aof

1 Unite Orgut Kurami Anlatim

Okuma Süresi:38 Dakika, 58 Saniye

Başlangıcından itibaren psikoloji, sosyoloji ve ekonomi; son dönemlerde ise felsefe, tarih ve edebiyat gibi sosyal
bilimlerin pek çok alanıyla olan yoğun ilişkileri nedeniyle örgüt kuramı alanındaki çalışmaların derli toplu bir
biçimde özetlenmesi de en az örgütlerin anlaşılması kadar zorlu bir iştir.
Örgüt kuramı konusunda Türkçe kaynak sıkıntısı çekilmektedir. Örgüt kuramı alanında yaşanan kaynak
probleminin bir başka nedeni de örgütleri anlama ve örgüt davranışlarını açıklama ile ilgili kuramsal çalışmaların
yoğun içerikleri nedeniyle anlaşılamaz olduğunun ve bu alanda üretilen bilgilerin uygulamada pek karşılıklarının
bulunmadığının düşünülmesidir.
Örgüt, Kuram ve Örgüt Kuramı
Örgütler, üyelerinin farklı beklentileriyle şekillenen hedeflerine ulaşmak için çeşitli biçimlerde bir araya gelmiş,
çevresel faktörlerin etkisi altında varlığını sürdürmeye yönelik çabalar gösteren sosyal yapılardır.
Örgütleri oluşturan boyutlar:
 Örgütlenme biçimleri,
 Hedef ve stratejiler,
 Üyeler,
 Teknolojik imkânlar,
 Büyüklük,
 Çevre,
 Kültür
Örgütlerin uzun vadede hayatta kalma becerisine sahip olma anlamında durağan, belli prosedürlere bağlı olarak
ne zaman ne yapacağı belli olduğu için güvenilir, faaliyetleri sürekli kayıt altına alındığından geliştirilmeye açık ve
hesap verebilir olmaları, sosyal hayatta örgüt biçimindeki yapılara olan ihtiyacı artırmıştır.
Kuramı, Kurt Lewin’in şöyle tanımlar: “iyi bir teoriden daha pratik hiçbir şey yoktur”.
Kuramlar, doğal veya sosyal hayattaki olayların gerçekleşme biçimlerini anlamaya, düzenlilikleri keşfetmeye
yönelik açıklamalardır.
Kuramsal açıklamaların pratik değeri olmadığına dair iddialara karşı ünlü iktisatçı Keynes’in şu sözleri anlamlıdır:
“İktisatçıların ve siyaset felsefecilerinin fikirleri, ister doğru ister yanlış olsunlar, çoğu zaman sanıldığından daha
güçlüdürler. Gerçekte dünyayı yöneten de onlardan başkası değildir. Her türlü entelektüel etkiden uzak olduğunu
düşünen pratik adam (uygulamacı), çoğu zaman ölmüş bir iktisatçının kölesidir. Akıllarına durduk yerde yeni
fikirler geldiğini zanneden çılgın girişimciler, parlak fikirlerini aslında kendilerinden birkaç yıl önce yaşamış
araştırmacıların karalamalarına borçludurlar.”
Kuram (teori): Belli bir olguyu, olgu kümesini ya da durumu, bağıntı ve ilişkileriyle açıklamaya çalışan kavramsal
sistem; bilgiyi düzenleyerek ve basitleştirerek karmaşık sosyal dünyayı daha anlaşılır hâle getiren, birbiriyle
bağlantılı düşünceler sistemidir.
Kuramsal açıklamalar bizlerin basit gözlemlerle edindiğimiz izlenimlerin arka planındaki mekanizmaları
açıklayarak mevcut bilgimizi geliştirmekte ve farklı durumlara uyum sağlamanın, dolayısıyla hayatta kalmanın
yolunu göstermektedir.
Kanun genellikle doğa bilimlerinde gözlenen bir olgunun gerçekleşmesiyle ilgili tamamen ispatlanmış bir durumu
ifade eder.
Kuram ise birden fazla olgunun ilişkisiyle ilgili önermelerin güçlü biçimde destek bulmasıyla ortaya çıkan bir
açıklamadır.
Sosyal çevredeki olayları gözlemleyip, belli düzenlilikler tespit etmeye çalışan araştırmacıların amacı, sosyal
bilimler alanında insanların veya örgütlerin davranışlarının ardındaki kurallar keşfedilmeye, gelecekteki olası
davranışları kestirilmeye çalışılmaktadırlar.
1994 yılında iktisat alanında Nobel ödülü almış kuramcı John Nash’tir.
Örgüt kuramı: örgütlerin faaliyetlerini sürdürürken çeşitli çevresel faktörlerle olan ilişkilerini nasıl kurguladıklarını
ve yönettiklerini açıklamak üzere geliştirilmiş önermeler bütününden oluşan araştırma alanı.
2
Örgütleri anlama konusunda yapılan araştırmalar genel olarak şu konular üzerinde durmaktadırlar:
 Örgütlenme biçimlerinin örgütleri oluşturan bireylerin tutum ve davranışlarını nasıl etkilediği,
 Örgütü oluşturan bireylerin kişilik özellikleri ve eylemlerinin örgütün amaçlarına katkılarının liderlik vb.
yollarla nasıl ortaya çıktığı ve örgütlenme biçimlerini nasıl etkilediği,
 Örgütlerin performans, başarı ve hayatta kalma konusundaki durumları,
 Örgütler ve örgütlerin kültürel, politik, teknolojik vb. çevre unsurları arasındaki karşılıklı etkiler,
 Bu konularda yapılacak çalışmaların dayanacağı felsefi ve yöntembilimsel temeller.
Örgüt Kuramının İlgi Alanı
Bir bilimsel çalışmada birinci soruya verilen cevap analiz düzeyini, ikinci soruya verilen cevap ise analiz birimini
belirlememizi sağlar. Analiz düzeyi belirlendiğinde, incelenen konuyu bir bağlam içinde tanımlamak mümkün
olur.
Analiz Düzeyi: bir araştırmanın bağımlı değişkeninin örgüt-içi, örgütler-üstü veya örgütler arası hangi bağlamda
ele alındığı.
Analiz Birimi: bir araştırmanın, bulgularına ulaşmak için üzerinde çalıştığı insan, grup, olay, kurum, vb. En temel
birimidir.
Örgüt araştırmaları, iki temel hat üzerinde gelişmektedir. Bunlar:
 Örgütsel davranış,
 Örgüt kuramları.
Bu iki alan arasındaki en belirgin farklılık, odaklandıkları analiz birimleridir.
Örgütsel davranış insan davranışlarını, içinde yaşadıkları çalışma ortamlarında ele alır ve bireyin örgütten ne
şekilde etkilenerek davranış değişikliği gösterdiğini inceler. Başka bir deyişle örgütsel davranış, örgüt içindeki
bireylerin ve grupların davranışlarına odaklanır. Daha çok psikoloji biliminden yararlanır.
Örgüt kuramlarında ise sosyoloji, ekonomi, kamu yönetimi, örgütsel sosyoloji, vb. alanlardan edinilen bilgilerle
zenginleştirilmiş ve daha geniş bir bakış açısı ile şekillendirilmiş bir araştırma alanı söz konusudur.
Genel olarak örgütsel davranış alanının mikro, örgüt kuramlarının ise makro düzeye odaklandıkları kabul edilir.
Ancak örgüt kuramları açısından makro düzeyleri:
 Örgüt Düzeyi,
 Örgütler-Arası Düzey,
 Örgütler-Üstü Düzey
Örgüt düzeyinde gerçekleştirilen analizler bir bütün olarak
 Örgütsel süreçler,
 Örgütün sınırları,
 Faaliyet sistemi ve
 Örgütün genel stratejileri
üzerinde durmaktadır
Örgütler-arası analiz düzeyi ise bir örgütün diğer örgütlerle ilişkilerinin analizini kapsamaktadır.
Örgütler-üstü örgüt incelemeleri de örgüt topluluklarının/örgüt kümelerinin kendine özgü unsurları ve
dinamikleri ile ilgilenir. Yani bir örgütün diğerleriyle değil, örgütlerin örgütlerle ilişkilerine odaklanır.
Örgüt Kuramlarının Doğuşu Ve Tarihsel Gelişimi
Örgüt kuramı alanının doğuşu ve gelişimi dört evrede incelenebilir:

Evre (1800’lerin sonlarından 1950’lerin başına kadar): farklı disiplinlerde ve uygulamada örgütler ve
yönetim üzerine yapılan çeşitli çalışmalar.

Evre (1950’lerin başından 1970’lerin sonuna kadar): örgüt kuramının bir çalışma alanı olarak
belirginleşmesi ve koşul bağımlılık kuramı etrafındaki geçici uzlaşma.

Evre (1970’lerin sonundan 1990’ların sonuna kadar): örgüt kuramlarında çeşitlenme.

Evre (1990’ların sonundan günümüze kadar): çeşitlenmeyle birlikte bütünleştirme çabalarının artması.
Birinci Evre
1800’lerin sonlarına gelindiğinde, aynı yüzyılın ilk yıllarındaki küçük ölçekli ve basit örgütsel yapılardan, ekonomik
olarak varlıklarını giderek daha fazla hissettiren daha büyük ölçekli örgütlere geçildiği görülür. 20. Yüzyılın ilk
yıllarında ise örgütler, ekonomik ve siyasi yaşamdaki etkileri ve görece daha karmaşık yapıları nedeniyle,
yönetimleri ile ilgili daha fazla soruya cevap aranmasını zorunlu hâle getirmiştir. 20. Yüzyılın ilk yarısında farklı
3
sosyal bilim alanlarında belirli tip örgütleri konu alan çalışmalar yapılmıştır. Örneğin, suç bilimciler hapishaneleri,
siyaset bilimciler parti yapılarını ve devlet kurumlarını, iktisatçılar firmaları, endüstriyel sosyologlar fabrikaları ve
işçi sendikalarını ele aldıkları çalışmalar yürütmüşlerdir. Ancak bu çalışmalarda araştırılan birim bir örgüt olsa bile,
araştırma amacı örgütleri anlamaya ve açıklamaya yarayacak genellemeler yakalamak veya bu yöndeki bilgiyi
düzenlemek ve test etmek değildir. Odaklandıkları konu genel olarak örgütler değil, özel olarak hapishaneler,
partiler, fabrikalar veya sendikalardır.

Yüzyılın ilk yarısında dikkati çeken bazı yaklaşımlar, 1950’lerden sonra örgüt kuramı alanının belirginleşmesi
sürecinde referans noktaları olarak kullanılmıştır. Bu yaklaşımlar, temelde üç ayrı disipliner kökenden beslenerek
geliştirilmiştir:

Etkili ve verimli yönetimin nasıl olması gerektiği ile ilgili kurallar sunma amacı taşıyan ve genellikle kuzey
Amerika ile Avrupa’daki uygulayıcı-kuramcıların çalışmalarından oluşan “idari” köken;

Örgütlerdeki birey ve grup davranışlarını inceleyen ve daha sonra insan ilişkileri yaklaşımı adıyla gelişen
davranışçı çalışmaların yer aldığı “psikolojik” köken;

Örgütlerin yapısal analizine odaklanan ve Kuzey Amerika’dan katkı sağlayan “sosyolojik” köken.
F.W. Taylor ve H. Fayol’un tanınmış isimler olarak öne çıktığı fakat Urwick, Gulick, Mooney ve Reiley gibi isimlerin
de temsilcisi olduğu idari köken içinde, temel olarak örgütlerde etkinliğin ve verimliliğin nasıl artırılabileceğine
odaklanan çalışmalar yürütülmüştür. “Uygulamacı” olarak adlandırılabilecek bu isimler, “işleri gerçekleştirirken,
makinelere ek olarak, insan unsurunu nasıl daha etkin ve verimli şekilde kullanabiliriz?”, “en iyi örgüt yapısını ve
yönetim tarzını nasıl oluşturabiliriz?” sorularına yönelmişlerdir.
Bilimsel yönetim yaklaşımını geliştiren Taylor, mühendis ve yönetici kimliğiyle, kendi çalıştığı işletmede ve
bulunduğu diğer işletmelerde gözlemlediği düzensizlik, israf ve kötü yönetimin düzeltilmesi ile ilgili görüşlerini
1911 yılında yayınladığı “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı eserinde ele almıştır. Uzmanlaşma, iş bölümü, planlama
ve programlamanın etkili yönetimin temelini oluşturduğunu belirten Taylor, bilimsel yönetimin gereklerini dört
temel ilkede toplamıştır; ona göre bu ilkeler, yöneticilerin görevi olarak tanımlanmalıdır:

Her iş için bilimsel yöntem ve ilkeler belirlenmelidir,

Çalışanların bilimsel yöntemlerle seçilmesi, eğitilmesi ve geliştirilmesi gereklidir,

Çalışanların da bu yöntemleri benimsemesi sağlanmalıdır,

Yönetimle ilgili sorumluluklar çalışanlar üzerinden alınarak yönetim sorumluluğu hâline getirilmeli,
çalışan ve yönetim arasında net bir iş ve sorumluluk bölümü yapılmalıdır.
1950 öncesi yönetim yaklaşımını besleyen “idari köken” den gelen diğer bir önemli isim de h. Fayol’dur. Fayol,
Taylorizmin devamı ve tamamlayıcısı olan Yönetim Süreci Yaklaşımı’nı geliştirmiştir.
Fayol, örgütlerde yer alan faaliyetleri

Teknik işler,

Ticari işler,

Mali işler,

Güvenlik işleri,

Muhasebe işlemleri ve

İdari işler
olmak üzere altı grupta toplamıştır.
Fayol, örgütlerin yapı ve işleyişi ile ilgili olarak temel yönetim işlevini 5’e ayırmıştır..

Planlama,

Örgütleme,

Kumanda,

Koordinasyon ve

Kontrol
Fayol yöneticilere, yönetim sürecini yerine getirirken uymalarını önerdiği 14 ilke belirlemiştir:

İş bölümü, 2. Merkeziyet,

Otorite, 4. Hiyerarşi,

Disiplin-gözetim, 6. Düzen,

Kumanda birliği, 8. Hakkaniyet-eşitlik,

Yürütme birliği, 10. Personel devamlılığı,

Personel ücretleri, 12. İnisiyatif,
4

Genel çıkarların özel çıkarlara üstünlüğü, 14. Birlik ve beraberlik ruhu
Fayol’un yönetim süreci yaklaşımı, 1950’lerden önce geliştirilen ve örgüt kuramı alanının belirginleşmesinde
katkısı olan diğer bir disiplin psikolojidir. Bu kökenden doğan fikirler daha sonra “yönetim düşüncesinde insan
ilişkileri yaklaşımı” adıyla geliştirilmiş ve 1950’lere gelindiğinde örgüt araştırmalarında güçlü bir örgütsel davranış
hattının oluşmasını sağlamıştır.
Psikolojik kökenin temsilcisi Roethlisberger, Dickson, Mayo, Barnard gibi isimler Taylor ve Fayol’un yönetim
ilkelerine temel oluşturan hedefleri yani etkinlik ve verimlilik arayışlarını sürdürmüşlerdir. Ancak bu hedeflere
ulaşmada insanın rolüne odaklanırlar.
“Örgüt yapısı içinde insan sadece rasyonel davranışlar mı sergiler?” Sorusunu ele alan araştırmaların sonuçları
şöyle özetlenebilir:
 Bireylerin birbirinden farklı olan becerileri ve kapasitelerinden yararlanabilmek için örgüt içi insan
ilişkilerine eğilmek gerekir,
 İnsan örgüte sadece biyolojik bir mekanizma ve fizyolojik bir güç kaynağı olarak gelmez, psikolojik ve
sosyal özelliklerini de beraberinde getirir,
 İnsanların tüm davranışları bir nedene dayanır,
 İnsan diğer üretim faktörlerinden farklı olarak yaratıcıdır,
 Örgüt sosyal bir sistemdir,
 İnsan ve örgüt arasında karşılıklı bağımlı bir ilişki vardır.
1950 öncesi yönetim düşüncesini belirleyen önemli bir disiplin de sosyolojidir. Sosyolojik kökenin Kuzey
Amerika’daki temsilcileri olan Selznick, Gouldner, Blau gibi isimler fikirlerini, alman iktisatçı ve sosyolog Max
Weber’i izleyerek geliştirmişlerdir.
Weber’in bürokrasi modelinin temelinde de etkinlik ve verimlilik arayışı olmakla birlikte, Weber, bürokratik
örgütlenme biçiminin neden tarihin o döneminde kuzey Avrupa’da ortaya çıktığını ekonomik, sosyolojik ve politik
bağlamı temsil eden modernleşme ve rasyonelleşme süreçleri içinde anlamaya çalışmıştır. Bu yönüyle, örgütleri
açıklamak ve anlamak amacı taşıdığı için bu dönemdeki diğer yaklaşımlardan ayrılır ve -denebilir ki- örgüt kuramı
alanının oluşumuna belki de en önemli katkıyı sağlamıştır.
İkinci Evre
Yönetim meselelerini ele alış biçimi değişmiş olsa bile, birinci evrede olduğu gibi bu dönemde de temel araştırma
ilgisi örgütsel işleyişin verimliliğini ve etkinliğini artırmaya yönelmiştir. Doğa bilimleri modelinin benimsenmesi ile
birlikte örgüt kuramının -dar bir alanda da olsa- kurumsallaşmasının yolu açılmıştır. Bu yeni uygulamalı çalışma
alanı ‘doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak örgütlerin kuramını geliştirmek’ ve ‘bu bilgilerden yararlanarak
uygulamaya katkıda bulunmak’ amaçlarını aynı anda gerçekleştirmek niyetini taşımaktadır.
Koşul bağımlılık kuramı, geliştirildiği 1960’lı yıllardan önceki psikoloji kökenli bakış açısına ek olarak “örgütlerin
yönetimi meselesini anlamak için onları, içinde bulundukları çevrenin koşulları ile birlikte ele almayı” salık veren
sosyolojik bakış açısını getirmiştir.
Koşul bağımlılık kuramının bu yeni yaklaşımı, örgütsel davranış ile örgüt kuramı veya mikro ile makro çalışmaların
birbirinden ayrılmasını ve hatta davranışçıların alandaki baskın konumunun dengelenmesini sağlamıştır.
Üçüncü evre
Koşul bağımlılık kuramının örgütleri açıklamaya dönük tek kuram olduğu yönündeki “uzlaşma” hâli, 1970’lerle
birlikte bozulmuştur. Koşul bağımlılık kuramı, özellikle bilginin doğasına ilişkin varsayımı ve bilimsel bilgi üretme
yöntemleri açısından eleştirilmiş ve örgüt araştırmalarına kaynaklık edecek tek kuram olmadığı vurgulanmaya
başlanmıştır.
1970’lerin ikinci yarısında, etkilerini bugün de gelişerek sürdüren dört araştırma programı, örgüt kuramı alanına
dâhil olmuştur.

Kaynak bağımlılığı,

Örgütsel ekoloji,

İşlem maliyeti ve

Kurumsal kuram
1980’li yıllardan itibaren örgüt kuramı alanında görülen ikinci bir çeşitlenme, postmodern ve eleştirel çalışmaların
yarattığı çeşitlenmedir. Bu grup, yeni bir örgüt kuramı oluşturmaktan çok, örgüt ve yönetime dair üretilmiş bilgiyi
felsefi ve ideolojik anlamda sorgulayan çalışmaları içermektedir. Bu çalışmalarda örgütler, tüm üyelerinin katılımı
ile üretilen ve dönüştürülen değerler ve söylemler içeren kültürel varlıklardır. Bu anlayışa göre örgüt, sabit
5
biçimde var olan bir ‘şey’ değil, toplumsal olarak inşa edilen ve üyelerinin geliştirdiği değerler ve öznelliklerle
tanımlanan bir yapıdır.
Dördüncü Evre
1990’lı yıllarla birlikte örgüt kuramı alanı, ortaya çıkan kuramsal çeşitlenmenin yanı sıra, “çoklu bilimsel bakış
açısı” durumunun sakıncalarının tartışılmasına da sahne olmuştur.
Bu dönemde;
Kuzey Amerika cephesinde örgüt kuramları, dağınık bir kuramsal görüntünün örgüt kuramı alanının diğer sosyal
bilim disiplinleri içindeki meşruiyetini zedeleyeceği ve böyle giderse yöneticilere yarar sağlayacak nitelikte
bilginin üretilemeyeceği yönündeki kaygılar, Avrupa’da geliştirilen düşüncelerin marjinal bulunmasına ve göz ardı
edilmesine neden olmuştur.
Avrupa cephesi ise postmodern ve eleştirel çalışmalar açısından farklılığını sürdürmüş ve araştırmalarda
‘çeşitliliğin’ ve ‘farklılığın’ önemine vurgu yapılmıştır.
Kara Avrupası’nın belli bölümlerinde nesnelci mantığın ve nicel araştırma yöntemlerinin egemenliği devam
etmekle birlikte, özellikle İngiltere’de örgüt çalışmalarındaki ana akım yaklaşımlara eleştirel bakan ve farklı
araştırma yöntemlerini benimseyen araştırmaların güç kazandığı görülmektedir.
ÖRGÜT KURAMINDA TEMEL TARTIŞMA KONULARI
Örgüt kuramı alanındaki en önemli tartışmalar üç başlık altında özetlenmiştir:

Örgüt-çevre tartışmaları,

Paradigma tartışmaları ve

Yönetimcilik-bilimcilik.
Örgüt Çevre Tartışmaları
Örgüt-çevre tartışmalarının temelini sosyal bilimlerin en temel tartışmalarından birisi olan aktör-yapı tartışması
oluşturmaktadır.
Aktör-yapı ikilemi aktörlerin davranışlarının ne kadarının yapı tarafından sınırlandırıldığı konusunda ortaya
çıkmaktadır. Burada aktörlerden kasıt belli amaçlarla çeşitli eylemlerde bulunan birey veya örgütler olabilir. Yapı
ise genellikle belli bir biçime ve düzene sahip toplumsal davranış örüntülerini, örneğin örgütler açısından çevreyi
ifade etmektedir.
Sosyal analizlerde aktörü öne çıkaran yaklaşımlar toplumsal yapıların belli amaçlar peşindeki aktörler tarafından
oluşturulduğunu iddia ederlerken, yapıyı öne çıkaran yaklaşımlar ise aktörlerin eylemlerinin toplumsal yapılar
tarafından sınırlandırıldığını, aktörlerin ancak bu sınırlamalar çerçevesinde eylemde bulunabilen edilgen unsurlar
olduklarını savunmaktadırlar.
Aktör-yapı tartışmasının temelinde doğa-yetiştirme tartışmasının yattığı iddia edilmektedir.
Doğa taraftarları insanın doğuştan gelen bazı kalıtımsal yetenek ve özelliklere sahip olduğunu ve bunları dünyayı
değiştirmek üzere kullandığını öne sürmektedirler.
Yetiştirme taraftarları ise insanın boş bir kâğıt olarak dünyaya geldiğini ve dünyayı değiştirmek üzere kullandığı
birtakım yetenek ve özellikleri ona yetiştiği çevrenin yüklediğini kabul etmektedirler.
Sosyolojide yorumsamacı yaklaşım aktörlerin etkisini öne çıkaran iradeci yaklaşımlara örnek teşkil ederken,
çevrenin aktörler üzerindeki sınırlandırıcı etkisini vurgulayan belirlenimci yaklaşım yapısalcı ve işlevselci
sosyolojide baskın olan yaklaşımdır.
Aktör: Belli amaçlarla eylemde bulunan bireyler veya örgütlerdir.
Yapı: Belli bir biçime ve düzene sahip toplumsal davranış örüntüleridir.
Yorumsamacılık: Nesnelerin veya olayların anlamlarının kendi özlerinde var olan bir özellik olmayıp onu
yorumlayanlarca ortaya çıkartıldığını kabul eden yaklaşım.
Yapısalcılık: Birbiriyle etkileşim içerisinde bulunan parçalardan oluşan sistemin, kendisini oluşturan ögelerden
üstün ve onlara egemen olduğunu, sistemin yapısının bu ögeler arasındaki ilişkilerden çıkarılabileceğini kabul
eden yaklaşım.
Aslında tipik bir yumurta-tavuk ikilemini çağrıştıran aktör-yapı tartışmalarında orta-yolun bulunmasına yönelik
çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmaların en önemlisi Giddens’in Yapılanma Yaklaşımıdır.
Yapılanma yaklaşımı eylemlerin, farklı çevresel yapı unsurlarının aktörlerce bir araya getirilerek yorumlanması
sonucunda ortaya çıktığını, bu eylemlerin yeni yapılar oluşturduğunu, oluşan yeni yapıların ise aktörlerin
6
eylemlerini sınırlayan değil daha başka yeni yapılar inşa edilmesini mümkün kılan çevresel unsurlar olduğunu
varsaymaktadır.
Yapılanma yaklaşımına göre yapı ve eylem ardışık değil, birbirini tamamlayıcı ögelerdir. Biri olmadan diğeri
olmaz. Giddens bunu konuşma örneğiyle açıklamaktadır. Konuşma bir eylem, dil ise yapıdır. Konuşma eyleminin
ortaya çıkabilmesi için hem dile hem de konuşacak bir özneye yani aktöre ihtiyaç bulunmaktadır.
Aktörler ile kastedilenin örgüt sahip ve yöneticileri olduğu anlaşılmaktadır.
Yapı ile kastedilen ise hem örgütlerin büyüklük, yönetim ve örgütlenme biçimi, üretim teknolojisi gibi iç çevresel
hem de kültür, hukuk, teknoloji, ekonomi gibi dış çevresel yapılardır.
Aktör bakış açısını savunanlar örgütlerin kendilerini yöneten aktörler aracılığıyla çevresel unsurları etkileyip
değiştirerek varlıklarını sürdürebileceklerini iddia etmektedirler.
Çevre bakış açısına sahip araştırmacılar ise örgütlerin çevresel yapı unsurlarını değiştirme gücü bulunmadığını,
varlıklarını sürdürebilmek için örgütlerin yapabilecekleri yegâne şeyin çevresel beklentilere en iyi uyum
sağlayacak yönetim ve örgütlenme tarzını bulmaya çalışmak olduğunu savunmaktadırlar.
Yapılanma bakış açısıyla yaklaşıldığında her iki yaklaşımın da bir arada ve doğru olduğu söylenebilir. Aktörler
çevre unsurlarını kullanarak eylemde bulunurlar. Bu eylemler ise çevreyi yeniden yapılandırır.
İşlevselcilik: Sistemi oluşturan unsurların her birinin değerinin sisteme olan katkıları oranında olduğunu kabul
eden anlayıştır.
Belirlenimcilik: Evrendeki her olay ve olgunun nedensellik zinciri çerçevesinde belirli kanunlar ya da kurallara
bağlı olarak meydana geldiğini, doğada bulunan her şeyin birbirine kırılmaz bir neden-sonuç zinciriyle bağlı
bulunduğunu kabul eden anlayış.
İradecilik: İnsan iradesinin karar alma ve uygulamada akıldan daha üstün olduğunu, her türlü toplumsal ve
psikolojik sınırlandırma ve koşullanmaları aşabileceğini kabul eden anlayış.
Yapılanma: Giddens tarafından geliştirilen ve toplumsal hayatın içerisinde yapı ve eylemin ardışık-eşzamanlı
veya statik-dinamik gibi ayırımlara tabi olmadan birbirine bağımlı, bir diğerini engellemekten ziyade birbirine
besleyen unsurlar olduğunu kabul eden anlayıştır.
Paradigma Tartışmaları
Paradigma: Bir bilimsel ve meta fiziksel inançlar kümesinin oluşturduğu, içinde bilimsel kuramların test
edilebildiği, değerlendirilebildiği ve eğer gerekirse yenilenebildiği kuramsal bir çerçevedir.
Paradigma kavramı ilk kez Thomas S. Kuhn tarafından 1962 yılında yayımlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı
kitapta ortaya atılmıştır.
Kuhn, bu kavramı, “bilim insanlarına neye inanılacağını ve nasıl çalışılacağını tam olarak öğreten yöntem ya da
fikirlerin tam olarak toplamı”nı ifade etmek için kullanmıştır.
Paradigmalar, bilim insanlarının dünya ile ilgili inanış, varsayım ve bilgileri araştırmaların ne yönde
gerçekleştirileceğini ve bulguların ne yönde yorumlanacağını etkilemektedir.
Örgüt kuramında paradigma tartışmalarını alevlendiren ve hâlâ bu tartışmalarda en çok atıf yapılan kaynak,
Burrell ve Morgan tarafından yazılan ve ilk olarak 1979’da yayımlanan Sosyolojik Paradigmalar ve Örgütsel
Analiz adlı kitaptır.
Burrell ve Morgan bu kitapta bütün örgüt kuramlarının bir bilim felsefesi ve bir toplum kuramı üzerine inşa
edildiklerini iddia etmektedirler.
Paradigma tartışmalarının sebebi: Genellikle araştırmacıların benimsedikleri ontolojik ve epistemolojik
tutumlardaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
Ontoloji yani varlık bilim, varlık ya da varoluş ile bunların temel kategorilerini araştıran, gerçekliğin yapısını ve
doğasını açıklamaya çalışan felsefî disiplindir. Bizim dışımızda, bizden bağımsız bir gerçeklik olup olmadığı
sorusuna cevap bulmaya çalışır.
Ontolojik açıdan birbirine zıt iki farklı tutum bulunmaktadır: Gerçekçilik ve Nominalizm.
Gerçekçilik insandan bağımsız bir gerçekliğin var olduğunu, insanın ancak bu gerçekliği keşfedebileceğini ama
değiştiremeyeceğini varsaymaktadır.
Nominalizm ise insandan bağımsız bir gerçekliğin bulunmadığını, gerçeklerin insanlar tarafından onlara verilmiş
adlardan ibaret olduğunu kabul etmektedir. Bir insan neye gerçek derse gerçek o olmaktadır. Bu çerçevede
nominalizm asında gerçek diye bir şey olmadığı anlamına da gelmektedir.
Gerçekçilik ve nominalizmin arasını bulmaya çalışan bir yaklaşım ise etkileşimciliktir.
7
Etkileşimcilik: Gerçekliğin insanlar tarafından sosyal olarak inşa edildiğini, insandan insana değişebileceğini
varsayan yaklaşımdır.
Etkileşimcilik de insandan bağımsız bir gerçeklik olduğunu kabul etmez. Ancak insanların kendi aralarında
etkileşimde bulunarak belli bazı gerçeklikler üzerinde anlaşabileceklerini kabul eder.
Gerçekçi yaklaşım nesnel gerçeklik anlayışına dayandığı için örgütleri yönetmenin en iyi yöntemleri
bulunduğunu, bu yöntemlerin insandan bağımsız birer gerçeklik olarak orada bir yerlerde keşfedilmeyi
beklemekte olduğunu kabul eder. Öznel gerçeklik yaklaşımına dayanan nominalist yaklaşım ise insanlardan
bağımsız bir en iyi anlayışını kabul etmez. Örgütleri yönetmenin iyi yolları zamana ve zemine göre farklılık
gösterir. Bu anlamda örgütleri birer laboratuvar olarak incelemek ve örgütlere en uygun yönetim biçimleri
geliştirmek mümkün değildir.
Nominalist ontolojik yaklaşım aktörlerin örgütleri kendi iradelerine uygun biçimde yönetebileceklerini
varsayarken, Gerçekçi ontolojik yaklaşım aktörlerin eylemlerini çevreye en uyumlu örgütsel yapıyı keşfetmeye
çalışmakla sınırlandırır.
Epistemoloji (Bilgi Bilim), bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen, “bilgi nedir?” sorusuna cevap bulmaya
çalışan bir felsefi disiplindir. Doğru bilgi diye bir şeyin var olup olmadığı, bilgiye nasıl ulaşılacağı, bilginin doğru
oluşunun ölçütünün ne olduğu, bilginin sınırları ve kapsamı gibi konular epistemolojinin ilgi alanına girmektedir.
Epistemolojik açıdan da birbirine zıt iki tutumdan söz edilebilir: Pozitivizm ve Anti-pozitivizm.
Pozitivizm: Doğa bilimleri yöntemlerinin sosyal bilimler için kullanılması; doğa bilimlerinin keşfettiği evrensel
yasalarla paralellik gösteren toplumsal yasaları keşfetme yaklaşımıdır.
Pozitivizmin amaçları:
 İçinde yaşadığımız dünyada neler olup bittiğini genel geçer kurallar ve nedensel ilişkiler aracılığıyla
açıklamaya çalışır.
 Bilgi nesnesi olarak sadece olguları kabul ederek metafiziği reddeder.
 Bilimsel bilginin de sadece olgularla ilgili araştırmalarla ortaya çıkacağını savunur.
 Genellikle doğa bilimlerinin yöntemlerini sosyal bilimlere aktarmaya çalışır ve en iyi toplumsal düzenin
ancak doğa düzenine benzemekle gerçekleşeceğini iddia ederek evrensel toplum yasaları keşfetmeyi
hedefler.
 Pozitivizm gerçekçi bir ontolojiye yaslanır ve insandan bağımsız bir gerçeğin varlığını kabul eder.
Pozitivizme göre doğru bilgiye ancak bizden bağımsız olan gerçeği keşfetmek üzere toplumsal ilişkilerle ilgili
hipotez ve önermeler geliştirerek, veri toplayarak ve bunları test ederek ulaşılabilir.
Anti-pozitivizm: Sosyal bilim araştırmalarında pozitivizmin doğa bilimi yöntemlerinin kullanılmasını reddeden,
doğru bilginin ancak eylemin içindeki aktörler tarafından ortaya konabileceğini ve araştırmacının bakış açısına
göre farklılaşabileceğini varsayan yaklaşımdır.
Anti-pozitivizme göre
 Evrensel yasalar keşfetmeye çalışmak boşunadır.
 Sosyal dünyada tabiat kuralları geçerli olamaz.
 Anti-pozitivizm yorumsamacı bir ontolojiye yaslanır.
 Bilgi görecelidir.
 Dünyanın işleyişi onu anlamaya çalışan insanların bakış açılarına göre farklılık gösterir.
Pozitivist epistemoloji örgütlerin içinde neler olup bittiğinin, çalışanların veya örgütlerin neden belli davranışlar
ortaya koyduklarının bilimsel yöntemlerle tam olarak anlaşılabileceğini varsaymaktadır.
Anti-pozitivist epistemolojik yaklaşım ise örgütsel olguların nesnel bir şekilde ele alınıp incelenebileceğini kabul
etmez. Araştırmacı araştırdığı olgudan bağımsız değildir.
Bilimcilik-Yönetimcilik Tartışmaları
Yönetim bilimi, biri Bilimcilik, diğeri ise Yönetimcilik olarak adlandırılan iki kavram üzerinde şekillenmiştir.
Bilimcilik: Doğa bilimleri yöntemlerinin tek gerçek bilgi kaynağı olduğunu savunan ve bu yöntemleri toplum
bilimleri için de geçerli sayan görüştür. Buna göre, sosyal bilimlerin “gerçek bilim” olmasının tek yolu doğa
bilimlerinin yöntemlerini kullanmaktır.
Yönetimcilik: Yönetim ve örgüt araştırmaları alanında üretilen bilginin daha çok yöneticilerin ihtiyaçlarına ve
onların sorunlarını çözme amacına yönelik olması gerektiğini düşünen yaklaşımdır.
8
Kuram Geliştirme: Bu eğilimle, yöneticilerin sorunlarına çözüm üretme amacı geri plana itilmiş, daha çok
kuramsal veya yöntemsel kaygılar öne çıkmıştır. Başka bir deyişle, yönetim araştırmalarının öncelikli amacının,
örgütsel meseleleri sadece anlamak ve açıklamak olabileceği konuşulur hâle gelmiştir.
Bilimcilik-yönetimcilik tartışması, örgüt kuramlarını karşılaştırırken kullanılan önemli bir sınıflandırma ölçütüdür.
Fakat daha da önemlisi, yönetim ve örgüt araştırmaları alanında, farklı ülkelerde ve farklı sosyal disiplinlerden
beslenerek yürütülen araştırmaları daha iyi kavramamızı sağlayan önemli araçlardan biridir.
Yönetim Gurusu: Yönetim alanında zengin bir pratik deneyime sahip, yönetim modalarını yaymaya çalışan,
danışman veya yönetici kökenli bazı kişiler, uygulayıcıların beklentilerine uygun bilgi üretmekte ve bu bilgiyi hızlı
şekilde yaymaktadırlar. Bu kişilerin, ürettiği, sürekli değişimi öngören, sorun çözmeye odaklı sihirli reçeteler,
uygulayıcılar tarafından büyük rağbet görmektedir.
Yönetim Modası
İşletmelerin belli dönemlerde faaliyetlerini yürütmede hep birlikte benimsedikleri yönetim felsefesi veya
örgütlenme biçimleri.
Yönetim modalarına örnekler:
 Toplam kalite yönetimi,
 Öğrenen örgüt,
 Yalın üretim/yönetim,
 Örgüt kültürü.
Bbilimcilik-yönetimcilik tartışmasında da iki tarafı bir araya getirmek üzere geliştirilmiş yaklaşımlar
bulunmaktadır. Bu yaklaşımların ilki tıp alanındaki çalışmalardan esinlenerek geliştirilmiş bulunan Kanıtlara
Dayalı Yönetim Yaklaşımıdır.
Kanıtlara Dayalı Yönetim Yaklaşım: Bu yaklaşım yöneticilerin karar almada yönetim modalarından etkilenmek
yerine bu alanda yapılmış bilimsel araştırmalardan yararlanmaları gerektiğini öne sürmekte ve bunun
kolaylaştırılması için akademisyenlerin neler yapabilecekleri üzerinde durmaktadır.
Katılımcı Akademisyenlik Yaklaşımı: Van de Ven tarafından önerilen, sosyal bilim araştırmalarında problemin
formüle edilmesi, belli bir kuramsal çerçeveye oturtulması, araştırmanın tasarlanması ve problemin çözülmesi
aşamalarının her birinde uygulamacıların da katkılarının alınmasını içeren bir modeldir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, kanıtlara dayalı yaklaşımın daha çok yöneticilere, katılımcı akademisyenlik
yaklaşımının ise akademisyenlere seslendiği söylenebilir.
KARŞILAŞTIRMALI ÖRGÜT KURAMLARI
Koşul bağımlılık kuramı temel olarak örgütlerin çevresel koşullara en iyi uyum sağlayacak şekilde tasarlanması ile
ilgilenmektedir.
Kaynak bağımlılık kuramı ise örgütlerin faaliyetlerini sürdürmek için ihtiyaç duydukları, dolayısıyla bağımlı
bulundukları kaynakları daha uygun koşullarla elde etmek için izledikleri stratejilere odaklanmaktadır.
Örgütsel ekoloji kuramı genel olarak örgütlerin çevrelerinde yaşanan büyük çaplı değişimlerin örgüt kurulma ve
kapanma oranlarına etkileri üzerinde durmaktadır.
İşlem maliyeti kuramı, örgütlerin belli ürünlerin örgüt içinde veya dışında üretilmesi ile ilgili kararlarını analiz
ederken;
Vekâlet kuramı ise işletme sahipleri ile yöneticiler arasındaki bilgi asimetrisinden kaynaklanan güven
problemlerinin yönetilmesi üzerinde durmaktadır.
Yeni kurumsal kuramın temel sorusu belli bir alanda örgütlerin yapı ve uygulamalarında neden giderek
birbirlerine benzemeye başladıklarıdır.
Postmodern örgüt kuramı dönemsel yorumuyla modern sonrası dönemde yönetim ve örgüt yapılarındaki
değişimleri analiz ederken, felsefi yorumuyla da işletmelerdeki modernist amaçların açığa çıkarılmasına ve örgüt
araştırmalarında daha önce ihmal edilmiş konuların gündeme getirilmesine odaklanmaktadır.
Eleştirel yönetim çalışmaları da benzer şekilde modernist yönetim ve örgütlenme anlayışını eleştirmekte ve
örtülü biçimde yürütülen sömürü, ayırımcılık, eşitsizlik ve yönetsel kontrol gibi kavramlar üzerinde durmaktadır.
9
Analiz Düzeyleri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt düzeyinde gerçekleştirilen analizler bir bütün olarak örgütsel süreçler, örgütün sınırları, faaliyet sistemi ve
örgütün genel stratejileri üzerinde durmaktadır.
Örgütler-arası analiz düzeyi ise bir örgütün diğer örgütlerle ilişkilerinin analizini kapsamaktadır. Örneğin, kaynak
bağımlılık kuramı çerçevesinde yapılan işletme politikası ve rekabet analizleri bir örgütün diğerleriyle ilişkilerini
kapsayan örgütler-arası düzeyde araştırmalarda bulunan araştırmalardır.
Örgütler-üstü örgüt incelemeleri de örgüt topluluklarının/örgüt kümelerinin kendine özgü unsurları ve
dinamikleri ile ilgilenir. Yani bir örgütün diğerleriyle değil, örgütlerin örgütlerle ilişkilerine odaklanır.
Örgüt-Çevre İlişkileri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramlarının genel olarak çevrenin örgüt üzerindeki etkisini önceleyen belirlenimci bir eğilimle ortaya
çıktığı bir gerçektir. Bunun başlıca nedeni, klasik ve neo klasik yönetim dönemlerinde daha çok uygulamacılar
tarafından üretilen yönetim bilgisine daha bilimsel bir hüviyet kazandırma çabalarıdır.
Kaynak bağımlılık kuramı, çevrenin örgütler üzerindeki etkisini kabul etmekle birlikte, örgütlerin de çevreyi
etkileme şansları olabileceğini iddia ederek, analizlerini ağırlıklı olarak iradeci bakış açısıyla gerçekleştirmektedir.
İktisadi kuramlar, postmodern örgüt kuramı ve eleştirel yönetim çalışmaları da daha çok yöneticilerin ve
yönetenlerin kararlarına odaklandıkları için iradeci yaklaşıma sahiptirler. Bu kuramlardan kaynak bağımlılık
dışındaki üçünün aynı zamanda analiz düzeyi olarak örgüt düzeyine odaklanmış oldukları da dikkate alınmalıdır.
Örgütsel ekoloji kuramında ise örgütlerin çevreye uyum sağlama çabalarında bulunmalarının bile mümkün
olmadığı, çevrenin tek belirleyici olduğu kabul edilmektedir. Bu çerçevede örgütsel ekoloji kuramcılarının
neredeyse sadece hayatta kalma mücadelesinde hangi örgütlerin sağ kalıp hangilerinin yok olduğunun kaydını
tuttukları ve bunları analiz ettikleri söylenebilir.
Yeni kurumsal kuram ise örgüt-çevre ilişkileri açısından kendi tarihsel gelişiminde dönemsel olarak farklı
eğilimler taşımaktadır. Yeni kurumsal kuramın genel duruşu örgütlerin çevrelerinden etkilenirken aynı zamanda
çevreyi de etkiledikleri düşüncesine, dolayısıyla yapılanma yaklaşımına daha yakındır.
Dayandıkları Paradigmalar Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramı alanındaki paradigma tartışmalarının temelinde Kıta Avrupası ve Kuzey Amerika arasındaki derin
felsefi görüş ayrılıkları yatmaktadır.
Eleştirel yönetim çalışmaları, Gerçekçi Ontolojiye yakın duran tek kuramdır.
Postmodern örgüt kuramı ise ontolojik açıdan örgüt kuramları arasında gerçekçiliğe en uzak olanıdır. Nominalist
bir ontolojiyi benimseyen postmodernizme göre gerçek diye bir şey yoktur. Herkesin kendi gerçekliği vardır.
Ontolojik açıdan eleştirel ve postmodern yaklaşımlar arasında kalan yeni kurumsal kuram ise gerçek diye bir şeyin
olduğunu ancak bu gerçekliğin insandan bağımsız olmadığını, bilakis insanlar arasındaki etkileşimin sonucunda
sosyal olarak inşa edildiğini kabul etmektedir.
Araştırma Niyetleri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramlarını klasik ve neo klasik dönemlerde yönetim alanında yapılmış diğer çalışmalardan ayıran en temel
özellik, örgütler üzerinde yapılan araştırmaların uygulamacılara bilimsel bilgi üretimini artırmayı hedeflemesidir.
Tek tek değerlendirmek gerekirse koşul bağımlılık, kaynak bağımlılığı ve iktisadi örgüt kuramlarının hem bilim
yapmak (bilimcilik) hem de örgütleri etkili ve verimli kılacak öneriler geliştirmek (yönetimcilik) amacı taşıdığı
söylenebilir.
10
Koşul bağımlılık kuramı örgütsel başarı için çevresel koşullara uyumlu bir örgütsel tasarıma ulaşmayı önerirken,
kaynak bağımlılığı kuramı örgütlerin kaynak bağımlılıklarını en uygun şekilde yönetebilecekleri stratejiler tavsiye
eder. İktisadi kuramlar ise bir yandan işlem maliyetlerini en düşük kılacak karar modellerini geliştirirken, diğer
yandan da işletme sahipleriyle yöneticiler arasındaki vekâlet ilişkilerinin en uygun formları üzerinde çalışır.
Örgütsel ekoloji ve yeni kurumsal kuram ise temelde, örgütsel ve yönetsel olguları anlamayı ve/veya açıklamayı
sağlayacak modeller ve bakış açıları geliştirmeye çalışan bilimci bir anlayışa sahiptirler. Örgütler-üstü düzeyde
araştırma yapan, dolayısıyla tek tek örgütlerle ilgilenmediği için bilimci yanı en ağır basan kuramlardan biri olan
örgütsel ekoloji kuramı en fazla yöneticilere her şeye kadir olmadıklarını anlatır ve hangi koşullarda ne gibi
stratejiler izlerlerse hayatta kalabileceklerine dair alternatifler üretebilir.
Benzer şekilde örgüt toplulukları üzerinde çalışan ve bilimciliği ağır basan bir kuram olan yeni kurumsal kuram da
örgütlerin hangi kurumsal yapı veya uygulamaları benimserlerse meşruiyetlerini, dolayısıyla hayatta kalma
imkânlarını artırabilecekleri üzerine öneriler getirebilir.
Kendimizi sınayalım

“iyi bir teoriden daha pratik hiçbir şey yoktur”
sözü kime aittir?
a. Kurt lewin
b. Keynes
c. Einstein
d. Arşimet
e. John nash

Bir araştırma konusunun hangi bağlam içinde
inceleneceği sorusunun cevabı aşağıdakilerden
hangisi ile ilgilidir?
a. Epistemoloji
b. Ontoloji
c. Analiz düzeyi
d. Analiz birimi
e. Analiz yöntemi

Örgütsel davranış araştırmaları hangi analiz
düzeyinde gerçekleştirilmektedir?
a. Örgütler-üstü
b. Örgütler-arası
c. Örgüt
d. Örgüt-içi
e. Makro

Koşul bağımlılık kuramı örgüt kuramının
tarihsel gelişiminde kaçıncı evrede ortaya
çıkmıştır?
a. 1. Evre
b. 2. Evre
c. 3. Evre
d. 4. Evre
e. 5. Evre

Aşağıdakilerden hangisi örgüt kuramının
gelişiminde 1. Evrede etkili olan sosyoloji kökenli
kuramcılardan birisidir?
a. Taylor
b. Fayol
c. Barnard
d. Mayo
e. Selznick

Aşağıdakilerden hangisi yapısalcı ve işlevselci
sosyolojiye yakın kavramlardan biridir?
a. Yorumsamacılık
b. İradecilik
c. Belirlenimcilik
d. Yapılanma
e. Etkileşimcilik

Gerçekçilik ve nominalizm aşağıdakilerden
hangisiyle daha çok ilişkili kavramlardır?
a. Ontoloji
b. Epistemoloji
c. Sosyoloji
d. Psikoloji
e. Antropololoji

Aşağıdakilerden hangisi bir yönetim modası
değildir?
a. Toplam kalite yönetimi
b. Öğrenen örgütler
c. Yalın üretim
d. Örgütsel davranış
e. Örgüt kültürü

Aşağıdakilerden hangisi örgütler-arası düzeye
odaklanan bir örgüt kuramıdır?
a. İktisadi kuramlar
b. Kaynak bağımlılık
c. Örgütsel ekoloji
d. Yeni kurumsal kuram
e. Postmodern örgüt kuramı

Aşağıdakilerden hangisi yönetimci yönü en
zayıf olan örgüt kuramıdır?
a. İktisadi kuramlar
b. Kaynak bağımlılık
c. Koşul bağımlılık
d. Postmodern örgüt kuramı
e. Yeni kurumsal kuram

Evre (1800’lerin sonlarından 1950’lerin başına kadar): farklı disiplinlerde ve uygulamada örgütler ve
yönetim üzerine yapılan çeşitli çalışmalar.

Evre (1950’lerin başından 1970’lerin sonuna kadar): örgüt kuramının bir çalışma alanı olarak
belirginleşmesi ve koşul bağımlılık kuramı etrafındaki geçici uzlaşma.

Evre (1970’lerin sonundan 1990’ların sonuna kadar): örgüt kuramlarında çeşitlenme.

Evre (1990’ların sonundan günümüze kadar): çeşitlenmeyle birlikte bütünleştirme çabalarının artması.
Birinci Evre
1800’lerin sonlarına gelindiğinde, aynı yüzyılın ilk yıllarındaki küçük ölçekli ve basit örgütsel yapılardan, ekonomik
olarak varlıklarını giderek daha fazla hissettiren daha büyük ölçekli örgütlere geçildiği görülür. 20. Yüzyılın ilk
yıllarında ise örgütler, ekonomik ve siyasi yaşamdaki etkileri ve görece daha karmaşık yapıları nedeniyle,
yönetimleri ile ilgili daha fazla soruya cevap aranmasını zorunlu hâle getirmiştir. 20. Yüzyılın ilk yarısında farklı
3
sosyal bilim alanlarında belirli tip örgütleri konu alan çalışmalar yapılmıştır. Örneğin, suç bilimciler hapishaneleri,
siyaset bilimciler parti yapılarını ve devlet kurumlarını, iktisatçılar firmaları, endüstriyel sosyologlar fabrikaları ve
işçi sendikalarını ele aldıkları çalışmalar yürütmüşlerdir. Ancak bu çalışmalarda araştırılan birim bir örgüt olsa bile,
araştırma amacı örgütleri anlamaya ve açıklamaya yarayacak genellemeler yakalamak veya bu yöndeki bilgiyi
düzenlemek ve test etmek değildir. Odaklandıkları konu genel olarak örgütler değil, özel olarak hapishaneler,
partiler, fabrikalar veya sendikalardır.

Yüzyılın ilk yarısında dikkati çeken bazı yaklaşımlar, 1950’lerden sonra örgüt kuramı alanının belirginleşmesi
sürecinde referans noktaları olarak kullanılmıştır. Bu yaklaşımlar, temelde üç ayrı disipliner kökenden beslenerek
geliştirilmiştir:

Etkili ve verimli yönetimin nasıl olması gerektiği ile ilgili kurallar sunma amacı taşıyan ve genellikle kuzey
Amerika ile Avrupa’daki uygulayıcı-kuramcıların çalışmalarından oluşan “idari” köken;

Örgütlerdeki birey ve grup davranışlarını inceleyen ve daha sonra insan ilişkileri yaklaşımı adıyla gelişen
davranışçı çalışmaların yer aldığı “psikolojik” köken;

Örgütlerin yapısal analizine odaklanan ve Kuzey Amerika’dan katkı sağlayan “sosyolojik” köken.
F.W. Taylor ve H. Fayol’un tanınmış isimler olarak öne çıktığı fakat Urwick, Gulick, Mooney ve Reiley gibi isimlerin
de temsilcisi olduğu idari köken içinde, temel olarak örgütlerde etkinliğin ve verimliliğin nasıl artırılabileceğine
odaklanan çalışmalar yürütülmüştür. “Uygulamacı” olarak adlandırılabilecek bu isimler, “işleri gerçekleştirirken,
makinelere ek olarak, insan unsurunu nasıl daha etkin ve verimli şekilde kullanabiliriz?”, “en iyi örgüt yapısını ve
yönetim tarzını nasıl oluşturabiliriz?” sorularına yönelmişlerdir.
Bilimsel yönetim yaklaşımını geliştiren Taylor, mühendis ve yönetici kimliğiyle, kendi çalıştığı işletmede ve
bulunduğu diğer işletmelerde gözlemlediği düzensizlik, israf ve kötü yönetimin düzeltilmesi ile ilgili görüşlerini
1911 yılında yayınladığı “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı eserinde ele almıştır. Uzmanlaşma, iş bölümü, planlama
ve programlamanın etkili yönetimin temelini oluşturduğunu belirten Taylor, bilimsel yönetimin gereklerini dört
temel ilkede toplamıştır; ona göre bu ilkeler, yöneticilerin görevi olarak tanımlanmalıdır:

Her iş için bilimsel yöntem ve ilkeler belirlenmelidir,

Çalışanların bilimsel yöntemlerle seçilmesi, eğitilmesi ve geliştirilmesi gereklidir,

Çalışanların da bu yöntemleri benimsemesi sağlanmalıdır,

Yönetimle ilgili sorumluluklar çalışanlar üzerinden alınarak yönetim sorumluluğu hâline getirilmeli,
çalışan ve yönetim arasında net bir iş ve sorumluluk bölümü yapılmalıdır.
1950 öncesi yönetim yaklaşımını besleyen “idari köken” den gelen diğer bir önemli isim de h. Fayol’dur. Fayol,
Taylorizmin devamı ve tamamlayıcısı olan Yönetim Süreci Yaklaşımı’nı geliştirmiştir.
Fayol, örgütlerde yer alan faaliyetleri

Teknik işler,

Ticari işler,

Mali işler,

Güvenlik işleri,

Muhasebe işlemleri ve

İdari işler
olmak üzere altı grupta toplamıştır.
Fayol, örgütlerin yapı ve işleyişi ile ilgili olarak temel yönetim işlevini 5’e ayırmıştır..

Planlama,

Örgütleme,

Kumanda,

Koordinasyon ve

Kontrol
Fayol yöneticilere, yönetim sürecini yerine getirirken uymalarını önerdiği 14 ilke belirlemiştir:

İş bölümü, 2. Merkeziyet,

Otorite, 4. Hiyerarşi,

Disiplin-gözetim, 6. Düzen,

Kumanda birliği, 8. Hakkaniyet-eşitlik,

Yürütme birliği, 10. Personel devamlılığı,

Personel ücretleri, 12. İnisiyatif,
4

Genel çıkarların özel çıkarlara üstünlüğü, 14. Birlik ve beraberlik ruhu
Fayol’un yönetim süreci yaklaşımı, 1950’lerden önce geliştirilen ve örgüt kuramı alanının belirginleşmesinde
katkısı olan diğer bir disiplin psikolojidir. Bu kökenden doğan fikirler daha sonra “yönetim düşüncesinde insan
ilişkileri yaklaşımı” adıyla geliştirilmiş ve 1950’lere gelindiğinde örgüt araştırmalarında güçlü bir örgütsel davranış
hattının oluşmasını sağlamıştır.
Psikolojik kökenin temsilcisi Roethlisberger, Dickson, Mayo, Barnard gibi isimler Taylor ve Fayol’un yönetim
ilkelerine temel oluşturan hedefleri yani etkinlik ve verimlilik arayışlarını sürdürmüşlerdir. Ancak bu hedeflere
ulaşmada insanın rolüne odaklanırlar.
“Örgüt yapısı içinde insan sadece rasyonel davranışlar mı sergiler?” Sorusunu ele alan araştırmaların sonuçları
şöyle özetlenebilir:
 Bireylerin birbirinden farklı olan becerileri ve kapasitelerinden yararlanabilmek için örgüt içi insan
ilişkilerine eğilmek gerekir,
 İnsan örgüte sadece biyolojik bir mekanizma ve fizyolojik bir güç kaynağı olarak gelmez, psikolojik ve
sosyal özelliklerini de beraberinde getirir,
 İnsanların tüm davranışları bir nedene dayanır,
 İnsan diğer üretim faktörlerinden farklı olarak yaratıcıdır,
 Örgüt sosyal bir sistemdir,
 İnsan ve örgüt arasında karşılıklı bağımlı bir ilişki vardır.
1950 öncesi yönetim düşüncesini belirleyen önemli bir disiplin de sosyolojidir. Sosyolojik kökenin Kuzey
Amerika’daki temsilcileri olan Selznick, Gouldner, Blau gibi isimler fikirlerini, alman iktisatçı ve sosyolog Max
Weber’i izleyerek geliştirmişlerdir.
Weber’in bürokrasi modelinin temelinde de etkinlik ve verimlilik arayışı olmakla birlikte, Weber, bürokratik
örgütlenme biçiminin neden tarihin o döneminde kuzey Avrupa’da ortaya çıktığını ekonomik, sosyolojik ve politik
bağlamı temsil eden modernleşme ve rasyonelleşme süreçleri içinde anlamaya çalışmıştır. Bu yönüyle, örgütleri
açıklamak ve anlamak amacı taşıdığı için bu dönemdeki diğer yaklaşımlardan ayrılır ve -denebilir ki- örgüt kuramı
alanının oluşumuna belki de en önemli katkıyı sağlamıştır.
İkinci Evre
Yönetim meselelerini ele alış biçimi değişmiş olsa bile, birinci evrede olduğu gibi bu dönemde de temel araştırma
ilgisi örgütsel işleyişin verimliliğini ve etkinliğini artırmaya yönelmiştir. Doğa bilimleri modelinin benimsenmesi ile
birlikte örgüt kuramının -dar bir alanda da olsa- kurumsallaşmasının yolu açılmıştır. Bu yeni uygulamalı çalışma
alanı ‘doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak örgütlerin kuramını geliştirmek’ ve ‘bu bilgilerden yararlanarak
uygulamaya katkıda bulunmak’ amaçlarını aynı anda gerçekleştirmek niyetini taşımaktadır.
Koşul bağımlılık kuramı, geliştirildiği 1960’lı yıllardan önceki psikoloji kökenli bakış açısına ek olarak “örgütlerin
yönetimi meselesini anlamak için onları, içinde bulundukları çevrenin koşulları ile birlikte ele almayı” salık veren
sosyolojik bakış açısını getirmiştir.
Koşul bağımlılık kuramının bu yeni yaklaşımı, örgütsel davranış ile örgüt kuramı veya mikro ile makro çalışmaların
birbirinden ayrılmasını ve hatta davranışçıların alandaki baskın konumunun dengelenmesini sağlamıştır.
Üçüncü evre
Koşul bağımlılık kuramının örgütleri açıklamaya dönük tek kuram olduğu yönündeki “uzlaşma” hâli, 1970’lerle
birlikte bozulmuştur. Koşul bağımlılık kuramı, özellikle bilginin doğasına ilişkin varsayımı ve bilimsel bilgi üretme
yöntemleri açısından eleştirilmiş ve örgüt araştırmalarına kaynaklık edecek tek kuram olmadığı vurgulanmaya
başlanmıştır.
1970’lerin ikinci yarısında, etkilerini bugün de gelişerek sürdüren dört araştırma programı, örgüt kuramı alanına
dâhil olmuştur.

Kaynak bağımlılığı,

Örgütsel ekoloji,

İşlem maliyeti ve

Kurumsal kuram
1980’li yıllardan itibaren örgüt kuramı alanında görülen ikinci bir çeşitlenme, postmodern ve eleştirel çalışmaların
yarattığı çeşitlenmedir. Bu grup, yeni bir örgüt kuramı oluşturmaktan çok, örgüt ve yönetime dair üretilmiş bilgiyi
felsefi ve ideolojik anlamda sorgulayan çalışmaları içermektedir. Bu çalışmalarda örgütler, tüm üyelerinin katılımı
ile üretilen ve dönüştürülen değerler ve söylemler içeren kültürel varlıklardır. Bu anlayışa göre örgüt, sabit
5
biçimde var olan bir ‘şey’ değil, toplumsal olarak inşa edilen ve üyelerinin geliştirdiği değerler ve öznelliklerle
tanımlanan bir yapıdır.
Dördüncü Evre
1990’lı yıllarla birlikte örgüt kuramı alanı, ortaya çıkan kuramsal çeşitlenmenin yanı sıra, “çoklu bilimsel bakış
açısı” durumunun sakıncalarının tartışılmasına da sahne olmuştur.
Bu dönemde;
Kuzey Amerika cephesinde örgüt kuramları, dağınık bir kuramsal görüntünün örgüt kuramı alanının diğer sosyal
bilim disiplinleri içindeki meşruiyetini zedeleyeceği ve böyle giderse yöneticilere yarar sağlayacak nitelikte
bilginin üretilemeyeceği yönündeki kaygılar, Avrupa’da geliştirilen düşüncelerin marjinal bulunmasına ve göz ardı
edilmesine neden olmuştur.
Avrupa cephesi ise postmodern ve eleştirel çalışmalar açısından farklılığını sürdürmüş ve araştırmalarda
‘çeşitliliğin’ ve ‘farklılığın’ önemine vurgu yapılmıştır.
Kara Avrupası’nın belli bölümlerinde nesnelci mantığın ve nicel araştırma yöntemlerinin egemenliği devam
etmekle birlikte, özellikle İngiltere’de örgüt çalışmalarındaki ana akım yaklaşımlara eleştirel bakan ve farklı
araştırma yöntemlerini benimseyen araştırmaların güç kazandığı görülmektedir.
ÖRGÜT KURAMINDA TEMEL TARTIŞMA KONULARI
Örgüt kuramı alanındaki en önemli tartışmalar üç başlık altında özetlenmiştir:

Örgüt-çevre tartışmaları,

Paradigma tartışmaları ve

Yönetimcilik-bilimcilik.
Örgüt Çevre Tartışmaları
Örgüt-çevre tartışmalarının temelini sosyal bilimlerin en temel tartışmalarından birisi olan aktör-yapı tartışması
oluşturmaktadır.
Aktör-yapı ikilemi aktörlerin davranışlarının ne kadarının yapı tarafından sınırlandırıldığı konusunda ortaya
çıkmaktadır. Burada aktörlerden kasıt belli amaçlarla çeşitli eylemlerde bulunan birey veya örgütler olabilir. Yapı
ise genellikle belli bir biçime ve düzene sahip toplumsal davranış örüntülerini, örneğin örgütler açısından çevreyi
ifade etmektedir.
Sosyal analizlerde aktörü öne çıkaran yaklaşımlar toplumsal yapıların belli amaçlar peşindeki aktörler tarafından
oluşturulduğunu iddia ederlerken, yapıyı öne çıkaran yaklaşımlar ise aktörlerin eylemlerinin toplumsal yapılar
tarafından sınırlandırıldığını, aktörlerin ancak bu sınırlamalar çerçevesinde eylemde bulunabilen edilgen unsurlar
olduklarını savunmaktadırlar.
Aktör-yapı tartışmasının temelinde doğa-yetiştirme tartışmasının yattığı iddia edilmektedir.
Doğa taraftarları insanın doğuştan gelen bazı kalıtımsal yetenek ve özelliklere sahip olduğunu ve bunları dünyayı
değiştirmek üzere kullandığını öne sürmektedirler.
Yetiştirme taraftarları ise insanın boş bir kâğıt olarak dünyaya geldiğini ve dünyayı değiştirmek üzere kullandığı
birtakım yetenek ve özellikleri ona yetiştiği çevrenin yüklediğini kabul etmektedirler.
Sosyolojide yorumsamacı yaklaşım aktörlerin etkisini öne çıkaran iradeci yaklaşımlara örnek teşkil ederken,
çevrenin aktörler üzerindeki sınırlandırıcı etkisini vurgulayan belirlenimci yaklaşım yapısalcı ve işlevselci
sosyolojide baskın olan yaklaşımdır.
Aktör: Belli amaçlarla eylemde bulunan bireyler veya örgütlerdir.
Yapı: Belli bir biçime ve düzene sahip toplumsal davranış örüntüleridir.
Yorumsamacılık: Nesnelerin veya olayların anlamlarının kendi özlerinde var olan bir özellik olmayıp onu
yorumlayanlarca ortaya çıkartıldığını kabul eden yaklaşım.
Yapısalcılık: Birbiriyle etkileşim içerisinde bulunan parçalardan oluşan sistemin, kendisini oluşturan ögelerden
üstün ve onlara egemen olduğunu, sistemin yapısının bu ögeler arasındaki ilişkilerden çıkarılabileceğini kabul
eden yaklaşım.
Aslında tipik bir yumurta-tavuk ikilemini çağrıştıran aktör-yapı tartışmalarında orta-yolun bulunmasına yönelik
çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmaların en önemlisi Giddens’in Yapılanma Yaklaşımıdır.
Yapılanma yaklaşımı eylemlerin, farklı çevresel yapı unsurlarının aktörlerce bir araya getirilerek yorumlanması
sonucunda ortaya çıktığını, bu eylemlerin yeni yapılar oluşturduğunu, oluşan yeni yapıların ise aktörlerin
6
eylemlerini sınırlayan değil daha başka yeni yapılar inşa edilmesini mümkün kılan çevresel unsurlar olduğunu
varsaymaktadır.
Yapılanma yaklaşımına göre yapı ve eylem ardışık değil, birbirini tamamlayıcı ögelerdir. Biri olmadan diğeri
olmaz. Giddens bunu konuşma örneğiyle açıklamaktadır. Konuşma bir eylem, dil ise yapıdır. Konuşma eyleminin
ortaya çıkabilmesi için hem dile hem de konuşacak bir özneye yani aktöre ihtiyaç bulunmaktadır.
Aktörler ile kastedilenin örgüt sahip ve yöneticileri olduğu anlaşılmaktadır.
Yapı ile kastedilen ise hem örgütlerin büyüklük, yönetim ve örgütlenme biçimi, üretim teknolojisi gibi iç çevresel
hem de kültür, hukuk, teknoloji, ekonomi gibi dış çevresel yapılardır.
Aktör bakış açısını savunanlar örgütlerin kendilerini yöneten aktörler aracılığıyla çevresel unsurları etkileyip
değiştirerek varlıklarını sürdürebileceklerini iddia etmektedirler.
Çevre bakış açısına sahip araştırmacılar ise örgütlerin çevresel yapı unsurlarını değiştirme gücü bulunmadığını,
varlıklarını sürdürebilmek için örgütlerin yapabilecekleri yegâne şeyin çevresel beklentilere en iyi uyum
sağlayacak yönetim ve örgütlenme tarzını bulmaya çalışmak olduğunu savunmaktadırlar.
Yapılanma bakış açısıyla yaklaşıldığında her iki yaklaşımın da bir arada ve doğru olduğu söylenebilir. Aktörler
çevre unsurlarını kullanarak eylemde bulunurlar. Bu eylemler ise çevreyi yeniden yapılandırır.
İşlevselcilik: Sistemi oluşturan unsurların her birinin değerinin sisteme olan katkıları oranında olduğunu kabul
eden anlayıştır.
Belirlenimcilik: Evrendeki her olay ve olgunun nedensellik zinciri çerçevesinde belirli kanunlar ya da kurallara
bağlı olarak meydana geldiğini, doğada bulunan her şeyin birbirine kırılmaz bir neden-sonuç zinciriyle bağlı
bulunduğunu kabul eden anlayış.
İradecilik: İnsan iradesinin karar alma ve uygulamada akıldan daha üstün olduğunu, her türlü toplumsal ve
psikolojik sınırlandırma ve koşullanmaları aşabileceğini kabul eden anlayış.
Yapılanma: Giddens tarafından geliştirilen ve toplumsal hayatın içerisinde yapı ve eylemin ardışık-eşzamanlı
veya statik-dinamik gibi ayırımlara tabi olmadan birbirine bağımlı, bir diğerini engellemekten ziyade birbirine
besleyen unsurlar olduğunu kabul eden anlayıştır.
Paradigma Tartışmaları
Paradigma: Bir bilimsel ve meta fiziksel inançlar kümesinin oluşturduğu, içinde bilimsel kuramların test
edilebildiği, değerlendirilebildiği ve eğer gerekirse yenilenebildiği kuramsal bir çerçevedir.
Paradigma kavramı ilk kez Thomas S. Kuhn tarafından 1962 yılında yayımlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı
kitapta ortaya atılmıştır.
Kuhn, bu kavramı, “bilim insanlarına neye inanılacağını ve nasıl çalışılacağını tam olarak öğreten yöntem ya da
fikirlerin tam olarak toplamı”nı ifade etmek için kullanmıştır.
Paradigmalar, bilim insanlarının dünya ile ilgili inanış, varsayım ve bilgileri araştırmaların ne yönde
gerçekleştirileceğini ve bulguların ne yönde yorumlanacağını etkilemektedir.
Örgüt kuramında paradigma tartışmalarını alevlendiren ve hâlâ bu tartışmalarda en çok atıf yapılan kaynak,
Burrell ve Morgan tarafından yazılan ve ilk olarak 1979’da yayımlanan Sosyolojik Paradigmalar ve Örgütsel
Analiz adlı kitaptır.
Burrell ve Morgan bu kitapta bütün örgüt kuramlarının bir bilim felsefesi ve bir toplum kuramı üzerine inşa
edildiklerini iddia etmektedirler.
Paradigma tartışmalarının sebebi: Genellikle araştırmacıların benimsedikleri ontolojik ve epistemolojik
tutumlardaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
Ontoloji yani varlık bilim, varlık ya da varoluş ile bunların temel kategorilerini araştıran, gerçekliğin yapısını ve
doğasını açıklamaya çalışan felsefî disiplindir. Bizim dışımızda, bizden bağımsız bir gerçeklik olup olmadığı
sorusuna cevap bulmaya çalışır.
Ontolojik açıdan birbirine zıt iki farklı tutum bulunmaktadır: Gerçekçilik ve Nominalizm.
Gerçekçilik insandan bağımsız bir gerçekliğin var olduğunu, insanın ancak bu gerçekliği keşfedebileceğini ama
değiştiremeyeceğini varsaymaktadır.
Nominalizm ise insandan bağımsız bir gerçekliğin bulunmadığını, gerçeklerin insanlar tarafından onlara verilmiş
adlardan ibaret olduğunu kabul etmektedir. Bir insan neye gerçek derse gerçek o olmaktadır. Bu çerçevede
nominalizm asında gerçek diye bir şey olmadığı anlamına da gelmektedir.
Gerçekçilik ve nominalizmin arasını bulmaya çalışan bir yaklaşım ise etkileşimciliktir.
7
Etkileşimcilik: Gerçekliğin insanlar tarafından sosyal olarak inşa edildiğini, insandan insana değişebileceğini
varsayan yaklaşımdır.
Etkileşimcilik de insandan bağımsız bir gerçeklik olduğunu kabul etmez. Ancak insanların kendi aralarında
etkileşimde bulunarak belli bazı gerçeklikler üzerinde anlaşabileceklerini kabul eder.
Gerçekçi yaklaşım nesnel gerçeklik anlayışına dayandığı için örgütleri yönetmenin en iyi yöntemleri
bulunduğunu, bu yöntemlerin insandan bağımsız birer gerçeklik olarak orada bir yerlerde keşfedilmeyi
beklemekte olduğunu kabul eder. Öznel gerçeklik yaklaşımına dayanan nominalist yaklaşım ise insanlardan
bağımsız bir en iyi anlayışını kabul etmez. Örgütleri yönetmenin iyi yolları zamana ve zemine göre farklılık
gösterir. Bu anlamda örgütleri birer laboratuvar olarak incelemek ve örgütlere en uygun yönetim biçimleri
geliştirmek mümkün değildir.
Nominalist ontolojik yaklaşım aktörlerin örgütleri kendi iradelerine uygun biçimde yönetebileceklerini
varsayarken, Gerçekçi ontolojik yaklaşım aktörlerin eylemlerini çevreye en uyumlu örgütsel yapıyı keşfetmeye
çalışmakla sınırlandırır.
Epistemoloji (Bilgi Bilim), bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen, “bilgi nedir?” sorusuna cevap bulmaya
çalışan bir felsefi disiplindir. Doğru bilgi diye bir şeyin var olup olmadığı, bilgiye nasıl ulaşılacağı, bilginin doğru
oluşunun ölçütünün ne olduğu, bilginin sınırları ve kapsamı gibi konular epistemolojinin ilgi alanına girmektedir.
Epistemolojik açıdan da birbirine zıt iki tutumdan söz edilebilir: Pozitivizm ve Anti-pozitivizm.
Pozitivizm: Doğa bilimleri yöntemlerinin sosyal bilimler için kullanılması; doğa bilimlerinin keşfettiği evrensel
yasalarla paralellik gösteren toplumsal yasaları keşfetme yaklaşımıdır.
Pozitivizmin amaçları:
 İçinde yaşadığımız dünyada neler olup bittiğini genel geçer kurallar ve nedensel ilişkiler aracılığıyla
açıklamaya çalışır.
 Bilgi nesnesi olarak sadece olguları kabul ederek metafiziği reddeder.
 Bilimsel bilginin de sadece olgularla ilgili araştırmalarla ortaya çıkacağını savunur.
 Genellikle doğa bilimlerinin yöntemlerini sosyal bilimlere aktarmaya çalışır ve en iyi toplumsal düzenin
ancak doğa düzenine benzemekle gerçekleşeceğini iddia ederek evrensel toplum yasaları keşfetmeyi
hedefler.
 Pozitivizm gerçekçi bir ontolojiye yaslanır ve insandan bağımsız bir gerçeğin varlığını kabul eder.
Pozitivizme göre doğru bilgiye ancak bizden bağımsız olan gerçeği keşfetmek üzere toplumsal ilişkilerle ilgili
hipotez ve önermeler geliştirerek, veri toplayarak ve bunları test ederek ulaşılabilir.
Anti-pozitivizm: Sosyal bilim araştırmalarında pozitivizmin doğa bilimi yöntemlerinin kullanılmasını reddeden,
doğru bilginin ancak eylemin içindeki aktörler tarafından ortaya konabileceğini ve araştırmacının bakış açısına
göre farklılaşabileceğini varsayan yaklaşımdır.
Anti-pozitivizme göre
 Evrensel yasalar keşfetmeye çalışmak boşunadır.
 Sosyal dünyada tabiat kuralları geçerli olamaz.
 Anti-pozitivizm yorumsamacı bir ontolojiye yaslanır.
 Bilgi görecelidir.
 Dünyanın işleyişi onu anlamaya çalışan insanların bakış açılarına göre farklılık gösterir.
Pozitivist epistemoloji örgütlerin içinde neler olup bittiğinin, çalışanların veya örgütlerin neden belli davranışlar
ortaya koyduklarının bilimsel yöntemlerle tam olarak anlaşılabileceğini varsaymaktadır.
Anti-pozitivist epistemolojik yaklaşım ise örgütsel olguların nesnel bir şekilde ele alınıp incelenebileceğini kabul
etmez. Araştırmacı araştırdığı olgudan bağımsız değildir.
Bilimcilik-Yönetimcilik Tartışmaları
Yönetim bilimi, biri Bilimcilik, diğeri ise Yönetimcilik olarak adlandırılan iki kavram üzerinde şekillenmiştir.
Bilimcilik: Doğa bilimleri yöntemlerinin tek gerçek bilgi kaynağı olduğunu savunan ve bu yöntemleri toplum
bilimleri için de geçerli sayan görüştür. Buna göre, sosyal bilimlerin “gerçek bilim” olmasının tek yolu doğa
bilimlerinin yöntemlerini kullanmaktır.
Yönetimcilik: Yönetim ve örgüt araştırmaları alanında üretilen bilginin daha çok yöneticilerin ihtiyaçlarına ve
onların sorunlarını çözme amacına yönelik olması gerektiğini düşünen yaklaşımdır.
8
Kuram Geliştirme: Bu eğilimle, yöneticilerin sorunlarına çözüm üretme amacı geri plana itilmiş, daha çok
kuramsal veya yöntemsel kaygılar öne çıkmıştır. Başka bir deyişle, yönetim araştırmalarının öncelikli amacının,
örgütsel meseleleri sadece anlamak ve açıklamak olabileceği konuşulur hâle gelmiştir.
Bilimcilik-yönetimcilik tartışması, örgüt kuramlarını karşılaştırırken kullanılan önemli bir sınıflandırma ölçütüdür.
Fakat daha da önemlisi, yönetim ve örgüt araştırmaları alanında, farklı ülkelerde ve farklı sosyal disiplinlerden
beslenerek yürütülen araştırmaları daha iyi kavramamızı sağlayan önemli araçlardan biridir.
Yönetim Gurusu: Yönetim alanında zengin bir pratik deneyime sahip, yönetim modalarını yaymaya çalışan,
danışman veya yönetici kökenli bazı kişiler, uygulayıcıların beklentilerine uygun bilgi üretmekte ve bu bilgiyi hızlı
şekilde yaymaktadırlar. Bu kişilerin, ürettiği, sürekli değişimi öngören, sorun çözmeye odaklı sihirli reçeteler,
uygulayıcılar tarafından büyük rağbet görmektedir.
Yönetim Modası
İşletmelerin belli dönemlerde faaliyetlerini yürütmede hep birlikte benimsedikleri yönetim felsefesi veya
örgütlenme biçimleri.
Yönetim modalarına örnekler:
 Toplam kalite yönetimi,
 Öğrenen örgüt,
 Yalın üretim/yönetim,
 Örgüt kültürü.
Bbilimcilik-yönetimcilik tartışmasında da iki tarafı bir araya getirmek üzere geliştirilmiş yaklaşımlar
bulunmaktadır. Bu yaklaşımların ilki tıp alanındaki çalışmalardan esinlenerek geliştirilmiş bulunan Kanıtlara
Dayalı Yönetim Yaklaşımıdır.
Kanıtlara Dayalı Yönetim Yaklaşım: Bu yaklaşım yöneticilerin karar almada yönetim modalarından etkilenmek
yerine bu alanda yapılmış bilimsel araştırmalardan yararlanmaları gerektiğini öne sürmekte ve bunun
kolaylaştırılması için akademisyenlerin neler yapabilecekleri üzerinde durmaktadır.
Katılımcı Akademisyenlik Yaklaşımı: Van de Ven tarafından önerilen, sosyal bilim araştırmalarında problemin
formüle edilmesi, belli bir kuramsal çerçeveye oturtulması, araştırmanın tasarlanması ve problemin çözülmesi
aşamalarının her birinde uygulamacıların da katkılarının alınmasını içeren bir modeldir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, kanıtlara dayalı yaklaşımın daha çok yöneticilere, katılımcı akademisyenlik
yaklaşımının ise akademisyenlere seslendiği söylenebilir.
KARŞILAŞTIRMALI ÖRGÜT KURAMLARI
Koşul bağımlılık kuramı temel olarak örgütlerin çevresel koşullara en iyi uyum sağlayacak şekilde tasarlanması ile
ilgilenmektedir.
Kaynak bağımlılık kuramı ise örgütlerin faaliyetlerini sürdürmek için ihtiyaç duydukları, dolayısıyla bağımlı
bulundukları kaynakları daha uygun koşullarla elde etmek için izledikleri stratejilere odaklanmaktadır.
Örgütsel ekoloji kuramı genel olarak örgütlerin çevrelerinde yaşanan büyük çaplı değişimlerin örgüt kurulma ve
kapanma oranlarına etkileri üzerinde durmaktadır.
İşlem maliyeti kuramı, örgütlerin belli ürünlerin örgüt içinde veya dışında üretilmesi ile ilgili kararlarını analiz
ederken;
Vekâlet kuramı ise işletme sahipleri ile yöneticiler arasındaki bilgi asimetrisinden kaynaklanan güven
problemlerinin yönetilmesi üzerinde durmaktadır.
Yeni kurumsal kuramın temel sorusu belli bir alanda örgütlerin yapı ve uygulamalarında neden giderek
birbirlerine benzemeye başladıklarıdır.
Postmodern örgüt kuramı dönemsel yorumuyla modern sonrası dönemde yönetim ve örgüt yapılarındaki
değişimleri analiz ederken, felsefi yorumuyla da işletmelerdeki modernist amaçların açığa çıkarılmasına ve örgüt
araştırmalarında daha önce ihmal edilmiş konuların gündeme getirilmesine odaklanmaktadır.
Eleştirel yönetim çalışmaları da benzer şekilde modernist yönetim ve örgütlenme anlayışını eleştirmekte ve
örtülü biçimde yürütülen sömürü, ayırımcılık, eşitsizlik ve yönetsel kontrol gibi kavramlar üzerinde durmaktadır.
9
Analiz Düzeyleri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt düzeyinde gerçekleştirilen analizler bir bütün olarak örgütsel süreçler, örgütün sınırları, faaliyet sistemi ve
örgütün genel stratejileri üzerinde durmaktadır.
Örgütler-arası analiz düzeyi ise bir örgütün diğer örgütlerle ilişkilerinin analizini kapsamaktadır. Örneğin, kaynak
bağımlılık kuramı çerçevesinde yapılan işletme politikası ve rekabet analizleri bir örgütün diğerleriyle ilişkilerini
kapsayan örgütler-arası düzeyde araştırmalarda bulunan araştırmalardır.
Örgütler-üstü örgüt incelemeleri de örgüt topluluklarının/örgüt kümelerinin kendine özgü unsurları ve
dinamikleri ile ilgilenir. Yani bir örgütün diğerleriyle değil, örgütlerin örgütlerle ilişkilerine odaklanır.
Örgüt-Çevre İlişkileri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramlarının genel olarak çevrenin örgüt üzerindeki etkisini önceleyen belirlenimci bir eğilimle ortaya
çıktığı bir gerçektir. Bunun başlıca nedeni, klasik ve neo klasik yönetim dönemlerinde daha çok uygulamacılar
tarafından üretilen yönetim bilgisine daha bilimsel bir hüviyet kazandırma çabalarıdır.
Kaynak bağımlılık kuramı, çevrenin örgütler üzerindeki etkisini kabul etmekle birlikte, örgütlerin de çevreyi
etkileme şansları olabileceğini iddia ederek, analizlerini ağırlıklı olarak iradeci bakış açısıyla gerçekleştirmektedir.
İktisadi kuramlar, postmodern örgüt kuramı ve eleştirel yönetim çalışmaları da daha çok yöneticilerin ve
yönetenlerin kararlarına odaklandıkları için iradeci yaklaşıma sahiptirler. Bu kuramlardan kaynak bağımlılık
dışındaki üçünün aynı zamanda analiz düzeyi olarak örgüt düzeyine odaklanmış oldukları da dikkate alınmalıdır.
Örgütsel ekoloji kuramında ise örgütlerin çevreye uyum sağlama çabalarında bulunmalarının bile mümkün
olmadığı, çevrenin tek belirleyici olduğu kabul edilmektedir. Bu çerçevede örgütsel ekoloji kuramcılarının
neredeyse sadece hayatta kalma mücadelesinde hangi örgütlerin sağ kalıp hangilerinin yok olduğunun kaydını
tuttukları ve bunları analiz ettikleri söylenebilir.
Yeni kurumsal kuram ise örgüt-çevre ilişkileri açısından kendi tarihsel gelişiminde dönemsel olarak farklı
eğilimler taşımaktadır. Yeni kurumsal kuramın genel duruşu örgütlerin çevrelerinden etkilenirken aynı zamanda
çevreyi de etkiledikleri düşüncesine, dolayısıyla yapılanma yaklaşımına daha yakındır.
Dayandıkları Paradigmalar Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramı alanındaki paradigma tartışmalarının temelinde Kıta Avrupası ve Kuzey Amerika arasındaki derin
felsefi görüş ayrılıkları yatmaktadır.
Eleştirel yönetim çalışmaları, Gerçekçi Ontolojiye yakın duran tek kuramdır.
Postmodern örgüt kuramı ise ontolojik açıdan örgüt kuramları arasında gerçekçiliğe en uzak olanıdır. Nominalist
bir ontolojiyi benimseyen postmodernizme göre gerçek diye bir şey yoktur. Herkesin kendi gerçekliği vardır.
Ontolojik açıdan eleştirel ve postmodern yaklaşımlar arasında kalan yeni kurumsal kuram ise gerçek diye bir şeyin
olduğunu ancak bu gerçekliğin insandan bağımsız olmadığını, bilakis insanlar arasındaki etkileşimin sonucunda
sosyal olarak inşa edildiğini kabul etmektedir.
Araştırma Niyetleri Açısından Örgüt Kuramları
Örgüt kuramlarını klasik ve neo klasik dönemlerde yönetim alanında yapılmış diğer çalışmalardan ayıran en temel
özellik, örgütler üzerinde yapılan araştırmaların uygulamacılara bilimsel bilgi üretimini artırmayı hedeflemesidir.
Tek tek değerlendirmek gerekirse koşul bağımlılık, kaynak bağımlılığı ve iktisadi örgüt kuramlarının hem bilim
yapmak (bilimcilik) hem de örgütleri etkili ve verimli kılacak öneriler geliştirmek (yönetimcilik) amacı taşıdığı
söylenebilir.
10
Koşul bağımlılık kuramı örgütsel başarı için çevresel koşullara uyumlu bir örgütsel tasarıma ulaşmayı önerirken,
kaynak bağımlılığı kuramı örgütlerin kaynak bağımlılıklarını en uygun şekilde yönetebilecekleri stratejiler tavsiye
eder. İktisadi kuramlar ise bir yandan işlem maliyetlerini en düşük kılacak karar modellerini geliştirirken, diğer
yandan da işletme sahipleriyle yöneticiler arasındaki vekâlet ilişkilerinin en uygun formları üzerinde çalışır.
Örgütsel ekoloji ve yeni kurumsal kuram ise temelde, örgütsel ve yönetsel olguları anlamayı ve/veya açıklamayı
sağlayacak modeller ve bakış açıları geliştirmeye çalışan bilimci bir anlayışa sahiptirler. Örgütler-üstü düzeyde
araştırma yapan, dolayısıyla tek tek örgütlerle ilgilenmediği için bilimci yanı en ağır basan kuramlardan biri olan
örgütsel ekoloji kuramı en fazla yöneticilere her şeye kadir olmadıklarını anlatır ve hangi koşullarda ne gibi
stratejiler izlerlerse hayatta kalabileceklerine dair alternatifler üretebilir.
Benzer şekilde örgüt toplulukları üzerinde çalışan ve bilimciliği ağır basan bir kuram olan yeni kurumsal kuram da
örgütlerin hangi kurumsal yapı veya uygulamaları benimserlerse meşruiyetlerini, dolayısıyla hayatta kalma
imkânlarını artırabilecekleri üzerine öneriler getirebilir.
Kendimizi sınayalım

“iyi bir teoriden daha pratik hiçbir şey yoktur”
sözü kime aittir?
a. Kurt lewin
b. Keynes
c. Einstein
d. Arşimet
e. John nash

Bir araştırma konusunun hangi bağlam içinde
inceleneceği sorusunun cevabı aşağıdakilerden
hangisi ile ilgilidir?
a. Epistemoloji
b. Ontoloji
c. Analiz düzeyi
d. Analiz birimi
e. Analiz yöntemi

Örgütsel davranış araştırmaları hangi analiz
düzeyinde gerçekleştirilmektedir?
a. Örgütler-üstü
b. Örgütler-arası
c. Örgüt
d. Örgüt-içi
e. Makro

Koşul bağımlılık kuramı örgüt kuramının
tarihsel gelişiminde kaçıncı evrede ortaya
çıkmıştır?
a. 1. Evre
b. 2. Evre
c. 3. Evre
d. 4. Evre
e. 5. Evre

Aşağıdakilerden hangisi örgüt kuramının
gelişiminde 1. Evrede etkili olan sosyoloji kökenli
kuramcılardan birisidir?
a. Taylor
b. Fayol
c. Barnard
d. Mayo
e. Selznick

Aşağıdakilerden hangisi yapısalcı ve işlevselci
sosyolojiye yakın kavramlardan biridir?
a. Yorumsamacılık
b. İradecilik
c. Belirlenimcilik
d. Yapılanma
e. Etkileşimcilik

Gerçekçilik ve nominalizm aşağıdakilerden
hangisiyle daha çok ilişkili kavramlardır?
a. Ontoloji
b. Epistemoloji
c. Sosyoloji
d. Psikoloji
e. Antropololoji

Aşağıdakilerden hangisi bir yönetim modası
değildir?
a. Toplam kalite yönetimi
b. Öğrenen örgütler
c. Yalın üretim
d. Örgütsel davranış
e. Örgüt kültürü

Aşağıdakilerden hangisi örgütler-arası düzeye
odaklanan bir örgüt kuramıdır?
a. İktisadi kuramlar
b. Kaynak bağımlılık
c. Örgütsel ekoloji
d. Yeni kurumsal kuram
e. Postmodern örgüt kuramı

Aşağıdakilerden hangisi yönetimci yönü en
zayıf olan örgüt kuramıdır?
a. İktisadi kuramlar
b. Kaynak bağımlılık
c. Koşul bağımlılık
d. Postmodern örgüt kuramı
e. Yeni kurumsal kuram

Happy
Happy
0
Sad
Sad
0
Excited
Excited
0
Sleepy
Sleepy
0
Angry
Angry
0
Surprise
Surprise
0

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir Cevap Yazın