ingilizce

10 sinif ingilizce 19 unite ders anlatimi

UNIT 19 EXPERIENCES

Experience: deneyim, tecrübe

Let’s start: hadi başlayalım

Let’s go: hadi gidelim

Let’s learn: hadi öğrenelim

An interesting experience: ilginç bir tecrübe, deneyim

Talk about: -dan bahsetmek

Can you talk about Turkey? Türkiye’den bahsedebilir misin?

Can you talk about an interesting experience? İlginç bir deneyimden bahsedebilir misin?

An experience which you had at school: Okulda yaşadığın bir deneyim

An experience which you had at home: Evde yaşadığın bir deneyim

An experience which you had on your holiday: Tatilde yaşadığın bir deneyim

When: Ne zaman?

When did it happen? Ne zaman oldu? Ne zaman meydana geldi?

It happenED last year. Geçen yıl oldu.

Each Picture: her bir resim in each Picture: her bir resimde

Can you see?: Görebilir misin?

What can you see? Ne görebilirsin?

What can you see in each Picture? Her bir resimde ne görebilirsin/görebiliyor sun?

Aslı has TORN my Maths Project. Aslı benim matematik projemi yırtTI.

Tear (v): yırtmak, V2: tore V3: torn

Ali has washed his hair. Ali saçını yıkaDI.

Has Ali washED his hair? Ali saçını yıkaDI mı?

Ali has NOT washED his hair. Ali saçını yıkamadı.

Don’t worry: endişelenme, tasalanma, merak etme

I will talk to her: Onunla konuşACAĞım/konuşurum.

All right then: peki öyleyse, tamam.

If you want: istersen, eğer istersen, …

If you study: çalışırsan, eğer çalışırsan, …

I can give you A HAND. Sana BİR EL verebilirimJ Sana YARDIM EDEBİLİRim.

Matter: problem, sorun, mesele

What is the matter? Sorun ne? Honey: canım, şekerim, balım J

Again: tekrar together: birlikte

Already: zaten, çoktaaan, ooooohhhhooo.

I have ALREADY washed the dishes. Tabakları çoooktaaan yıkadım.

Tabakları yıkayalı yıl oldu yıl…..

Spot: benek, nokta red spotS: kırmızı benekler, noktalar

You have measles: Sen sahipsin kızamığa. Sen kızamık oldun.

Contagious: bulaşıcı Is it contagious? Bulaşıcı mı?

You don’t have to worry. Endişelenmene gerek yok.

You needn’t worry. Endişelenmene gerek yok.

You don’t need to worry. Endişelenmene gerek yok.

Do you have to study English? İngilizce çalışmak zorunda mısın?

Do you NEED to STUDY English? İngilizce çalışmaya ihtiyacın duyuyor musun?

Emre has paintED his face. Emre yüzünü boyaDI.

Has Emre paintED his face? Emre yüzünü boyaDI mı?

Emre has not paintED his face. Emre yüzünü boyamadı.

Who has torn Ezgi’s Project? Kim Ezgi’nin projesini yırtTI?

Who has measles? Kim kızamığa sahip? Kızamık oldu?

Has Ezgi ALREADY had measles? Ezgi daha önce kızamık oldu mu?

Has Emre painted his face? Emre yüzünü boyadı mı?

Chickenpox: suçiçeği

How often: kaç kez, kaç defa

How often a day: bir günde kaç defa

How often a week: Haftada kaç kez

How often a month: ayda kaç kez

Once: bir kere twice: iki kere three timeS: üç kere four timeS: dört kez

Once a day: günde bir kez twice a week: haftada iki kez

Three times a month: ayda üç kere

Ever: şu ana kadar

Have you EVER had a bicycle? Şu ana kadar/hayatında hiç bisikletiniz oldu mu?

Have you EVER seen A TEA FIELD? Hayatında hiç ÇAY BAHÇESİ gördün mü?

Have you EVER driven a car? Hayatında hiç araba kullandın mı?

Have you EVER eaten HAMSİKOLİ? J Hayatında hiç hamsikoli yedin mi? J

Bite: ısırmak anxious: endişeli, kaygılı, a bit anxious: biraz kaygılı

İnsect: böcek: insect bite: böcek ısırması

HAVE you ever HAD an insect bite? Hayatında hiç seni böcek soktu mu?

When did it happen? Ne zaman oldu?

How did it happen? Nasıl oldu?

What did you do? Ne yaptın?

Analysis: analiz, tahlil temperature: sıcaklık, ısı, ateş

Anxious: endişeli, kaygılı sting(v): sokmak stung(v3): soktu

It hurtS a lot: çok ağrıyor. Suddenly: aniden, birden bire

Bite: ısırmak bit(v2) at first: başlangıçta, en başta, önce

I didn’t worry: endişelenmedim, kaygılanmadım.

We have to do: yapmak zorundayız.

We have to do SOME testS. Birkaç test yapmak zorundayız.

We have to do some MORE testS: birkaç test DAHA yapmak zorundayız.

To be sure: emin olmak

We have to do some more tests TO BE SURE. EMİN OLMAK İÇİN birkaç test daha yapmak zorundayız.

We must go there TO SEE ALİ. Ali’yi görmek için oraya gitmeliyiz.

We must study our lessons TO PASS our classes. Sınıflarımızı geçmek için derslerimize çalışmalıyız.

Why do you learn English? Niçin İngilizce öğreniyorsun?

To be a teacher. Öğretmen olmak için.

Why do you go to England? Niçin İngiltere’ye gidiyorsun?

To learn English. İngilizce öğrenmek için.

Blood: kan blood pressure: kan basıncı

You’ll be fine soon. Çok yakında iyileşeceksin. İyileşirsin.

Check: kontrol et

Check your answers: cevaplarınızı kontrol ediniz

to DO test: test yapmak

to do some testS: birkaç test yapmak

to do some MORE testS: birkaç tane daha test yapmak

It will take a long time to get better. Daha iyi olması/iyileşmesi uzun zaman alacak.

It will take a long time to go to Ankara. Ankara’ya gitmek uzun zaman alacak.

It will take a long time (for her) to understand you. Seni anlaması onun için uzun zaman alacak.

I have a stomache. Midem ağrıyor.

Have you EVER had a stomache? Hayatında hiç miden ağrıdı mı?

Have you EVER had an operation? Hayatında hiç ameliyat oldun mu?

Have you EVER seen a kangaroo? Hayatında hiç kanguru gördün me?

Reading & Listenin page: 147

Have you ever had measles? (Hayatında) Hiç kızamık oldun mu?

When did you HAVE measles? Ne zaman kızamık oldun?

How did you feel? (kendini) nasıl hissettin?

Wake up: uyanmak an aching head: ağrıyan bir baş

A high temperature: yüksek ateş flu: grip

Crawl: sürünmek, emeklemek hallucinate: hayal görmek

Sneeze: hapşırmak raised brows: kalkık kaşlar

Adults can get measles, too. Yetişkinler de kızamığa yakalanır.

Fluid: sıvı vary(v): değiştirmek, çeşitlendirmek

If you aren’t hungry, don’t eat. Aç değilsen, yemek yeme.

If you are hungry, eat eggs, fish, fruit. Aç isen yumurta, balık ve meyve ye.

No junk food. Abur cubur yeme. Hazır gıdalar yeme.

Sleep: uyu sleep As much As you can: yapabildiğin kadar uyu

Read As many books As you can: Okuyabildiğin kadar çok kitap oku

Drink as much water as you can: İçebildiğin kadar çok su iç

Study AS MUCH AS you can: Yapabildiğin / Elinden geldiği kadar çok çalış

Pill: hap (ilaç)

A student who can answer the question: soruyu cevaplayabilen bir öğrenci

A man who knows Turkish: Türkçe bilen bir adam

A teacher who loves his students: öğrencilerini seven bir öğretmen

Someone who can help: yardım edebilen birisi

Someone who has a bicycle: bisikleti olan birisi

Someone who is good at English: İngilizce’de iyi olan birisi

There is someone WHO CAN DO YOUR SHOPPING.

(senin) Alışverişini yapabilecek birisi var.

Is there ANYONE who can do your shopping? Senin alışverişini yapabilecek birisi var mı?

Take care of: -e bakmak, -ın bakımıyıla meşgul olmak

WOULD you LIKE? İster misiniz?

Would you like ME? Benden ister misiniz?

Would you like me TO HELP YOU? Size yardım etmemi ister misiniz?

Would you like me TO ANSWER THE QUESTION? Soruyu cevaplamamı ister misiniz?

Glance: göz atmak, bakmak

There are other patients TO SEE. Görecek (göreceğim) başka hastalar var.

A lot of books to read: Okunacak bir çok kitap

A lot of words to say: Sözleyecek çoook söz

Water to drink: İçilecek su

How long: Ne kadar süre ? Kaç gün

How long will I be OFF? Kaç gün dinleneceğim?

Couple: çift a couple of weeks: bir çift hafta J iki hafta

You’ll feel better: Kendini daha iyi hissedeceksin.

S ı f a t Z a r f

Quick: çabuk, hızlı quickly: çabucak, hızlı bir şekilde

Slow: slowly: yavaşça, yavaş bir şekilde

It is a slow car. He walks slowLY.

O yavaş bir arabadır. O yavaşça yürür. (Nasıl YÜRÜR) fiili niteliyor.

Avoid: kaçınmak, Can you avoid: kaçınabilir misiniz?

Can you avoid illnesses? Hastalıklardan kaçınabilir misiniz?

How can you avoid illnesses? Hastalıklardan nasıl kaçınabilirsiniz?

Tip: ipucu examine: muayene etmek

Off work: işten ayrı olmak / işe gidememek

How long will she be off work? Ne kadar işten ayrı kalacak? Ne kadar işe gitmeyecek?

Page: 148

Ted’s excuse: Ted’in özrü, mazereti

You have been to the doctor’s. Doktora gittin.

What kind of a person: Nasıl bir kişi, (ne tür bir insan, ne cins bir kişi)

How did Ted feel? Ted kendini nasıl hissetti?

How do you feel now? Şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Has Ted been to the doctor’s? Ted doktora gitti mi?

Have you been to Rize? Rize’de bulundunuz mu? (Rize’ye gittiniz mi?)

You are late for school. Okula geç kaldınız. (Geciktiniz.)

Your shirt is wrinkled. Gömleğin buruşuk/kırışık.

The soup is tasteless. Çorba tatsız.

Be late: gecikmek be late for school: okula geç kalmak

Excuse: özür, mazeret boss: patron strict: sert, katı

Punctual: dakik, vaktinde gelen

I have got a cold. Bir soğuğa sahibim J Üşüttüm,

My nose is running. Burnum koşuyor J Burnum akıyor.

I FEEL MISERABLE. KENDİMİ KÖTÜ, BERBAT HİSSEDİYORUM.

Mess: karışıklık, dağınıklık do shopping: alışveriş yapmak

Flat: daire tidy: düzenli, derli toplu x UNtidy soup: çorba taste: tat

Tastless: tatsız oversleep: uyuya kalma be busy: meşgul olma Ali is busy.

Water: su, sulaMAK plant: bitki water the plantS: bitkileri sulamak

An experience: bir deneyim, tecrübe

An experience which you have never forgotten: asla unutmadığın bir deneyim

Lottery: piyango

On the radio: radyoda

Netherland=Holland: Hollanda

Flood: sel, su baskını

Destroy: yıkmak, mahvetmek

A teddy bear: oyuncak ayı

Someone TOOK the baby to the zoo.

Birisi bebeği hayvanat bahçesine GÖTÜRDÜ.

What are you LOOKING FOR? Ne arıyorsun?

Can you help me FIND them? Onları bulmaMA yardım eder misin?

What is in the newspaper today? Bugün gazetede ne var?

Would you like? İster misin?

Would you like something? Bir şey ister misin?

Would you like something TO EAT? YİYECEK bir şey ister misin?

Compete(v): yarışmak competITION: yarışMA

İsland: ada deserted(adj): terkedilmiş

A deserted island: terkedilmiş bir ada

Be allowed to: izin verilmek

Ali IS ALLOWED TO play football. Alinin futbol aynamasına izin verilir.

You ARE ALLOWED TO go there. Oraya gitmenize izin verilir.

I AM ALLOWED TO swim here. Burada yüzmeme izin verilir.

You are allowed to use your dictionary. Sözlüğünü kullanmana izin verilir.

They are allowed to sing songs. Şarkı söylemelerine izin verilir.

She is allowed to play the guitar. Gitar çalmasına izin verilir.

I am not allowed to dance with her. Onunla dans etmeme izin verilmez.

He is not allowed to smoke here. Burada sigara içmesine izin verilmez.

We are not allowed to park here. Barada park etmemize izin verilmez.

Are you allowed to use the car? Arabayı kullanmana izin verilir mi?

Arabayı kullanmana izin VAR MI?

They are not allowed to use any equipment.

Hiçbir araç gereç kullanmalarına izin verilmez.

They are not allowed to fish in the lake. Gölde balık tutmalarına izin verilmez.

Win: kazanmak winNER: kazanan kişi

Two weekS two-week

A two-week holiday: iki haftalık tatil

Share: bölüşmek, paylaşmak duty: görev dutIES: görevLER

Make a big fire: büyük bir ateş yakmak

Go hunting: ava gitmek

Go fishing: balığa gitmek GO + a c t i v i t i e s

Go shopping: alışverişe gitmek

Stay at a hotel: bir otelde kalmak

Quite comfortable: oldukça rahat freezing cold: dondurucu soğuk

It HAS snowED all day. Bütün gün (gün boyunca) kar yağdı.

Most of the time: zamanın çoğunu

I SPENT most of the time SKIING. Zamanın çoğunu kayak yaparak geçirdim.

Cliff: uçurum, sarp kayalık

Join: katılmak hike(v): uzun yürüyüş yapmak

Amazing: şaşırtıcı, hayrete düşüren tiny: ufacık, küçücük lake: göl

An amazing tiny lake: küçücuk, insanı hayrete düşüren bir göl

Frozen: donmuş partly frozen: kısmen donmuş

Under the clear sky: temiz (berrak) gökyüzünün altında

shinny=shining: parıldamak ancient: tarihi, eski

some wonderful silk fabrik clothes = NOSASCOMN (order of ADJECTIVES)

HOW LITTLE I paid for them: ne kadar az ödedim onlar için

You can’t imagine how little I paid for them: Onlara ne kadar az para verdim inanamazsın.

You can’t imagine HOW MUCH I love you. Seni ne kadar sevdiğimi hayal edemezsin

You can’t know HOW MANY BOOKS I have. Kaç tane kitaba sahibim bilemezsin

You can’t believe HOW MUCH WATER he has drunk. Ne kadar su içtiğine inanamazsın.

İncredibly: olağanüstü increadibly cheap: olağanüstü ucuz

At last: sonunda famous Iskender Kebap: meşhur İskender kebabı

Delicious: lezzetli the cable car: teleferik

Can you imagine: hayal edebiliyor musun?

Can you imagine TRAVELLING? Seyahat etmeyi hayal edebiliyor musun?

Can you imagine travelling on THE CABLE CAR? Teleferikte seyahat etmeyi hayal edebiliyor musun? Breathtaking: nefes kesici

Lounge: lobi, oturma salonu, dinlenme odası scenery: manzara

SNOW FALLING: düşen kar yağan kar

People are watching THE SNOW FALLING. İnsanlar yağan karı seyrediyor.

Soon: çok yakında, pek yakında

A wonderful place for a holiday: tatil için harika bir yer

Location: yer accomodation: kalacak yer

Bir yanıt yazın