstermemiz daha doğru olacaktır. Continuum türlerini basitçe, politik sınırların
(political border) iki tarafında kullanılan akraba dilleri göstermekte kullanılır.
Örneğin : Hollanda’dan Almanya’ya doğru giderken sınıra yakın yerde Hollanda (Dutch) ve Almanca lehçelerini
konuşanları birbirinden ayırmak daha zordur ama Almanya’nın içlerine doğru gidildikçe Alman konuşmacıların
yoğunluğu (concentration) fazlalaşır.
Bu sınırın aşıp geri dönen konuşmacılar kolaylıkla iki lehçeyi de konuşuyor olabilirler. Bu duruma bidialectal denir.
Aslında bir çoğumuz bir tür “bidialectal” içinde büyümüşüzdür. Bunlar biri sokakta konuşulan diğeri ise okulda
öğretilen lehçelerdir.
Bilingualism : Birçok ülkede bir dilin farklı lehçelerinin bölgesel farklılıkları sorun olmayabilir. Ama birbirinden uzak
iki farklı dilin aynı ülkede kullanılması sorun yaratabilir. Örneğin Kanada’da hem Fransızca hem de İngilizce resmi dil
olduğundan burası bilingual bir ülkedir. Aslında Kanada tarihi boyunca Fransızca konuşan azınlık gruba sahip,
İngilizce konuşan bir ülke olmuştur. Böyle bir durumda azınlık grubun konuşmacısı ana dilini (Welsh in Wales, Gaelic
in Scotland, Spanish in United States) öğrendikten sonra daha baskın, büyük bir toplumun üyesi olmak için
çoğunluğun kullandığı dili öğrenir (İngilizce).
Gerçekte, birçok azınlık konuşmacısı ana dillerinin nüfus bölgelerinde kullanıldığını görmeden yaşayabilir.
Bazen politik etkiler bunu değiştirebilir. Mesela İngilizce levhaların dikkatsizce yazılmış Welsh (Gal) dili ile
bozulmasıyla, Wales şehrinde bilingual (Englisg-Welsh) levhalar kullanılmaya başlanmıştır.

Bireysel bilingualism ise anne ve babanın farklı ana dillere sahip olmasıyla gerçekleşebilir. Çocuk aynı
anda bu iki dili edinmeye başlarsa, aralarındaki uzaklık fark edilemeyebilir. Ama bu durumda da dillerden biri daha
baskın olacaktır.
Language Planning : Belki de Avrupa ve Kuzey Amerika’da “bilingualism” çok küçük gruplar arasında olduğundan
Amerika Birleşik Devletleri’ne monolingual (tek dilli) ülke gibi görülebilir. Bunun nedeni kullanılan Standart İngilizce
sadece konuşma dili olarak değil radyo, televizyon ve gazete yayınlarında da kullanılan tek dildir. Bu durum ev
ortamında İngilizce yerine ana dillerini tercih eden büyük toplulukların varlığını kabul etmez. Örneğin; San Antonio,
Texas’ta halkın büyük çoğunluğu radyo yayınları İngilizce’den çok İspanyol’ca dinlenir. Bu durum hükümet ve eğitim
sistemini zorda bırakmaktadır. İlköğretim bu bölgelerde hangi dilde verilmelidir, İngilizce veya İspanyolca? Başka bir
örnek verecek olursak :
Duatemala’da 26 Mayan dili konuşulur. Bu durumda İspanyolca eğitim dili olarak seçilirse Mayan dili konuşanlar için
eğitim alanında dezavantaj söz konusudur. Bu gibi soruların çözümleri dil planlamasının temelinde cevaplanır.
Hükümet, kanun ve eğitim kuruluşları, resmi işlerde kullanılabilecek bir dil seçmek zorundadırlar. Mesela İsrail’in en
yaygın kullanılan dili Hebrew olmamasına rağmen bu hükümetin resmi dilidir. Hindistan’da Hindu dili resmi seçilmiştir
ama bu dilin kullanılmadığı bölgelerde yaşayanlar tepki göstermiştir. Dil planlama 5 basamak şeklinde yapılır.
1.Selection : Resmi bir dil seçilir.
2.Codification : Seçilen dili kanun halinde toplamak amacıyla basit grammar, sözlükler ve yazılı örnekler,
Standart türü kabul ettirmek için kullanılır.
3.Elaboration : Yaratılan Standart tür sosyal yaşamın her türlü alanında kullanılabilecek şekilde geliştirilir.
4.Implementation : Bu (yürütme) basamakta hükümet dilin kullanımına cesaret verici çabalar harcar.
5.Acceptance : Nüfusun büyük çoğunluğu yaratılan standart dili kullanmaya başlar ve sadece sosyal değil
milli dil olarak görür.
Pidgins and Creoles :Bazı bölgelerde seçilen Standart dil, o dili hiç ana dili olarak kullananın bulunmadığı bir türde
olabilir. Örneğin Papua New Guinea’da resmi işler Tok Pisin (Melanesian Pidgin) dilinde yapılırdı. Şimdi 1 milyon
insan tarafından kullanılan bu dil, bir bağlantı (contact) dili olarak başlamıştı. Pidgin bir çeşit dil türüdür. Birbiriyle
alışveriş gibi konularda fazla bağlantı kuran farklı gruplar gibi belirli maksatlarla geliştirilmiş bir dildir. Bu farklı gruplar
birbirlerinin dillerini bilmediğinden Pidgin ile anlaşırlar. Pidgin dilleri ana dil olarak kullanılamaz. Pidgin kelimesi Çin
dilinde “iş” anlamındadır.
Bugün halen kullanılmakta olan birkaç İngilizce Pidgin Dili bulunmaktadır. Sınırlı kelime bilgisi ve basit
dilbilgisi morfolojisi ile oluşturulmuşlarıdır. Possessive ve çoğul “-s” gibi dilbilgisel (inflectional) ekler Pidgin Dilinde
nadir kullanılır. Örneğin : tu buk (two boks), di gyal pleis (the girl’s place). Fonksiyonel morfemler genelde inflectional
morfemlerin yerini alır. Örneğin : buk bilong yu (your book).
Pidgin Dillerindeki birçok kelimenin orijinali diğer dillerden alıntı olabilir. Örneğin :
bagarimap (bugger him up) : Bozmak, yok etmek.
haisimap (hoist him up) : Asansör
yumi (you + me) : Biz
Pidgin Dillerinin dilbilgisi kurallarında kelime dizilimi, kelimeleri borç veren dillerdekine benzemeyebilir.
Pidgin Dillerini kullanan halen 6-12 milyon insan vardır. Ayrıca Pidgin Dilini kullanarak ana dil olarak kabul eden 10-
17 milyon insan bulunmaktadır. Pidgin Dilinin zamanla yayılarak bir bölgenin ana dili olması durumunda oluşan dile
Creoles denir.
Tok Pisin dili şimdilerde Creole olarak tanımlanabilir. Mahalli olarak (locally) Pidgin denmesine rağmen
Hawai’de büyük bir topluluk tarafından konuşulan dil de aslında Creole’dir. Bir Creole Dili, Pidgin konuşmacılarının
çocuğuymuş gibi gelişir. Bu nedenle Creoles Dillerini ana dili olarak bilen birçok insan olabilir, ve bu diller
kullanımlarında sınırlanmazlar.
Fransızca’dan türeyen bir Creole dili Haiti nüfusunun büyük çoğunluğu tarafından konuşulur. İngilizce’den
türeyen Creole dilleri ise Jamaica ve Sierra Leone’de kullanılır.
Bir Pidgin’in kelime bilgisi parçaları oluşturduğu Creole’nin dil bilgisi elementi olabilir. Örneğin Tok Pisin
dilinde : (by and by you go) : baimbai yu go bai yu go yu bai go yu bigo (you will go)
The Post-Creole Continuum :
Pidgin’den Creole’ye doğru dilin gelişmesine “creolization” denir. Bu durumda Standart Dil ile bağlantısı
daha fazla olan konuşmacılar Creole Dilinden kaçmaktadırlar (retreat). Eğitim ve sosyal prestijin yüksel görüldüğü
yerlerde bir model olarak görülen (British English in Jamaica) konuşmacılar, daha az Creole söz ve yapılarını
kullanacaklardır. Bu duruma ise “decreolization” denir.
Creole formlarına yakın olan basit ifadeye basilect denir.

Model olarak görülen dıştan gelen formların kullanıldığı ifadelere acrolect denir.
Bu ikisi arasında kalan farklı bir tür oluşmasına ise mesolect adı verilir.
Creole yaratıldıktan sonra oluşan bu türlere ise genel olarak “Post-Creole Continuum” adı verilir.
Örneğin Jamaica dilinde : a fi mi buk dat (basilect)
iz mi buk (mesolect)
it’s my book (acrolect)

Bir Creole Dilinde oluşan bu farklılıklar sosyal değerler ve kimliklerle (identity) alakalı olabilir.

Happy
Happy
0
Sad
Sad
0
Excited
Excited
0
Sleepy
Sleepy
0
Angry
Angry
0
Surprise
Surprise
0

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir Cevap Yazın