turkish

Metin Turleri Konu Anlatimi

Okuma Süresi:44 Dakika, 23 Saniye

I. ÜNİTE: SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ

Kazanımlar:

Sanat metinlerinin yapısını, gerçeklikle ilişkisini belirler.
Sanat metinlerinin yazıldıkları dönemin zihniyetiyle ilişkisini belirler.
Sanat metinlerinde kullanılan dilin işlevlerini belirler.
Dilin şiirsel işleviyle göndergesel işlevi arasındaki farklılıkları belirler.
Sanat metinleri ile okuyucu/seyirci arasındaki ilişkiyi fark eder.
Sanat metinleri ile gelenek arasında ilişki kurar.
İletişim ile sanat metinleri arasındaki ilişkiyi belirler.
Sanat iletisinin bilimsel, düşünsel ve dinsel iletilerden farklılıklarını araştırır.
Sanatlar arasındaki farklılıkları belirler.
Anlatmaya bağlı metinleri temalarının genel özellikleri ve yazılış amaçları bakımından gruplandırır.
Anlatmaya bağlı sanat metinlerinde dilin hangi işlevlerinin hâkim olduğunu belirler.

Sanat Metinleriyle Öğretici Metinler Arasındaki Farklar

ÖĞRETİCİ METİNLER

Okuyucuya vermek amacıyla yazılır.
Kurgu değildir, gerçekler dile getirilir.
Gerçeklik ön plandadır.
Açıklayıcı anlatım türüyle kaleme alınır.
Resmi, açık ve sade bir dille yazılır, üslup kaygısı yoktur.
Sanat kaygısı taşımaz.
Dil göndergesel işlevde kullanılır.

SANATSAL METİNLER

ØOkuyucuya estetik zevk vermek amacıyla yazılır. Güzellik esas alınarak yazılmıştır. ØBilgilendirme amacı yoktur. ØOkuyucuda merak uyandırır. ØDil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır. ØÖyküleyici ve betimleyici anlatım türüyle kaleme alınır. ØKişi, zaman, mekân, tarih değiştirilebilir. ØOlaylar gerçek ya da kurmacadır. Gerçekler kurgulanarak anlatılır. ØHayallere ve mecaz anlatımlara yer verilir. ØSamimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır. ØDil şiirsel işlevde kullanılır.

ANLATIM

Sözlü Anlatım

Yazılı Anlatım

SÖZLÜ VE YAZILI ANLATIM ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Her iki anlatım yolu da iletişim aracı olarak dili kullanır.
Gerek sözlü, gerekse yazılı anlatım duygu ve düşüncenin güzel ve etkili söylenmesine önem verir.

Sözlü anlatımda sözlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ses tonu, vurgu, tonlama ve söyleyiş biçimi ile jest ve mimiklere yer verilir.
Yazılı anlatımda ise yazım kurallarına, noktalama işaretlerine uyulur.
Sözlü anlatımda kısa cümlelere yer verilirken yazılı anlatımda daha uzun cümleler kullanılır.
Sözlü anlatımda günlük konuşma dilinin olanaklarından yararlanılır, kısa ve devrik cümlelerle sözün gücü artırılır.
Sözlü anlatımda dinlenilen konunun tekrarı yoktur.
Yazılı anlatımda tekrar tekrar metni okuma imkânı vardır.

EDEBİ ESER NEDİR?

İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir.

Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir.

Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.

SANATÇI NİÇİN YAZAR?

Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister.
Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır.
Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır.
Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar.
Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.

EDEBÎ ESERLERİN ÖZELLİKLERİ

İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır.
Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.

EDEBÎ ESERLERİN YARARLARI NELERDİR?
BİR EDEBÎ ESERİ OKUDUĞUNUZDA NELER HİSSEDERSİNİZ?

Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekanda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir.

Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.

OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ

 
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

  Cahit Sıtkı Tarancı

II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ

SANATSAL METİNLER
FABL
MASAL
HİKÂYE (ÖYKÜ)
ROMAN
TİYATRO
ŞİİR

fabl

Kazanımlar:

Fablın özelliklerini belirleme ve fabl yazma
Okuduğu ve dinlediği fabl metinlerinin ortak özelliklerini belirler.
Fablde soyut bir düşüncenin somutlaştırıldığını keşfeder.
Fabldeki olay veya olay örgüsünü belirler.
Olay veya olay örgüsünün gerçeklikle ilişkisini araştırır.
Olay veya olay örgüsünde kahramanların neyi, nasıl temsil ettiklerini fark eder.
Mekânın özelliklerini belirler.
Zamanın özelliklerini belirler.
Metni kendi içinde bütünlüğü olan parçalara ayırır.

Metinde yararlanılan anlatım türlerini ve hâkim anlatım türünü belirler.
Farklı anlatım türlerinin oluşturduğu metin parçalarının nasıl birleştirildiğini belirler.
Söz ve hareket arasındaki ilişkileri belirler.
Metin parçalarının anlam bakımından nasıl birleştirildiğini keşfeder.
Temanın özelliklerini belirler.
Metni açıklık, akıcılık, duruluk ve yalınlık bakımlarından inceler.
İncelediği fabllerde dilin hangi işlevlerde kullanıldığını belirler.
Fabl yazmayı dener.

Bir tür küçük öyküdür.
Olaya dayalı bir anlatımı vardır.
Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır.
Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fabllerin, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de anlatıldığı sanılmaktadır.
Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir.
Olaylar bizi güldürürken eğitir.
İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü… vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.
Fablin dört öğesi vardır; kişiler, olay, zaman, yer.

Kişiler:
Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.
Fablde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur.
Kişi betimlemesi yoktur.
Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız. Arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız.
Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır.
Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez.
Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez.
Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır.

Yer:
Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir:
Orman, göl kenarı, yol… gibi.
Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.
 
Zaman:
Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.

KEÇİ CAN PAZARINDA
Keçiciğin aklı bir karış havada ya, sürüsünü bir yana bırakmış, bir başına otlaya otlaya çekip gitmiş. Hain koca kurt, kaçırır mı; hemen görmüş keçiciği:
“Heh, işte ağzıma lâyık bir lokma. Yaşasın!” demiş.
Keçicik, bakmış can pazarı. Hiç kurtuluş murtuluş yok:
“Eh, n’apalım, demek kaderimizde sana yem olmak varmış kurt. ” demiş. “Madem ölüm kapıya geldi, bari bana biraz kaval çal ki, neşeleneyim, kendimi unutup öyle öleyim.. “Kurt, “Son isteği zavallının… “demiş, bulmuş bir kaval, füyt füüyt çalmaya başlamış. Kurt çalmış, keçicik, oynamış. Derken ötelerden kaval sesini alan köpekler koşturmuşlar; gelmişler, kurdu önlerine düşürüp bir güzel kovalamışlar. Kaçmadan önce, kurt, durumu anlayıp oyuna geldiğini sezinlemiş:
“Suç sende değil bende. Neme gerekti benim kaval çalmak, neme gerekti bana köçekli kurban!” demiş.
Zamansız bir işe kalkışmanın sonu budur. Ölçmeli, biçmeli adımını ona göre atmalı. Tersi oldu mu, işte böyle Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurundan olur.
(Aisopos, Ezop Masalları, Tarık Dursun K. Mayıs 1981. )

TÜRK EDEBİYATINDA FABL

Mevlâna’nın Mesnevî’sinde fabl türüne örnek olabilecek hikâyeler mevcuttur.

15.Yüzyılda Şeyhî’nin Harname’si karşımıza çıkmaktadır. Şeyhi’nin Harnâme adlı eseri de Divan edebiyatındaki fabl türüne örnek gösterilebilir.
Milli Eğitim Bakanlığı Harnâme’yi “Zavallı Eşeğin Hikâyesi” adı altında yayınlamıştır.
Batılı anlamda ilk fabl örneklerini Tanzimat edebiyatı sanatçısı Şinasi yazmıştır.
Şinasi 1862 yılında Tercüme-i Manzume adlı kitabında Batılı şairlerin şiirlerine yer vermiştir.
Bunlar arasında La Fontaine’de vardır.
İlk fabl çevirileri, Fransız şairi La Fontaine’den yapılmıştır.
Ahmed Mithat Efendi, çocukların terbiyesi ve yetiştirilmesi hususunda Fransızcadan birçok kitap çevirmiştir.

Orhan Okay Ahmet Mithat için, “Kanaatimce çocuk mevzuuna bu kadar geniş olarak temas eden ilk muharririmizdir.” der.
Ahmet Mithat Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La Fontaine’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllere yer vermiştir.
Ali Ulvi Elöve Çocuklarımıza Neşideler, adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir.
Nabizade Nazım’ın “Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk” adlı eseri vardır.
Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, Ömer Rıza Doğrul, Kemal Demiray, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Siracettin Hasırcıklıoğlu, Sebahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.
Tarık Dursun K.’nın fabl üzerine birçok eseri mevcuttur. La Fontaine, Ezop ve Krilov’dan çeviriler yaparak yayınlayan yazar, hayvanlarla ilgili birçok hikâye de yazmıştır

MASAL

Kazanımlar:

Masalın özelliklerini belirleme ve yazma
Masaldaki olay örgüsünü ve olay örgüsünün özelliklerini belirler.
Olay örgüsünü oluşturan parçaların metin içinde yüklendikleri işlevleri belirler.
Olay örgüsünü, olayın geçtiği yere ve olayın oluşmasında rol sahibi kişilere de dikkat ederek parçalara ayırır.
Olay parçalarının bir tema etrafında nasıl birleştiklerini belirler.
Masallarda karşılaşma ve çatışmaların temel özelliklerini belirler.
Masal kişilerinin özelliklerini belirler.
Masallarda mekânın özelliklerini belirler.
Masallarda hangi anlatım türlerinden, nasıl yararlanıldığını belirler.

Masallarda dilin hangi işlevinin hâkim olduğunu belirler.
Masalların neden sanat metni olduklarını açıklar.
Metni açıklık, duruluk, akıcılık bakımından inceler.
İncelediği masalda anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını belirler.
İncelediği masaldaki isim, sıfat, zamir ve zarfların kullanılış amacını belirler.
Fabl ile masalı karşılaştırır.Masal yazmayı dener.
Masallarda zamanın saat ve takvimle ölçülebilen zamandan farklılığını ve bu zamanın metne kazandırdıklarını açıklar.
Anlatıcının kim olduğunu belirler, özelliklerini açıklar.
Metindeki anlatıcının bakış açısının özelliklerini belirler.
Masalın nasıl başlayıp nasıl bittiğini açıklar.
Okuduğu masallardan birini, günümüz yaşama biçimi ve insan ilişkilerinden yola çıkarak anlamlandırır.

Genellikle halkın oluşturduğu, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyelerine masal denir.

MASALIN ÖZELLİKLERİ:

Masallar, meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur. Masal, anonim bir türdür.
Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk, haksızlık, adalet, zulüm, alçakgönüllülük – kibir…. gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir.
Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir.
Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi (-miş’li geçmiş ) kullanılır.
Anlatım kısa ve yoğundur.
Masal kişileri her tabakadan seçilebilir. Masallarda cinler, periler, devler: de rol alır.
Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.

Masalların çoğu “ bir varmış, bir yokmuş …” ya da “ evvel zaman içinde, kalbur saman içinde …” gibi ifadelerle başlar. Bunlara tekerleme ya da döşeme denir. Tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir.
Türk masallarında dilek bölümü “ onlar ermiş muradına …. “ ya da “ gökten üç elma düştü …” biçiminde başlar.
Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır. Masallar bu yönüyle didaktik (öğretici) bir nitelik taşır.
Günümüzde belli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır.
Türk masalları üzerinde, bizde Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney … gibi kişiler çalışmışlardır.
Masal türünün Hindistan’da doğduğu sanılmaktadır

TÜRK EDEBİYATINDA MASAL

Masal kelimesinin eski Türk dili anlatımlarında ve eski metinlerde “masal” , “mesele”, “misal”, “hikaye”, “destan”, “kıssa” karşılığında kullanıldığı görülmektedir.
Zamanla bu kelimeye menşe olacak “mesel” kelimesi ise 19. yüzyılın başlarından itibaren yazılı ve sözlü kaynaklarda rastlanmaktadır.
Bu kelime “örnek verme” ve “benzer” anlamlarında kullanılmaktadır. Bazı Türk yerleşim bölgelerinde “atasözü” karşılığında da kullanılan kelime Azeri sahasında “nağıl”, Anadolu’nun bazı bölgelerinde “metel” şeklinde söylenilmektedir.
Edebiyatımızda masalı gerçek anlamda ilk defa Namık Kemal’in “Mukaddeme-i Celal” ‘inde kullanıldığı görülmektedir.
Namık Kemal ayrıca masalların ahlaki, eğitici ve terbiye edici özellikleri olduğunu belirtmektedir.

Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde masalı; halk edebiyatı ürünleri içerisinde göstererek, masalların halk hayatındaki önemine yer vermiştir.
Türk masalları üzerinde araştırma yapan Pertev Naili Boratav “100 Soruda Türk Halk Edebiyatı” adlı eserinde masalı nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlarından ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı şeklinde tanımlamaktadır.
Recaizade Mahmut Ekrem, “Çok Bilen Çok Yanılır” adlı eserini bir masalı genişleterek yazdığını söyler.
Türk masallarının kahramanları genel olarak insanlar, hayvanlar ve doğaüstü varlıklardır. Cadı karıları, devler, vezir vs. kötü kahramanlar iken padişah, kral, hükümdar, hızır, derviş vs. iyi kahramanlardır. Tilki, aslan, Anka kuşu, papağan gibi hayvan kahramanların olduğu masalların yanı sıra derviş, hızır, peri, cin gibi doğaüstü varlıkların yer aldığı masallar da bulunmaktadır.
Türk masallarında en önemli tiplerden biri Keloğlan’dır. Keloğlan tipi Türk zekâ gücünün en iyi temsilcisidir.

MASAL TÜRÜNÜN ÖNEMLİ ESERLERİ

Binbir Gece Masalları (Doğu Masalı)
Grimm Kardeşlerin Masalları(Alman Edebiyatı)
Andersen Masalları (Danimarka Edebiyatı)
Perrault Masalları (Fransız Ed. )

HİKÂYE (ÖYKÜ)

Kazanımlar:

Hikâyenin özelliklerini belirleme, inceleme ve yazma
Okuduğu, dinlediği hikâye metinlerinin ortak özelliklerini belirler.
Hikâyede yapı ögelerini belirler.
Okuduğu hikâyedeki olay örgüsünün özelliklerini belirler; olay örgüsünü veya zincirini meydana getiren parçalar arasındaki ilişkiyi açıklar.
Kişilerin olay veya olay örgüsündeki işlevlerini belirler.
Kişilerin özelliklerini araştırır, temsil ettikleri hâl, düşünce ve durumu belirler.
Mekânın özelliklerini belirler. Mekânın tema ve kişilerle ilişkisini araştırır.

Temanın özelliklerini belirler. Temayı güncelleştirir.
Anlatıcının kim olduğunu belirler.
Hikâyelerin nasıl gruplandırıldığını sezer.
Halk hikâyelerinde anlatıcının özelliklerini belirler.
Halk hikâyelerinde olay örgüsü, zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
Halk hikâyesi kahramanlarının görünüş, tavır, hareket ve eylemlerinin gerçeklikle ilişkisini tartışır.
Halk hikâyesindeki temanın, hikâyenin ait olduğu dönemin zihniyetiyle ilişkisi üzerinde durur.
Maupassant tarzı hikâyenin özelliklerini belirler.
Maupassant tarzı hikâyelerde anlatıcıyı belirler.
Anlatıcının bakış açısının özelliklerini açıklar.

Maupassant tarzı hikâyede temayı bulur.
Olay parçalarının, mekân ve kişilerle ilgili kısımların tema etrafında nasıl birleştiğini belirler.
Temanın hikâyenin yazıldığı dönemle ilişkisini açıklar.
Kişilerin özelliklerini ve gerçeklikle ilişkisini açıklar.
Olay zamanını belirler, zamanın nasıl ifade edildiğini açıklar.
Maupassant tarzında hikâye yazmayı dener.
Çehov tarzı hikâyenin özelliklerini belirler.
Çehov tarzı hikâyelerde anlatıcının özelliklerini belirler.
Anlatıcının bakış açısının özelliklerini açıklar.
Çehov tarzı hikâyede temayı bulur.

Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Önemli farklılıkları olmakla birlikte “küçük roman” şeklinde de tanımlanabilir.

.yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse Daudet (1840–1897) ve Guy de Maupassant (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar “realist” akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır.
Fransız hikâyeciliği Guy de Maupassant’ın izinden gelişmiştir.
Amerikan edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark Twain (1835-1910), O. Henry (1862-1910) ve bunları takiben John Steinbeck, Erskine Caldwel Batılı ünlü hikâyecilerdendir.

TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE

Bizde, destanlar, halk hikâyeleri, ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. ve XV. Yüzyılda “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.
İlk hikâye kitabı, Emin Nihat’ın Müsameretnâme”sidir.
Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi “Binbir Gece Masalları”na benzer.
XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte Batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letâif-i Rivayât (söylenegelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiştir.
Sami Paşazade Sezai: “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur.
Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.

HİKÂYENİN UNSURLARI

Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur.
Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
Yer: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
Zaman: Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise üç şekilde olur:
Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “üçüncü kişili anlatım”. Olaylara hâkim anlatım; “ilâhî bakış açılı anlatım”dır.

HİKÂYEDE PLÂN:

Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:
Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.
Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür
Ancak bütün hikâyelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.

HİKÂYE ÇEŞİTLERİ

Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;

OLAY (KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ:

Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir. Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Maupassant Tarzı Hikâye” de denir.
Maupassant Biçimi: Hikâyede asıl olan “olay” dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü, hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin’dir.

DURUM (KESİT ) HİKÂYESİ:

Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir. Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz. Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.

Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan “olay” değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.

MODERN HİKÂYE:

Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve birtakım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır .
Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE

Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:
“Serim, düğüm, çözüm” bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet Ağaoğlu, Haldun Taner, Oktay Akbal, Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri bu grup içindedir (Maupassant Biçimi)
İstanbul’da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı, Sermet Muhtar Alus’un hikâyeleri bu grup
“Serim, düğüm, çözüm” bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Tarık Buğra, Sevinç Çokum gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)
Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955’ten sonra görüldü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman “müstehcen”e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.
Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun, Ferit Edgü ve Erdal Öz gelmektedir.

Roman

Kazanımlar:

Mekânı anlatan parçaları ayrı ayrı ele alır, mekânın özelliklerini ve işlevlerini belirler.
Zamanın özelliklerini ve metinlerdeki işlevlerini belirler.
Olay örgüsündeki zamanın, kronolojik zamandaki iz düşümünü bir tabloda gösterir, farklılıkların sebeplerini araştırır.
Anlatıcının anlatılanla ilişkisini belirler.
Anlatıcının kim olduğunu ve bakış açısını belirler.
Farklı bakış açılarıyla anlatılan metin parçalarının bir metinde nasıl birleştirildiğini açıklar.
Metinde başvurulan anlatım türlerini belirler.
Romanın bağlı olduğu edebiyat anlayışını belirler; bu anlayışın yapı, tema ve anlatımda nasıl ifade edildiğini açıklar.

Her anlatım türünde kullanılan dilin işlevlerini belirler.
Okuduğu her üç romanı meydana getiren parçaların kendi içlerinde bir anlamı olduğunu ve bunların birleşerek eserin anlamını ortaya koyduklarını keşfeder.
Eserin anlamının, eserdeki parçaların anlamının toplamı olmadığını fark eder.
Okuduğu romanlarla ilgili inceleme tanıtma, eleştiri yazıları arar, bulur, okur.
İncelenen roman hakkında bir inceleme yazısı yazar.
Okuduğu romanlardan her biri hakkında kişisel duygu ve düşüncelerini dile getiren yazılar yazar.
Romanları temalarından hareketle gruplandırır.
İncelediği romanı açıklık, akıcılık, duruluk ve yalınlık bakımından inceler. İncelediği romanda anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını belirler.

Olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlere roman denir.
Diğer türlerden ayrılan en önemli özelliği, uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal olaylar ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele alınır.
“Roman” kelimesi, Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan halk kitlelerinin konuştuğu halk Lâtincesine verilen addır. Sonraları herkesin anlayabilmesi için bu dille yazılan destan ve hikâyelere “roman” adı verilmiştir. Kelimenin aslı buradan gelir. (H. F. Gözler, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 303)
İyi bir roman ilgi çekici olmalı, herkesi ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. Romandaki olaylar arasında dengeli bir sıralama ve bağ bulunmalıdır.
Olaylar akla yakın olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. Romandaki varlıkların kişilikleri baştan sona dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle çelişmemelidir.

Roman yazarı; romanda oluşturduğu kişilerini kendi kişiliği içinden görebilmelidir. Romandaki davranışlar ve konuşmaların, kişilerin karakterlerinden çıkmasını sağlamalıdır.
Okuyucu, romanı iş olsun diye okumaz. Roman okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak ister. Romandaki kişilerle ilgilenmeye başlar. Olaylar karşısındaki davranışlarının ne olacağını merak eder. Onların başarılarından mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına üzülür. Kendisini onların yerine koyar. Onların davranışlarını eleştirir. Bu davranışlar içinde yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları bulur. Romanı okuyup bitirince genel bir yargıda bulunur.

Türk edebiyatında önceki yüzyıllarda roman türüne benzer edebî eserler mevcuttur.
Bunlar:
Halk Hikâyeleri (Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi.)
Meddah Hikâyeleri
Dinî Hikâyeler (Hz. Ali’nin Cenkleri gibi)
Destanî Hikâyeler (Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı gibi)
Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır.
Namık Kemal’in “İntibah”, ilk Türk romanıdır. Nabizâde Nazım’ın “Karabibik”, ilk köy romanıdır.
Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği “Telemak”, ilk çeviri romandır.

Romanlarda, şu ögeler üzerinde önemle durulmalıdır:
Konu, kişiler, çevre, zaman, ana düşünce ve anlatım tarzı (üslûp).
Romanlardaki olaylar, bir plâna uygun olarak anlatılır.
Bu plân şöyledir:
Giriş (Serim): Roman olayının başı, burada verilir.
Gelişme (Düğüm): Roman olayının gelişip, açıldığı bölümdür.
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın açıklığa kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür.
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 205)

ROMAN ÇEŞİTLERİ

Romanlar, işlenilen konularına göre şu çeşitlere ayrılır:
Tarihî romanlar
Macera romanları
Polis romanları (Macera ve heyecan duygularını artıran romanlar)
Egzotik romanlar (Yabancı ülkelerin toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan romanlar)
Köy romanları
Sosyal içerikli romanlar
Psikolojik tahlil romanları

TİYATRO

Kazanımlar:

Seyrettiği, izlediği tiyatroların ve okuduğu tiyatro metinlerinin ortak özelliklerini belirler ve sıralar.
Seyretmenin, edebiyattan ayrı bir sanat etkinliği olduğunun farkına varır.
Tiyatro, tiyatro metni, dram, drama, dramatik tür, oyun kelimelerinin anlamlarını ve kullanımlarını belirler.
Modern dönemlerde göstermeye bağlı edebî metinleri ifade etmek için hangi kelimenin kullanıldığını kavrar.
Tiyatro metinlerinde göstermenin ve anlatmanın rolünü ve değerini belirler.
Tiyatro metinlerindeki olay örgüsünü karşılamak üzere farklı bir terim kullanılıp kullanılmadığını araştırır.
Tiyatronun özelliklerini belirleme ve inceleme

Tiyatro metnindeki olay örgüsünü (Dramatik örgüyü) belirler.
Dramatik metindeki sahne ve perdenin dramatik örgü içindeki yerini ve değerini tartışır.
Dramatik örgüyü meydana getiren parçalar arasındaki ilişkiyi belirler.
Dramatik örgünün kronolojik zaman çizgisindeki iz düşümünün özelliklerini inceler.
Anlatılan olayda hangi kesimlerin gösterildiği, hangi kesimlerin aynı veya benzer olay parçalarını ifade eden sahneler olup olmadığını araştırır. Akledildiği veya hissettirildiğini belirler.
Dramatik örgüde (olay örgüsünde) kişilerin işlevlerini belirler; işlevlerine göre kişileri gruplandırır, her grubun temsil ettiği zihniyet veya değeri açıklar.
Okuduğu drama metninde mekânın özelliklerini belirler.

Batılı tiyatro eserlerinin kaynağı Eski Yunan’dır. Eski Yunan’daki bağ bozumu tanrısı “dionizos” adına düzenlenen şenliklerden ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk tiyatro ürünleri “trajedi”dir. Sonraları ise “dram”, “komedi”, “müzikal komedi” gibi türlerde tiyatro eserleri görülmektedir. “Bale” ve “opera” da Batılı anlamdaki tiyatro türlerindendir.
“Dram”, Yunanca “darama” sözünden gelmektedir. Kelime anlamı; hareket hâlindeki olayların bütünü demektir. Dramatik eser denince; “Hayatı, hareket hâlinde gösteren eserlerin tamamı” akla gelir. İnsan hayatını konu olarak alan tiyatro, insan hayatının iki önemli özelliği üzerinde kuruludur:
1) Keder
2) Neşe
Bundan ötürü de tiyatro eserlerini ikiye ayırmak gerekir:
1) Trajik eserler
2) Komik eserler (H. F. Gözler, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 328/329)

Batılı anlamda tiyatro çeşitleri şunlardır:
1) Trajedi: “Çok acıklı, yürekler acısı” anlamına gelmektedir. Oyun türü olan trajedinin konusu da çok acıklı konulardır. Trajedide olaylar, genellikle tarihten ve efsanelerden alınır. Kişiler ise; eski Yunan tanrıları başta olmak üzere, hükümdarlar ve soylulardır.
2) Komedi: İnsanların, olayların gülünç yönlerini sunan, hem güldüren, hem eğlendiren ve hem de iğneleyen bir tür tiyatrodur.
3) Dram: Trajedi ile komedi arasında bir tür sahne eseridir. Türkçe karşılığı “acıklı olay” dır. Konularını günlük olaylardan ya da tarihten alabilir. Kişiler; halk arasından seçilir. Olay; hem acıklı, hem güldürücü olabilir.

4) Müzikli Tiyatro:
a) Opera: Sözlerinin tümü ya da çoğu “koro, solo, düet” biçiminde şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseridir. Oyunculara, orkestra eşlik eder.
b) Operet: Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz konuşmalar da bulunan müzikli tiyatrodur. Daha çok halk için yazılmış eserlerdir.
c) Opera Komik: Operetin, yüksek sınıf için yazılmış, besteli biçimidir.
ç) Vodvil: Hareketli, eğlenceli bir konuya dayanan, içinde şarkılara da yer verilen hafif komedidir. Bu nedenle vodvil, bir “komedi türü” olarak da gösterilir.
d) Bale: Konusu; türlü dans ve davranışlarla anlatılan müzikli, sözsüz tiyatro türüdür. (S. Sarıca M. Gündüz, Güzel Konuşma Yazma, s. 413/414)

TÜRK EDEBİYATINDA TİYATRO

Batılı anlamda tiyatro ilk defa Tanzimat döneminde görülmektedir.
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”, ilk yayımlanan tiyatro eseridir.
Namık Kemal’ in “Vatan Yahut Silistre” ise, ilk defa sahneye konan tiyatro eseridir.
Bu eserlerden önce ise çeviri ve uyarlama (adapte) tiyatro eserleri görülmektedir.
Sonraki dönemlerde ise, teknik açıdan daha etkili tiyatro eserleri yazılmış ve sahneye konmuştur.
Batılı özellikte tiyatro ürünlerinin Türk edebiyatına girmesinden önceki yüzyıllarda geleneksel Türk tiyatrosu vardı.

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU

Geleneksel Türk tiyatrosu içinde orta oyunlarının önemli bir yeri bulunmaktadır.
Kavuklu ve Pişekâr; orta oyunlarında sıkça görülen sembolik kahramanlardır. Bu kişiler; yine, geleneksel tiyatromuzun önemli kahramanları Karagöz ile Hacivat’ın karşılığıdır.
Kavuklu, bilimsel anlayıştan uzak, fakat ârif, halk adamını temsil etmektedir. Pişekâr ise, Osmanlıca kelimeler kullanmakta yetenekli, okumuş insanı temsil etmektedir. Her ikisi de birbirlerinin açık yönlerini tamamlayan önemli tiplerdir.
Bunlar, orta oyunlarında mizahî unsurlarla topluma mesajlar verir ve insanları bilgilendirirler.

Geleneksel Türk tiyatrosu, şu çeşitlere ayrılır:
 
1) Meddahlık: Bir kişinin tek başına hazırladığı oyun çeşididir. Kelime anlamı “metheden = övgücü” demektir. Meddah, anlattığı olay ya da hikâyeyi seyirci önünde çeşitli hareket ve taklitlerle canlandırır. Bu şekilde insanlar, eğlenirken düşünme imkânı bulur.
2) Karagöz: Gölge oyunudur. Beyaz bir perde üzerinde çeşitli insan tiplerinin canlandırılmasıdır. Bu oyunlar, “Karagözcü” adı verilen usta bir sanatçı tarafından perdeye yansıtılır. Oyunun başkahramanı “Karagöz”, okumamış, ama zeki ve anlayışlı bir halk adamıdır. İkinci kahraman “Hacivat” ise, Karagöz’e zıt kişilikte bir insandır. Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur, zaman zaman bilgiçlik taslar.
Karagöz, Türklere özgü bir oyundur. Çünkü, çok eskiden beri Türkler, çeşitli adlar altında Karagöz oyununu biliyor ve oynatıyorlardı. Hatta, Avrupa’da “Çin gölgeleri” diye adlandırılan gölge oyununun bile Karagöz’ den geldiğini yapılan araştırmalar gösterir.

Bu oyun, Osmanlı Türkleri arasında uzun zaman yaşadı. Batılı anlamda tiyatro türünün edebiyatımıza girmesinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetti.
Karagöz’deki diğer önemli tipler de şunlardır:
Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Yahudi, Ermeni, Rum doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut, Trabzonlu, Rumelili vb.

3) Orta Oyunu: Orta oyunu, açık bir meydanda oynanır. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre kuşatırlar. Ancak bir tarafını açık bırakırlar. Oyuncular, oyundan önce oradan meydana dahil olurlar. Çağdaş Türk tiyatrosuna en yakın örnektir. Konular ve tipler olarak Karagöz’e çok benzerler. En ünlü tipleri Kavuklu ve Pişekar’dır. Ayrıca; “Balama (Rum)”, “Frenk” ve “zenne” tipleri de bulunmaktadır. Günümüzde, bazı köy ve kasabalarda, orta oyunları bütün canlılığı ile hâlâ devam eder. (H. F. Gözler, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 435)

ŞİİR

Kazanımlar:

Şiirin özelliklerini belirleme, şiir inceleme ve şiir yazma
Okuduğu ve dinlediği şiir metinlerinin ortak özelliklerini belirler ve sıralar.
Şiirin nesirden, mensur şiirden ve manzum hikâyeden farklılıklarını belirler.
Şiirde ahengi sağlayan unsurları belirler.
Şiirde ritmin özelliklerini ve nasıl sağlandığını belirler.
Ses akışının özelliklerini belirler.
İlk anlamı dışında kullanılan her düzeydeki dil ögelerini belirler.
İmgelerin özelliklerini belirler.
Söz sanatlarına nerelerde, niçin başvurulduğunu belirler, söz sanatlarının özelliklerini açıklar.
Birimlerin birbiriyle anlam, ses ve dil bilgisi bakımlarından ilişkisini araştırır.

Birimlerin birleşerek dile getirdikleri duygu ve düşünceyi belirler.
Şiirde kullanılan anlatım türünü belirler.
Şiiri akıcılık, açıklık, duruluk ve yalınlık bakımından inceler.
Şiirde dilin hangi işlevde kullanıldığını belirler
Aynı temanın nesir ve şiirde ifade edilişi arasındaki farkı belirler.
Aynı temada yazılmış şiirleri karşılaştırır.
Şiiri, kendisinden önceki şiirlerle tema ve söyleyiş bakımlarından karşılaştırır. Şiirin ait olduğu geleneği belirler.
Şiirin ait olduğu sanat ve düşünce hareketleriyle ses, söyleyiş ve tema bakımlarından ilişkisini açıklar.
Şairin özel hayatı, mizacı, siyasî ve sosyal tercihleriyle metin arasında ilişki olup olmadığını tartışır.
Şiirin ait olduğu gelenek, edebî ve felsefî hareket ile ilgili şiir yazmayı dener. yazıları araştırır, bulur, okur.

Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Edebiyat türlerinin en eskisi şiirdir. Bugüne kadar şiirin birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlamalar çağdan çağa, kişiden kişiye değişmiş; kesin bir tanıma ulaşmamıştır.
Şiir türü öznel nitelikleri ağır basan bir türdür. Ahmet Haşim, şiiri “Nesre çevrilmesi mümkün olmayan nazım ‘ olarak tanımlar.
Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre ise “Şiir, sözcüklerle güzel şekiller kurma sanatıdır. ”
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara “manzum”; nazım parçalarına da “manzume” denir.

ŞİİRLE İLGİLİ TERİMLER

NAZIM BİRİMİ: Şiiri oluşturan mısra kümelerine nazım birimi denir. Dörtlük, bend, beyit…
BEYİT (İKİLİK): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
ÖLÇÜ (VEZİN): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
HECE ÖLÇÜSÜ: Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur. Durulan bu yerlere “durak” denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
ARUZ ÖLÇÜSÜ: Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir. Kısa heceler nokta(. ) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.
SERBEST ÖLÇÜ: Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.

ŞİİR TÜRLERİ

LİRİK ŞİİR
PASTORAL ŞİİR
EPİK ŞİİR
DİDAKTİK ŞİİR
SATİRİK ŞİİR
DRAMATİK ŞİİR

1. LİRİK ŞİİR

Duygu ve düşüncelerin coşkulu bir dille anlatan şiire lirik şiir denir.
Eski Yunan edebiyatında şairler şiirlerini Lyra (lir) denilen bir sazla söyledikleri için bu tür şiirlere lirik denilmiştir. Lirik şiir, dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Lirik şiirler insan yüreğine seslenen, okunduğunda insanı duygulandıran, coşkulandıran şiirlerdir.
Batı edebiyatında Rönesans devrim şairlerinin (Petrerca, Ronsard) daha sonra da ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik şairlerin (Lamartine, Hugo, Goethe, Schiller) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirlerin bu türün başarılı örnekleridir.

Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları
(İlhan BERK)

2. PASTORAL ŞİİR

Çoban ve kır yaşamını, doğa güzelliklerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir.
Pastoral şiirlerin her türlü süsten, yapmacıktan, gösteriş ve söz oyunlarından uzak bir yapısı vardır. Bunlara bukolik şiir (çoban şiiri) de denir.
Pastoral şiirin iki biçimi vardır:
İdil: Bir ozanın ya da çobanın ağzından yazılıp kır yaşamının çekiciliğini, güzelliğini anlatan çobanıl aşkı yansıtan kısa şiirlere denir.
Eglog: Birkaç çobanın karşılıklı konuşmaları yoluyla oluşturulan, aşk, kır yaşamı üzerine duygu ve düşüncelerini yansıtan pastoral şiirlere denir.

ÇOBAN ÇEŞMESİ

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,

Ey suyun sesinden anlayan bağlar,

Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.

Goynunu Şirin’in aşkı sarınca

Yol almış hayatın ufuklarınca,

O hızla dağları Ferhat yarınca

Başlamış akmağa çoban çeşmesi…

“O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,

Kerem’in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu…

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu,

Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül ararda,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.

Beyhude seslenir, beyhude çağlar,

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi…

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

EPİK ŞİİR

Epik sözcüğü, Yunancada destan anlamındaki “epope”den gelmektedir.
Yazının bulunuşundan önceki dönemlerde ulusların hayatında derin izler bırakan tarihsel olayları dile getiren destanlar epik şiir sayılır.
Epik şiirlerde yiğitlik, kahramanlık, savaş… temaları işlenir.
Her epope (destan) ya da epik şiirlerde tarihsel bir gerçek vardır. Epik şiir bu gerçekten kaynaklanır.
Epik şiirlerin çoğu, okuyucuyu coşkulandırdığı için lirik özellikler de taşır.

Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir.

Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koç yiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Dadaloğlu

4. DİDAKTİK ŞİİR

Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Eski çağlarda ozanların eğitici öğretici bir kişi olduğu kabul ediliyordu. Eski Yunan edebiyatında Hesiodos bu türün ilk örneklerini vermiştir. Türk edebiyatında “ta’limî” terimi de aynı anlamda kullanılmıştır. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu gruba girer.

Şunlar ki çoktur malları
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek imiş
Anında yoktur yenleri
Yunus Emre

5. SATİRİK ŞİİR

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir.
Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir.
Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru olur.
Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.

Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zira feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir
Ya bister-i kemhâda, yâ virânede can ver
Çün bay ü gedâ hâke beraber girecektir
Allaha sığın şahs-ı halimin gazabından
Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir
Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasdetmesi cana gülerektir
Bed asla necabet mi verir hiç üniforma
Zerdüz palan ursan eşek yine eşektir
Bed mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret, güher-i âdemi temyize mihenktir
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tektir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz
Divânelerin hemdemi divâne gerektir
Ziya Paşa

6. DRAMATİK ŞİİR

Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün (19. yy. ) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır.
Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır.
Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde (Tanzimat ) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi…
Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; Türk edebiyatında Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini vermişlerdir.

III. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM

SÖZLÜ ANLATIM TÜRLERİ

KONFERANS
KOLOKYUM (KONUŞU)
KURS
PANEL
SEMİNER
SEMPOZYUM
AÇIK OTURUM
FORUM
MÜNAZARA
MÜLÂKAT (GÖRÜŞME)

Konferans

Kazanımlar:

Okuduğu, dinlediği konferans metinlerinin ortak özelliklerini belirler.
Konferansta bir tezin nasıl savunulduğunu, özgün bir düşüncenin nasıl dile getirildiğini fark eder.
Konferans vermenin ve dinlemenin amacını belirler.
Konferansla, söylevi; dilin işlevleri ve anlatım türü bakımından karşılaştırır.
Hangi konularda konferans verilebileceğini tartışır.
Konferans hazırlama ve konferans vermenin usta-çırak geleneği içinde öğrenilecek yönleri bulunduğunu sezer.
Beğendiği konferansçıların özelliklerini belirler.
İncelediği konferanslarda anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını tartışır.
İncelediği konferansları açıklık, akıcılık, duruluk ve yalınlık bakımından inceler.
İncelediği konferanslarda hangi anlatım türlerinin kullanıldığını tartışır.
İncelediği konferanslardaki isim ve sıfatları yapılarına göre gruplandırır.

Hazırlıklı ve plânlı konuşma türlerindendir. Herhangi bir bilimsel alanda, topluluk karşısında yapılan konuşmalara Konferans denir. Konferansı verecek kişi, kelimelerin telaffuzuna, (diksiyona) ve dil bilgisi kurallarına dikkat etmelidir. Verilmek istenen düşünceler; açık, anlaşılır ve orijinal olmalıdır.
Konferans verilirken konuşmacı, yazdıklarını kâğıttan okumamalıdır. Sanki, söyleşi yapıyormuş gibi konuşmalıdır. Arada sırada, yeri geldiğinde kâğıda bakmalıdır. Konuşmacı, gözlerini dinleyicilerin üzerine çevirmeli, böylece onların kendisini ilgiyle izlemelerini sağlamalıdır. Ayrıca, konuşmacı; temiz giyinmeli, ciddî olmalı, kibar davranmalı, güzel konuşmalıdır. Ses tonunu yerine göre ayarlamalı, vurguyu iyi yapmalıdır. Konferans verilmeden önce, bir başkası konferansçıyı bütün özellikleriyle dinleyicilere tanıtmalıdır.
Konuşmacı; dinleyicileri sıkıcı ve bıktırıcı söz ve tavırlardan uzak durmalıdır. Ayrıca, el, yüz ve vücut hareketlerini konunun anlamına uygun olarak yerinde ve uyumlu yapmak zorundadır. Hatiplik yeteneği olmayan konuşmacıların, vereceği konferansın etkisiz ve başarısız olacağı da unutulmamalıdır.

Konferansta dikkat edilecek bir diğer özellik de zamana uymaktır. Bir saati aşan konferansların dinleyici üzerinde etkisinin azaldığı bir gerçektir. Konferansçı, bu gerçeğe dikkat etmeli, bir saatten az bir sürede konferansını bitirmelidir. Ayrıca, konferansçı; yersiz, taşkın el ve kol hareketlerinin konuşmanın değerini düşürdüğünü unutmamalıdır.
Konferans hazırlanırken öncelikle yapılması gereken iş, konferansın sunulacağı konuda geniş bir kaynak taramasına girişmek olacaktır. İncelenecek konuda ansiklopedilerden başlayarak değişik yazı ve incelemeler gözden geçirilmeli, böylelikle sağlam ve derli toplu bir malzeme hazırlanmalıdır. Bu malzemeye konferansçı kendi görüş ve düşüncelerini de katarak öncelikle konferansın plânını düzenlemelidir.
Bilimsel toplantılarda söylenen ve akademik hitabet türüne giren söylevler (nutuklar) de konferans sayılır.

Konferans plânı şöyle düzenlenebilir:

Hitap cümlesi.
Konunun sunuluşu.
Konferansın amacı.
Konunun açılması ve anlatılması.
Sonuç.
Sorular ve cevaplar.

Konuşmaya, konferansı düzenleyenlere ve dinleyicilere saygı bildiren ve iltifat edici sözlerle başlanmalıdır. Sonra konunun çerçevesi çizilmeli ve ortaya konmalıdır. Bundan sonra konuşmacı, amacına göre konusunu açmalı, o konudaki çeşitli görüşleri kırıcı ve tahkir edici olmayan ifadelerle belirtmelidir.
Konuşmacı, bayağı ve argo sözler kullanmaktan kaçınmalıdır. Zaman zaman canlı örnekler ve fıkralarla, konuşma tarzının değiştirilmesiyle, ses tonuna verilecek iniş ve çıkışlarla dinleyicilerin dikkatini ve ilgisini uyanık tutmaya çalışmalıdır.
Konferansta bir konunun bütün yönlerinin ve ayrıntılarının verilmesinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmak, dinleyicinin konuşmayı takip edememesine neden olur. Çok fazla ayrıntı, herkesi aynı ölçüde ilgilendirmeyeceği için dinleyiciyi sıkar.
Konferans, anlatılanların kısaca özetlenmesi, maksadın verilmesi ve dinleyicilere saygı ve iltifat eden sözlerle bitirilmelidir. Sorulacak sorular da kısaca ve soranı incitmeden cevaplanmalıdır.

KOLOKYUM (Konuşu)

Belirli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim adamı ve araştırıcıların bir araya geldikleri ve konunun bir bilim adamı ya da ekip tarafından sunulduğu ve tartışıldığı toplantıdır.

Belirli bir konuyu, bu konuda yetişeceklere öğretmek amacıyla yapılan etkinliklerdir.

AÇIK OTURUM

Kazanımlar:

Okuduğu, dinlediği, , izlediği açık oturum konuşmaların özelliklerini belirler.
Açık oturumun nasıl bir yerde düzenlenmesi gerektiğini belirler.
Açık oturum konusunun önceden belirlenmesi ve duyurulmasının faydasını tartışır.
Açık oturumda başkanın rolünü belirler.
Açık oturumda ele alınan konunun nasıl işleneceğini belirler.
Forumda uzun konuşmaların, gereksiz hareket ve taşkınlıkların zararlı olduğunu fark eder.
Açıklık, akıcılık, duruluk bakımlarından aynı oturumda konuşan kişilerin metinlerini inceler, farklılıkların sebeplerini belirler.
Açık oturumda kullanılan anlatım türünü belirler.
Açık oturumda dilin hangi işlevde kullanıldığını belirler.
Açık oturumda kullanılan haber cümlelerini ayırır, kullanılış amaçlarını açıklar.
Açık oturumda görev alır.

Konusunda uzman kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına açık oturum denir.
Açık oturumda tartışılacak konu, toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir.
Açık oturum; bir salonda izleyici önünde ya da televizyon ve radyoda dinleyici önünde yapılmaktadır. Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum, “forum” a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
Açık oturum bir “başkan” tarafından yönetilir. Konunun ortaya atılması, giriş konuşmasının yapılması, soruların düzenli olarak sorulması vb. durumlar başkanın idaresinde yapılır. Bu nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma sırasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapmalıdır. Bu nedenle başkan, açık oturumun temel öğesidir.

SEMPOZYUM

Kazanımlar:

Sempozyumun özelliklerini belirleme ve sempozyumda yer alma
Okuduğu ve dinlediği sempozyum metinlerinin ortak özelliklerini sıralar.
Sempozyumun nasıl düzenlendiğini fark eder.
Sempozyumda sunulan bildirilerin ne zaman tartışılacağını belirler.
Bir oturumda kaç bildiri sunulması gerektiğini, konuşma sürelerinin nasıl ve kim tarafından sınırlandırıldığını belirler.
Oturum başkanının görevlerini açıklar.
Sempozyumda dinleyici-konuşmacı ilişkisini tartışır.
Sempozyumda sunulan bildiri metinlerinin özelliklerini belirler.

Sempozyumların açılış ve kapanışlarının nasıl gerçekleştiğini ve kimlerin hangi işlevlerde konuşmalar yaptıklarını belirler.
Sempozyum metinlerinde dilin hangi işlevde kullanıldığını belirler.
Sempozyumlarda başvurulan anlatım türlerini ve bunların nasıl kullanıldıklarını belirler.
Sempozyum sunumunda görev alır.

Belli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim adamı ve araştırmacıların bir araya geldikleri ve konuşmacıların konunun belirli bölümlerini sundukları, tartışmalı toplantılardır. Bir başka deyişle; ortaya konan konu hakkında aynı oturumda, çeşitli kişilerin yaptıkları açıklamalı konuşma türüdür.
Bildiri sahiplerine ayrılan zaman oldukça kısadır. On dakikalık bir sürede 1500-2000 kelime kullanma şansı vardır. Buna göre, hazırlanacak bildiri, dört sayfayı geçmemelidir.
Cümleler, kolay anlaşılır biçimde düzenlenmelidir. Metni yazmadan önce ana başlıklar vurgulanmalıdır. Sunulabilecek yansı sayısı da 5-6 civarında olmalıdır. Ayrıca, bildiri metni, yayımlanmaya uygun biçimde hazırlanmalıdır.
Sempozyumda her konuşma, ayrı bir hazırlıktır; fakat birbirini tamamlayıcı söyleşi ve içtenlik havası vardır.
Konuşmalardan sonra konuşmacılar, birbirlerine konu ile ilgili sorular sorabilirler. Böylece “sempozyum”dan “panel” e geçilir. Daha sonra da tartışmalara seyirciler de katılırsa panelden “forum” a geçilmiş olur.

FORUM

Kazanımlar:

Okuduğu ve dinlediği forum metinlerinin ortak özelliklerini belirler ve sıralar.
Forum başkanının özelliklerini ve görevlerini belirler.
Forumun nasıl düzenlendiğini fark eder.
Dinleyicisi olmayan forumlardan söz edilip edilemeyeceğini tartışır.
Forumda dilin hangi işlevde kullanıldığını belirler.
Konuşmacıların anlatım özelliklerini belirler, birbiriyle karşılaştırır.
Forum ve paneli karşılaştırır.
Forumda kullanılan anlatım türünü belirler.
Forumda anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını belirler.
Forumu açıklık, akıcılık, duruluk ve yalınlık bakımından inceler.
Forumda dilin hangi işlevle kullanıldığını belirler.
Forumda kullanılan olumlu-olumsuz cümleleri bulur; kullanılış amaçlarını açıklar. Forum metnindeki cümleleri anlamlarına göre inceler.

Bir başkanın yönetiminde, toplumu ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara forum denir.
Forum, panelin devamında yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat, forumun süresini de yarım saat olarak sınırlayabilir. Bu durumda panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara başlanmadan duyurulmalıdır.
Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde daha aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar. Foruma davet edilen uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların önüne geçilir.
Esasen forumdan amaç belli kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır.
Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.

MÜNAZARA

Kazanımlar:

Okuduğu ve dinlediği münazara metinlerinin ortak özelliklerini belirler ve sıralar. Münazaranın amacını belirler.
Münazarada hakem kurulunun, konuşmaları nasıl değerlendirmesi gerektiğini sezer.
Münazarada demagojiye başvurmanın amaca hizmet etmediğini kavrar.
Münazarada konuşmacıların dikkat etmesi gereken hususları açıklar.
Hakem kurulunun kararına saygı duymanın önemini fark eder.
Münazarada kullanılan anlatım türünü belirler.
Münazarada dilin hangi işlevde kullanıldığını belirler.
Münazarayı açıklık, akıcılık, duruluk ve yalınlık bakımından inceler.
Münazarada görev alır.

Herhangi bir konu üzerinde zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasına münazara denir. Münazarada önemli olan “savunma”dır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir.
Münazara için genellikle üçer ya da dörder kişilik iki grup kurulmalı-dır. Gruplardan birisi işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup “tez”, diğer grup ise “antitez” i almalıdır. Ayrıca, münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir “jüri” seçilmelidir. Jüri, ya başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir.
Olumlu tezin savunulması, olumsuzdan daha kolay olduğu için, konuşmaya, olumlu tezi savunan gruptan biri başlamalıdır. Konuşmacıların savunmalarının gücü kadar, taraflı ve tarafsız dinleyicilerin gösterilerinin de jüri üzerinde etkisi bulunur. Ancak, taraf tutan dinleyicilerin, karşı taraf konuşmacılarının moralini bozacak nitelikte gösteride bulunmaları doğru değildir.
(K. Garipoğlu, Kompozisyon Bilgileri, s. 31)

PANEL

Bir konuşmacı grubunun dinleyiciler önünde, genellikle bilimsel, sosyal ya da siyasî bir konuyu tartışmak amacıyla yaptıkları toplu görüşmelerdir.
Panelde bir başkan bulunur. Başkan, konuşmacıların ortasında yer alır. Konuşmacılar, bir masanın çevresinde toplanırlar. Panelde en az üç, en çok altı konuşmacı bulunur. Genellikle, küçük salonda ve az bir dinleyici önünde yapılan panellerde mikrofon bulunmaz. Ama, geniş bir topluluk önünde panel yapılacaksa konuşmacılar, mikrofon kullanmak zorundadır.
Panel tartışması sonunda dinleyiciler, konuşmacılara konuyla ilgili çeşitli sorular sorabilirler.

SEMİNER

Belirli bir bilim dalındaki gelişmeleri, belli bir bilgi düzeyine sahip kimselere tanıtmak amacıyla düzenlenen ve konunun değişik bölümleri, bu bilim dalında otoritesi ve yeteneği kabul edilen kişiler tarafından açıklanan toplantılardır.
Yüksek öğretim kurumlarında lisans / lisansüstü öğrenci ve öğreticilerin katılımıyla yapılan seminerler, bu tanıtımın dışındadır. Bunlar yüksek öğretim kurumlarında, öğretim üyesinin yönetimi altında, öğrencilerin yaptıkları araştırmalarla ilgili rapor hazırlama, tartışma biçiminde yürütülen toplantılardır.

Bildiri metni, şu bölümlerden oluşmalıdır:
Giriş: Araştırılan sorunun tanıtılması ve neden bu konunun ele alındığı, çalışmanın diğer çalışmalar arasındaki yeri. (yarım sayfa)
Deney: Malzeme ve yöntemin tanıtımı. (bir sayfa)
Bulgular: Bildirinin en önemli bölümüdür. Dinleyiciler tarafından beklenen yeni bilgi, belge ve önerilerin açıklanması ve tartışılması.
Bildiri, konferans ile büyük ölçüde bir benzerlik gösterir. Bildiri, öncelikle bilimsel bir yazı türüdür. Oysa konferansta, bilimsellik yanında popüler bir hava söz konusudur.
Bildiride her şeyden önce aranan özellik, bilimsel bir yenilik getirmiş olması ve orijinal bir konuyu ele almış bulunmasıdır. Bunun yanında bildiri, bilinen bir konuya yenilik getirme, değişik görüş ve düşüncelerle yeni tezler ortaya koyma, bu tezleri bilimsel delillerle doğrulama ya da bir önceki tezi çürütme gibi özellikleri de bünyesinde taşır.
Bu değerlendirmeye göre, bildiriyi kısaca bilimsel bir konuda yenilik getirmek, orijinal bir buluş ortaya koymak amacıyla kaleme alınmış bir yazı türü olarak tanımlamak yerinde olacaktır.

Bildiri de konferans gibi bir dinleyici topluluğu önünde okunur. Ancak bildirinin sunulduğu topluluk, o konuda az çok uzmanlaşmış kişilerden oluşur.
Ayrıca, bildiride de konferans gibi konuşma ve hitap etme becerisi gözetmek gerekir. Konferansta zaman zaman hazırlanan metinden uzaklaşma söz konusu olabilirken bildiride metne bağlı kalma esastır.
Konferansta sözünü ettiğimiz konuşmanın bitiminde yer alan soru ve cevap bölümü, bildiride konu çerçevesinde tartışma olarak ayrı bir özellik gösterir.
Bildiriler, genellikle yayımlanan bir yazı türüdür. Bazen yabancı dillerde de yayımlanabilir.
Bildiriler hazırlanırken kullanılan dil, uzmanlık dalının gerektirdiği terimler ve ifade yapısı ile de konferanstan büyük ölçüde farklılık gösterir.
Son olarak, bildiride varılan sonuçlar ve ana noktalar özetlenerek ana düşünce bir kez daha vurgulanmalıdır.
Üzerinde çalışılan metin; aralıklarla gözden geçirilmeli ve gerekli düzeltmeler yapılmalı, konuya hâkimiyet sağlanmalıdır. Metnin, kartlara aktarılması daha yararlıdır.

Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan konu ile ilgili bilgileri verir. Sonra konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Gerekli bilgileri verirler. Bu arada diğer konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını nedenleri ile birlikte belirtirler.
Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini artırır. Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da çok önemlidir.

Münazaraya katılacak kişilerle, jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir. İki grup da kendi aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır. Konuşmacılara, araştırma için en az 2-3 hafta süre verilmelidir.
Gruptaki her kişi savundukları konunun değişik alt konuları hakkında konuşmak zorundadır. Birden fazla kişi, aynı alt konuyu savunamaz. Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp okumaları çok yanlıştır.
Münazarada etkili savunmanın önemli olması gibi, belli zaman içinde konuşmak da önemlidir. Bu nedenle konuşmacılara eşit zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, genellikle 5-15 dakikadır. Ayrıca, münazarayı izleyen grup da çok önemlidir. Konuşmacılar; konularını savunurken izleyicilerin büyük bir sessizlikle konuları dinlemesi gerekmektedir. Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış yerde yapılmış bir mimik hareketi izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır. İzleyiciler savunulan düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan uzak durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru ve tarafsız değerlendirmesi mümkün olur.

Jürinin, değerlendirmede dikkat edeceği özellikler:
a)Türkçeyi kullanma gücü. (Diksiyon, vurgu, tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb. )
b) El, kol ve yüz hareketlerini yerinde kullanma.
c) Savunmada inandırıcı olma. (Belgeler, istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi haberleri, güncel olaylarla örnekleme vb. )
ç) Konuşmacıların fizikî özellikleri. (Temiz ve düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb. )
Örnek Münazara Konuları
Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?
İlk insanlar mı daha mutludur, günümüz insanı mı?
Savaşta bilgi mi üstündür, kılıç mı ?
Toplumun ilerlemesinde kadın mı, erkek mi daha önemlidir?
Başarıda çalışmak mı, şans mı önemlidir?
Kalkınmada köyden mi, kentten mi başlamalı?
İklim; insanın kişiliğini değiştirir mi, değiştirmez mi?
Turizmin gelişmesinde para mı önemli, eğitim mi?
Uygarlığın gelişmesinde sanat mı, bilim mi önemlidir?
Ormanların korunmasında yasalar mı, çevre bilinci mi etkili olur?
Çocuk eğitiminde aile mi, okul mu etkilidir?
Başarıya ulaşmak için zekâ mı, çalışmak mı önemlidir?
Para; her kapıyı açar mı, açmaz mı?
Çocuk eğitiminde anne mi, baba mı daha önemlidir?
Ülkenin kalkınmasında tarım mı, sanayi mi önde tutulmalıdır?

GÖRÜŞME (MÜLÂKAT)

Herhangi bir sosyal konu ya da sorun üzerinde, uzman kişi ya da kişilerle yapılmış konuşmaları yansıtan yazı türüne denir.
Toplumun tamamını ya da bir kısmını ilgilendiren her alanda “görüşme” yapılabilir.
Bu tür yazılar, genellikle gazete ve dergilerde yayımlanmak için hazırlanmaktadır.
(S. Sarıca, M. Gündüz, Güzel Konuşma Yazma, s. 278)

 a) Görüşmenin konusu ilgi çekici ve toplumsal açıdan önemli olmalıdır.
b) Hangi alanda ya da konuda görüşme yapılacaksa, o alanın ya da konunun uzmanları seçilmelidir. Görüşme için, mümkün olduğunca birinci kaynak kişi ya da kişiler tercih edilmelidir.
c) Görüşmeye katılacak kişi ya da kişilerle ön görüşme yapılmalıdır. Bu ön görüşmede (telefon ya da mektupla da olabilir. ), görüşmenin amacı ve özellikleri belirtilmelidir. Özellikle, görüşmeye katılacak kişiye ne zaman, nerede görüşme yapılacağı hakkında bilgi verilmelidir.
ç) Görüşmeyi düzenleyen kişi, görüşme başında nazik bir ifadeyle konuya giriş yapmalıdır.
Örnek: “Sizi / sizleri, buraya kadar yorduğum, kıymetli zamanlarınızı aldığım için özür diliyorum. Şimdiden vereceğiniz bilgiler için size / sizlere çok teşekkür ederim.” gibi.

d) Görüşmeyi düzenleyen kişi, görüşmenin sonunda da yine nazik ve kibar bir ifade kullanmalıdır.
Örnek: “Verdiğiniz önemli bilgiler için size / sizlere çok teşekkür ederim.” gibi.
e) Görüşmeyi düzenleyen kişi, soracağı soruları önceden plânlamalıdır. Konunun ya da olayın bütün boyutlarını yansıtacak şekilde sorularını özenle seçmelidir.
f) Görüşmeye katılan kişi ya da kişilerin duygu ve düşünceleri olduğu gibi yazıya geçirilmelidir. Bu nedenle, görüşme teyp ya da video kasetine alınmalı; daha sonra kasetteki ifadeler yazıya çevrilmelidir.

IV. ÜNİTE: BİLİMSEL YAZILAR

Kazanımlar:

Okuduğu ve dinlediği inceleme ve araştırma yazılarının ortak özelliklerini belirler.
Dergi ve gazetelerdeki popüler, öğretici yazılarla bilimsel yazıların farklılıklarını belirler.
Bir yazarın, bir ilim adamının, bir düşünürün kişisel deneyimlerini, gözlemlerini ve kanaatlerini ifade eden öğretici yazıların ortak ve farklı yönlerini açıklar.
Bilimsel yazarın amaçlarını belirler.
Bilimsel yazılarda ön hazırlığın gerekliliğini ve nasıl yapıldığını fark eder.
Bilimsel yazıları gruplandırır.
Bilimsel makaleleri bölümlere ayırır.
Bilimsel makalede girişin nasıl yazılması gerektiğini açıklar.

Bilimsel makalede malzeme ve yöntemler kısmının nasıl hazırlanacağını belirler.
Birden çok yazar tarafından hazırlanan bilimsel makalede yazar adlarının nasıl sıralandığını belirler.
Özetin, sonucun, tartışma kısmının nasıl hazırlandığını açıklar.
Tarama ve değerlendirme makalelerinin yararını tartışır.
Bilimsel yazılarda dilin işlevini belirler.
İncelediği bilimsel metindeki cümleleri ögeleri bakımından inceler.
Bilimsel yazılarda anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını belirler.
Bilimsel makalelerde kullanılan anlatım türlerini belirler.
Bilimsel makaleleri açıklık, akıcılık, duruluk yönlerinden inceler.

MAKALE NEDİR?
BİLİMSEL BİR MAKALE NASIL YAZILIR?

Makale, belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete dergi ve internette yayınlanır. Ayrıca herhangi gerçeği açıklığa kavuşturmak, bir konuda görüş ve tezler ortaya koymak ve bir hipotezi savunmak, desteklemek için yazılmış olan yazılara da makale denir.
Makale yazarken aşağıdaki kriterler önemlidir:
Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur.
Somut özellikler ön plandadır.
Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder.
Makale yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir.

Amaç bilgi ve fikirleri başkalarına açıklamak olduğu için ağırbaşlı, ciddi , kolay anlaşılır, yalın, pürüzsüz bir dil kullanılır.
Öne sürülen düşünce ve tez nesnel bir nitelikle ele alınıp birtakım bilgi, belge ve araştırma verilerinden yararlanılarak kanıtlanır.
Söz oyunlarına baş vurulmaz, süslü anlatımdan uzak durulur.düşünceler doğrudan aktarılır.
Sosyal, edebî, sağlık, din, teknik vs. olmak üzere her türlü konuda makale yazılabilir
Öğretici bilgilendirici fikir yazısı olduğu için daha çok açıklayıcı anlatım biçimi kullanılır.
Gazete, dergi ve internette yayımlanır

Ayrıca bilimsel standartlarda makale yazmak çok önemlidir. Örneğin çok önemli bir hipotezi ispatlasanız dahi eğer bu bilimsel makale formatına uygun değilse hiç bir bilimsel yayında itibar görmez hatta yayınlanmaz.
Bu sebeple akademik kariyer sahibi insanlar makalelerini belirli bir formata uygun kalarak yazmak zorundadır.
Bu, okuyanların işini kolaylaştırır.
Akademik bilgi düzeyi ve yazılan hipotezin doğruluğu ile ilgili makale arasında bilimsel bilgi düzeyi açısından direk bir bağlantı olmasa da, bilimsel makale yazma alışkanlığınız ve formata uygunluğunuz karşı tarafın sizi değerlendirmesinde rol oynayabilir.
Akademik süreçte bilimsel dünyaya sunulan bir bilgi demetinin başarısı, anlaşılır bir düzeydeki dille ve formatına uygun bir biçimde karşı tarafın yargı gücüne sunulmuş olma özellikleri ile doğru orantılıdır.

Her yazıda olduğu gibi makalelerin de belli bir plan dâhilinde yazılması gerekir. Doğru planlanmamış bir makale yanlış sonuçlara ulaşacaktır. Kaynaklarda klasik makale planı; giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
Giriş Bölümü: Öne sürülecek sav, görüş ya da düşünce yazının girişinde sergilenir. Makalenin en kısa bölümüdür. Makalenin geneline göre bir iki, paragrafı geçmez. İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir. Giriş bölümünde, yazıdaki fikir gelişiminin hangi yönde olacağı saptanır. Okuyucu bilgi ve fikir atmosferine yavaş yavaş sokulur.
Genellikle okuyucu ilk bakışta bu bölümü okur; sararsa, ilgisini çekerse yazıyı sonuna değin okumaya karar verir. Bu yönden makalelerde girişin çok ustaca ve özenle biçimlendirilmesi gerekir. Bu bölümde konu hiçbir ayrıntıya girmeden ortaya konulur.. Bunun aşırı dolaylamalara kaçılmadan yapılması gerekir. Neyin üzerinde durulacağı, ne hakkında söz söyleneceği bir iki paragraf içinde ortaya konulmalıdır.

Gelişme Bölümü: Gelişme bölümünde, giriş bölümünde dile getirilen konu açıklanır, makalenin yazış amacı ve bu amaca yönelik bilgi, belge ortaya konularak tez savunulur, antitezler çürütülür. Konu ile ilgili bilgi ve belgelerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen fikrin doğruluğuna deliller gösterildiği bölüm, gelişme bölümünü oluşturur. (Korkmaz 1995:220)
Gelişme bölümü, derlenen, ortaya atılan fikirlerin çeşitli yönlerden genişletilmesi, desteklenmesiyle meydana gelir. Bütün fikir yazılarında olduğu gibi makalede de gelişme bölümünde açıklanacak fikirlerin derli toplu olması lazımdır. Dile getirilen fikirlerin inandırıcı, iddiacı kesin bir karaktere sahip olması için onları uygun yollarla açıklamak, desteklemek ve yerine göre de ispatlamak gerekir.
Gelişme bölümü makale yazarının inandırıcı olabilmek için tüm gücünü ortaya koyduğu alandır Bu bölümde ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu ispatlamak için kanıtlar gösterilir, karşılaştırmalar yapılır, sayılar ve örnekler verilir. Öne sürülen sav, görüş ya da düşüncenin açımlanması, kanıtlanması bölümü makalenin gövdesini oluşturur. Yazar bu bölümde düşüncelerini açacak, geliştirecek, boyutlandıracaktır. Bunun için de tanımlama, karşılaştırma, örneklendirme, tanıklama, nesnel verilerden yararlanma gibi yollara sık sık başvuracaktır. Böylece okuyucuyu söylediklerinin doğruluğuna ve geçerliğine inandırmış olacaktır.

Sonuç Bölümü: Sonuç bölümü; bir bakıma özetleme bölümü sayılabilir. Başta ileri sürülen, sonra açıklanan görüş, sonuç bölümünde -genellikle- bir paragrafta yinelenir. Ama asıl işlev burada yazının etkisinin doruğa ulaştırılmasıdır Ele alınıp işlenen, geliştirilen konunun hükme varıldığı ve o konunun ana fikrini oluşturan kısım sonuç bölümüdür. Bu bölümde yazar söylediklerinin tümünü belli bir sonuca ulaştıracak biçimde bir iki cümle ile sonucu vurgular.
Genellikle makale yazarları seçtikleri konu üzerinde söylediklerini bu bölümde bir yargıya dönüştürerek derleyip toparlarlar. Ancak bu bölüm her zaman için gerekli olmayabilir, yazar söylediklerini makalenin gelişme bölümünde iyice aydınlığa kavuşturmuşsa, konuyu dağıtmamışsa, yazısını, ayrıca özetlemeyi amaçlayan bir sonuca bağlamayabilir.

Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar:

Sohbet ile makale arasındaki farkları üç madde etrafında toplamaktadır:
Makalenin konuyu derinlemesine incelemesine karşılık, sohbetlerde konu yüzeyden incelenir.
Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur.
Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır. 

Makale ile Fıkra Arasındaki Farklar:

Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir.
Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir.
Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kul1anılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.

Makale ile Deneme Arasındaki Fark:

Denemeci özgürce seçtiği bir konu üzerinde kişisel görüşlerini okurlarıyla dostça paylaşırken okuyucuyu düşündürme amacı taşır. Yazınsal bir dil kullanarak toplumun geneline hitap eder.
Makaleci ise öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçladığı için bilimsel belge, anket ve istatistikler gibi verilerle savını kanıtlama yoluna gider. Bilimsel ve terimsel bir dil kullanarak konuyla doğrudan ilgisi olan sınırlı bir okura seslenir.

Happy
Happy
0
Sad
Sad
0
Excited
Excited
0
Sleepy
Sleepy
0
Angry
Angry
0
Surprise
Surprise
0

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir Cevap Yazın