Ünite 1 Dilin Doğuşu
Otto Jespersen’e göre ilk insanların birbirlerinin dikkatini çekmek için, kendilerini eğlendirmek için çıkardıkları seslerden dili keşfetmişlerdir. Ama bu fikrin kanıtı yoktur. Konuşma dilinin yazı dilinden önce bulunduğunu biliyoruz. İnsan yaşamında yarım milyon yıl geriye gidersek atalarımızın konuşma yetisiyle ilgili kanıtlar bulamayız. İlk zamanlardan ses ve dil ile ilgili bize bilgi verebilecek kanıtlar yoktur. Bu kanıtların olmamasından dolayı dilin doğuşu sadece fikirlerle açıklanabilir.
Kutsal Kaynak (The divine source) :
Bir fikre göre; Tanrı, Adem’i yarattı ve yaşayan her yaratığı Adem’in seslendirdiği gibi isimlendirdi. Bir Hindu inanışına göre; diller evrenin yaratanı Brahma’nın eşi Sarasvati tarafından yaratıldı. Çoğu dinde,
insanlara dilin var oluşunu açıklayan ilahi bir kaynak vardır. Bu konuda deneyler yapılmıştır. İlk akla gelen eğer insanlar tanrı vergisi dili kullanıyorlarsa, yeni doğan çocuklar belli bir yaşa kadar hiç dilsel ses duymazlarsa o dili kullanmaları gerektiğidir.
Psammetichus adında Mısır’lı bir firavun 2 yeni doğmuş yavru üzerinde araştırma yapar. Keçilerin ve sessiz bir çobanın yanında iki yıldan sonra çocuklar mısır dilini değilde Frikya dilinde ekmek anlamındaki “bekos” kelimesini kullanmaya başlarlar. Çocuklar bu kelimeyi keçilerden be-kos halinde aldıkları kabul edilir.
İskoçya’nın 4.James’e böyle bir deneyiminde çocukların İbranice konuşmaya başladıkları iletilir. Diğer hiçbir ilahi güç ile ilgili deney bu fikri kuvvetlendirmez.
Bir rivayete göre Tanrı bütün dilleri Babil şehrinde karıştırıp dünyaya yaymıştır. Ama diller bir ilahi güçten yayıldıysa, onları yenileme gereği duymazdık.
Doğal Ses Kaynağı (The Natural Sound Source) :
Bu fikre göre, ilk kelimeler doğal seslerin taklitleri olabilir. Örneğin; “cawcaw” şeklinde ses çıkardığından ingilizce karga “caw” demektir. Guguk kuşu sesinden dolayı ingilizce “cuckoo” olarak isimlendirilmiştir.
Bütün dillerde bu teoriyi destekleyen çeşitli kelimeler bulunur. İngilizcede “splash-su sıçratma”, bang/boom/gürültülü ses” gibi…Dilin doğuşu hakkındaki bu teoriye “bow-wow (köpek havlaması)” teorisi denir. Bazı dillerdeki kelimelerin “seslerin yansımasıyla (onomatopoeic)” ile açıklamak mümkündür ama bu şekilde sessiz, soyut varlıkların kelimelerini açıklamak mümkün değildir. Ayrıca bir dil sadece varlıkları isimlendirmekle oluşmaz.
Başka bir fikre göre, dilin doğuşu insanların çıkardığı doğal-duygusal seslerden geliyor olabilir. “Ouch, Ah!, Hey!, Wow!, Yuck!…gibi. Bu sesler genelde sıradan konuşmaya zıt olarak ani nefes alıp verme sonucu oluşan seslerdir. Anlamlı kelimeler ise böyle seslendirmeler içermez.
Bir diğer fikir “yo-heave-ho” olarak adlandırılan teoridir. Bir insanın sesi fiziksel çabasıyla birleşerek dili doğurmuş olabilir, özellikle bu düşünce bir çok insan tarafından aynı anda kullanılırsa daha da mantık kazanır. Yani bir grup insan günlük hayatlarında doğal olarak kullanacakları homurtu, inilti, bağrışlar sonucu dile bir başlangıç kazandırmış olabilirler. Bu fikre göre insan dili sosyal bir içerik olarak gelişmiştir. Ama maymunların da sosyal çağrıları ve homurtuları olmasına rağmen konuşma yetenekleri yoktur. Bu fikirde tam anlamıyla seslerin kökenlerini açıklayamamaktadır.
Ağız Hareketleri Kaynağı (The Oral Gesture Source) :
Bu fikre göre fiziksel hareketlerle ağız hareketlerinin çıkardığı seslerin bağlantısı vardır. Tüm vücut hareketleriyle olsa bile bütün duygusal durumlar ve niyetler açıklanamayacağından ağız kullanılarak dil geliştirilmiş olabilir.
Önce iletişim için vücut hareketleri kullanılmış, sonra ağız, dudak, gırtlak hareketleriyle çeşitlendirilme sağlanmış olabilir. Bu düşünceye Sir Richard Paget “a specialized pantomime of the tonque and lips” adını vermiştir.
Mimik ve diğer hareketleri iletişim maksadıyla kullanabiliriz. Ama bu fikir mimik ve diğer hareketlerden seslendirmeye geçişi açıklamaz. Ayrıca bütün bu ağız ve vücut hareketleri bütün dilsel mesajları asla karşılamaz.
Genetik Dilbilim (Glossogenetics) :
Diğerlerinden biraz farklı bir görüştür. Daha çok insan dilinin düzenleme ve gelişmesinin biyolojik temelini baz alır. Diğer hayvanlarda olmayan insan simasındaki fiziksel yoğunlaşma başlangıç olabilir. İnsan kafatası en eskileri bugünün gorillerine benzemesine rağmen zamanla konuma yetisini olanaklı kılan şekle gelmiştir.
Fiziksel Uygunluk (Physiological Adaptation) :
İnsan dişleri, maymunlarda olduğu gibi öne meyilli değil, düzdür. Yüksekliği konuşmayı kolaylaştıracak şekildedir. Bunlar “f, v, th” seslerini kolaylaştırır. Ayrıca insan dudakları diğer hayvanlarda bulunmayan esnek ve karmaşık kaslardan oluşur, “p, b, w” sesleri böylece kolaylaşır. İnsan ağzı ufaktır, hızlıca açılıp kapanabilir ve dil hareketleri seslerin çeşitliliğini karşılamak için uygundur.
İnsan gırtlağı (diğer adı ses tellerini içeren müzik kutusu) pozisyonuyla maymunlarınkinden farklıdır. İnsanın fiziksel gelişimi sırasında insanın duruşu giderek başı öne, gırtlağı aşağıya itmiştir. Gırtlakta oluşan sesleri yankılayan yutağı oluşturmuştur. Bu nedenle insanlar yemek yerken nefesleri kesilir.
İnsan beyini gelişmiştir ve iki yarım küresi farklı görevleri üstlenmiştir. Dil sol yarı küreden kontrol edilir. Alet kullanma kontrolü de buradan sağlanır. Bu ikisi geliştikçe insan beyni de gelişmiştir. Böylelikle el işi geliştikçe dile yatkınlık başlamış olabilir. Bir ses çıkarmak için iki taş (ses) gerektiği gibi… İnsanlar isimlendirme yeteneklerini geliştirdikten sonra biraya “beer” adını koymuşlardır. Aynı şekilde başka bir şekilde “good” ismini geliştirmişlerdir ve insan beyni bu iki kelimeyi birleştirecek olgunluğa birkaç bin yıl da ulaşmıştır.
Etki-Tesir ve İnsanlar arası İlişkiler (Interactions and Transactions) :
İnsanların doğal sesleri gelişimleri sırasında birleştirdikleri açıktır. Aynı şekilde acı, zorluk, korkma gibi duygular ve örnek olan vücut hareketleri ile dili geliştirmeleri kolaylaşmıştır. Dilin bu birinci ana fonksiyonuna Etki-tesir (Interactions) adı verilir. İnsanlar birbirleriyle sosyal ve duygusal bağlar kurarken dile böylece ihtiyaç duymuşlardır.
Dilin diğer fonksiyonu bireyler arası ilişkilerdeki vazifesidir (Transaction). Bundan kasıt insanların yeteneklerini, bilgilerini paylaşmasıdır. Bu ilişkiler nesilden nesile gelişmiştir. Interaction ve Transaction dilin iki ana fonksiyonudur
ÜNİTE 2. YAZININ GELİŞİMİ
Bugün dünyadaki çoğu dil sadece konuşma formundadır. Yazıları icat edilememiştir. Mağara resimleri 20.000 yıl önceden, kil işaretler 10.000 yıl önceden olabilmektedir ama alfabetik düzendeki yazının başlangıcı 3.000 yıl öncesidir.
İlkyazılar için taşlar ve kaya tabletler kullanıldığı için günümüze kadar kalabilmişlerdir.
Resimyazı (Pictograms) ve İşaretyazı (Ideograms):
Mağara resimleri özel bir dilsel mesaj içermez. Sanatın bir kolu olarak görülebilir sadece. Eğer bir resmin standart bir anlamı varsa buna “Pictogram” denir. Burada ana nokta bu resim herkes için aynı anlamı taşımalı ve çizimler birbirine benzemelidir. Bir resim yazının zamanla daha basit bir sembol haline dönüşmesiyle yorumları artarsa buna “Ideogram” denir. Mesela güneş (pictogram) çizimi sadeleşerek “güneş”, “ısı”, “gün ışığı” şeklinde yorumlanabilir. Daha çok resmi andıran çizimler Pictogram, daha soyut, şekilsel çizimler Ideogram’ dır. Bir anahtar şekli altında yazıyla açıklaması olmadığı zaman her ikisi de sayılabilir.
Modern resimyazıların dili bağımsızdır. Yazı bu şekillerin zamanla değişimiyle oluşmuş olabilir. Sembol zamanla değişerek harf halini almıştır.
Bir kelime ifade eden işaretler (Logograms):
Bugünkü Irak’ın güneyinde 5000 yıl önce yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı kullananlardır. Sembollerindeki keskin kenarlardan yazılarına “çivi yazısı (cuneiform)” adı verilmiştir. Çivi yazısı şekilleri tam olarak hangi soyut veya somut varlığı ima ettiği hakkında ipucu vermez, yani bu yönüyle “pictogram” ve ideogram”lardan farklılardır ve modern yazıya daha yakındırlar. Bu nedenle ilk yazı sistemi Sümerler tarafından kullanılmıştır.
Çin’de logogram diliyle hala modern bir yazı dili vardır. Birçok Çin yazı sembolleri yada karakterleri konuşma dilinin seslerini değil de kelime anlamlarını temsil etmektedir. Bunun bir avantajı 2 farklı lehçede Çinli konuşarak anlaşamaz ama yazı dilinde anlaşabilir. Çin yazısı 3000 yıllık geçmişiyle daha birçok avantaja sahiptir. Ana dezavantajı ise bu yazı sembollerinin 2000 karakterden fazla olmasıdır.
Rebus yazısı (Rebus Writing):
Bu yazı türünde bir varlığın sembolü o varlığın konuşmadaki sesinin sembolü olarak alınır. O sembol aynı sese sahip bütün kelimelerde kullanılır. Hecelerin yazıdaki değerleri alfabe ile değil semboller ile karşılanır.
Heceli (Syllabic) Yazı:
Heceli yazı bugün kullanılmamaktadır. Ama modern Japonca bu dil kullanılarak yazılabilir. 19.yüzyılda Sequoyah adında bir Kızılderili, Cherokee Kızılderilileri için konuşma dillerini yazıya dökmek için bu dili hazırlamıştır. Bu dilin şekilleri konuşma dilindeki heceleri ima eder ama yazıda sesli ve sessiz harflerin birleşimi söz konusu değildir. Mısır ve Sümer yazı sistemlerinin, konuşma dilindeki hecelemeyi karşılayacak “logographic” sembollerden oluştuğu bilinir. Ama hecesel yazı 3000 yıl önce ilk kez Fenike (bugünkü Lübnan) dilinde karşımıza çıkar. Kullandıkları birçok sembolü de Mısırlılardan almışlardır.
Alfabe Yazısı (Alphabet):
Alfabetik yazıda her harf basit bir sesi gösterir. Arapça ve İbrani’ce gibi Sami dillerinin kökü buna dayanır. Bu dillerin alfabeleri modern halleriyle bile büyük bir çoğunlukla sessiz harflerden oluşmaktadır. Fenike yazısından gelen bu ilk alfabe türü dünyada bulunan bütün alfabelerin genel kaynağıdır. Yunanistan’dan batıya ve Hindistan’dan doğuya değişerek yayılmıştır.
Yunanlılar aldıkları alfabeye sesli harf sembollerini eklemişlerdir. A(alfa), b(beta) şeklinde yeni bir alfabe düzenlemişlerdir. Modern alfabenin yaratıcıları hecesel yazı sistemini Fenike’lilerden alarak yeni bir sistem oluşturan Yunanlılardır. Yunanlılardan alfabe Roma üzerinden Avrupa’ya geçer. Slav dillerinin konuşulduğu Doğu Avrupa’da yine değişen bu alfabeye İslav (cyrillic) alfabesi adı verilir. Rusların bugün kullandıkları alfabenin kökü buraya dayanır. Modern Avrupa Alfabesi sırasıyla Mısır, Fenike, Yunan ve Roma halinde gelişimini sürdürmüştür.
Yazılı İngilizce (Written Form of English):
Eğer alfabe basit bir ses ve sembolün benzemesiyse İngilizce’de yazılı ve sözlü dildeki farkın nedeni nedir?
Bu sorunun cevabı İngilizce yazısının tarihsel etkileşimlerinde aramalıyız. Yazılı İngilizce’nin telaffuzu 15.yüzyıl İngiltere’sinde tanıtılır. Yazı dilinde kelimeleri temsil eden bazı düzenlemeler alınırken Fransızca ve Latin dillerinden çıkarıldı. Dahası bu yeni dili ilk yayanlar İngilizce telaffuzu tam başaramayan Alman konuşmacılardı. Diğer bir gerçek 15.yüzyıldan beri İngilizce’nin konuşma dili önemli değişikliklere uğradı. Bu gerçeğe ek olarak eski yazılı İngilizce’deki birçok kelime 16.yüzyıldaki telaffuz reformları sonucu yeniden düzenlendi. Bütün bu nedenlerden dolayı yazılı İngilizce ile konuşma dilinin İngilizce’si farklılaştı.
ÜNİTE 3. DİLİN ÖZELLİKLERİ
İnsanlar gibi birçok hayvan türü de konuşamasalar da aralarında iletişim kurabilirler. Bu bölümde insan dilini diğer iletişim sistemlerinden ayıran özelliklere değineceğiz.
Konuşma ile ilgili ve bilgi verici (communicative versus informative):
Bu özellikleri anlatmadan önce istemeden bilgi verici olabilecek konuşma, ses sinyalleri nelerdir öğrenelim. Sizi dinleyen bir kişi istemeden yollayacağınız sinyallerle bilgilenebilir. (hapşırma, rahatsızlık, düzensizlik, lehçe ve başka bir kültür…vs.) Ama birinsana isteyerek bir şey söylediğinizde, onunla bilinçli olarak haberleşmiş, bilgiyi paylaşmış olursunuz.
Benzer şekilde, karakuş ; siyah tüyleriyle, beslenerek veya bir dalda tünemiş iken iletişim kuruyor olamaz ama bir kedi gördüğünde yüksek seste ötüşüyle aynı türden diğer kuşları uyarabilir. Yani insan dili ve hayvanların iletişimi, isteğe bağlıkontrol edilebilir iletişim olarak paraleldir.
Dilin Eşsiz Özellikleri:
Dilin 6 ana özelliği diğer iletişim sistemlerinde yoktur.
1- Yeniden Çıkarma (Displacement):
Hayvanlar iletişimlerinde geçmişten ve gelecekten bahsedemez, sadece o anın duyularını aktarabilirler. İnsanların dili bu açıdan diğerlerinden üstündür.
Ama arıların iletişiminde bir arı, yiyecek kaynağını bulduktan sonra yuvasına dönüp diğer arıları o kaynağa getirebilmektedir. Kuyruklarındaki bir tür titreşimle diğer arılara yiyeceğin uzaklığını yerini anlatabilirler. Bu özellik onlara “displacement” benzeri bir özellik kazandırmıştır. Bu iletişimleri sınırlıdır, arı diğerlerini yeni bir kaynağa götürebilir…
İnsanlarda ise “displacement” özelliği çok geniş olduğundan yer ve zaman gibi birçok konuda geçmişin ve geleceğin planını yapabilir, verisini aktarabilir. Varlığını görmediğimiz yer ve nesnelerden bile konuşabiliriz. Efsanevi yaratıklardan, perilerden, cinlerden, Noel Baba ve Superman gibi hayal kahramanlarından söz edebiliriz. Diğer yaratıklarda olmayan gelecek planlarını ve kurgu çalışmalarını yapmamızı sağlayan insan dilinin “displacement” özelliğidir.
2- Anlam ve simgesel yazılışının birbirinden bağımsız oluşu (arbitrariness):
Bir kelimenin yazılış şekli ile anlamı arasında bağlantı yoktur. Dilsel imzası kendince kullanıldığı varlık ile bağlantılıdır. Yani kelime yazılışı ile ifade ettiği mana arasında simgesel bir bağ yoktur. Böyle bir bağ olsaydı “small” kelimesini küçük, “tall” kelimesinin “ll” harflerini uzun yazarak anlamını ifade ederdik.
Ama yazılı dilde “crash, cuckoo, whirr” gibi “echo” sesler bulunabilmektedir. Böyle tabii sesleri yansılayan kelimeler olmakta birlikte dildeki çoğu kelimenin anlam ve simgesel yazılışı birbirinden bağımsızdır.
Hayvanların iletişiminde ise aktarmak istedikleri mesaj ile bunu ifade eden sinyal paralellik gösterir. Bunun nedeni iletişim sinyalleri sınırlıdır. Hareket ve sesle iletişim kurarlar. Özel durum ve zamanlarda bu sinyalleri kullanırlar. Örneğin çiftleşme zamanı hayvanların özel hareket ve sesleri olur. Buda anlam ve sinyali paralel yapar. İnsanlar için bunun özel bir zamanı yoktur…
3- Verimlilik (productivity):
Bir çocuk öğrendiklerinden hiç duymadığı ifadeler üretebilir ve bunları düzenleyebilir. İnsanlık için yeni durumlar veya varlıklar keşfedildiğinde dil-bilimciler kaynaklarından bu varlığa uygun ad düşünebilirler. Buna “productivity, creativity veya openendedness” adı verilir. Bu üretkenliğin sınırı yoktur.
Hayvanların iletişiminde, haberleşmeleri için yenilikler söz konusu değildir. Ağustosböceklerinin 4 sinyali, maymunların 36 çeşit çağrıları vardır ama bunlara yenilerini eklemeleri mümkün değildir. Bir deneyde, bir radyo direğinin tepesine yiyecek, en alt kısmına arı yuvası konur. Birkaç arı yiyeceğe ulaştırılır ve diğer arıları çağırmaları için serbest bırakılır, arılar bütün yönlerde direği dolaşırlar ama yiyeceği bulamazlar, çünkü bu arılar için yeni bir durumdur ve bu durumun çağrısı yoktur. Deneyi yapan Karl Von Frisch bu durumu şu sözüyle açıklar : “Arıların kendi dillerinde “yukarıda” anlamında kelime yok” ve yaratamazlar da… Arılardaki bu duruma “sabit işaret (fixed reference)” denir.
4- Kültür Aktarımı (cultural transmission):
Dil, aileden göz rengi gibi miras alınamaz. Dili, yaşadığımız kültürden öğreniriz. Koreli bir bebek, Amerikan bir ailede büyürse İngilizce konuşacaktır. Ama bir kedi yavrusu nerede büyürse büyüsün “meow” sesi çıkaracaktır. Dil bir nesilden diğerine geçen kültür aktarımlarından birisidir. Bir bebek dili öğrenmeye eğilimli olarak dünyaya gelir ama İngilizce gibi belirli bir dil bilerek doğmaz. Hayvanlarda ise bu durum tam tersine içgüdüseldir.
Bazı kuşlar doğru sesi öğrenerek ötebilir. İnsanlar yalnız bir ortamda büyüseler bile içgüdüsel dil geliştiremezler ama kuşlar bunu kolaylıkla başarabilir.
5- Ayrılmışlık (discreteness):
Bir dilde kullanılan bütün sesler farklıdır. Örneğin “back” ile “pack” kelimeleri arasındaki anlam farklılıklarını yaratan “p” ve “b” arasındaki ses farklılığıdır. Buna dilin “discreteness” özelliği denir.
6- İkilik (duality):
Dil bir aradaki iki tabakada düzenlenmiştir. Yani “n”, “b”, “i” gibi yalnız seslerin anlamları olmamalarına rağmen bu seslerin birleşmelerinden “bin” ve nib” gibi anlamlı kelimeler oluşturmaya “duality” özelliği denir. Böylelikle dilin az sayıda ses kullanılarak çok sayıda anlam üretme özelliği vardır.
Diğer Özellikler:
Vocal-auditory channel (ses dinleme yolu):
İnsanlarda iletişim ses organlarıyla oluşturulur ve kulaklarla algılanır. Ama iletişim sadece se ile değil sağır dilsiz alfabeleriyle ve yazı ile de sağlanabilir. Yunus gibi hayvanlarda ses kanallarını iletişimde kullandığından bu özellik insanların olarak sınırlandırılamaz.
Reciprocity (karşılıklı münasebet):
Konuşmacı aynı anda dinleyici de olabilir.
Specialization (uzmanlık):
Dilsel sinyallerin yeme, nefes alma gibi iletişim dışında amaçları yoktur. Yunus gibi bazı hayvanlarda da bu özellik vardır.
Non-directionality:
Dilsel sinyaller görme duyusu kullanılmadan sadece duyma yoluyla da algılanabilir.
Rapid Fade:
Dilsel sinyaller çabuk yaratılıp kaybolur
ÜNİTE 4. DİLİN SESLERİ
İngilizce‟de okunuş ile yazılış arasında sesler arasında farklar vardır. Yazıya göre telaffuzda hatalar olacağından „phonetic alphabet‟ geliştirilmiştir.
Phonetics (fonotik) : Fonotik, telaffuzdaki sembol ve çalışmalarının genel adıdır.
Articulatory Phonetics: Bize bir kelimenin telaffuzunun nasıl yapılacağını gösteren çalışmadır.
Acoustic Phonetics: Konuşmanın fiziksel özellikleridir, havadaki ses dalgaları gibi.
Auditory Phonetics : Algı, işitme ile ilgilidir.
Forensic Phonetics : Kanunsal olaylarda konuşanın hüviyeti ve telaffuz kayıtları üzerinde incelemçalışmalarıdır.
Articulation : Voiced and Voiceless (sesli ve sessiz telaffuz) : Konuşmak için ciğerlerden gelen hava nefes borusuyla dışarı itilir. Gırtlakta sesler ikiye ayrılır:
Ses telleri titremeye başladığında, ciğerlerden gelen hava aralarından engellenmeden geçer (unimpeded). Buna “sessiz telaffuz denir”. Ciğerden gelen hava ses tellerini aralıklarla tekrarlayan bir şekilde titretir. Buna “sesli telaffuz denir”.
Voiced : “Z, V” gibi harfler telaffuz edilirken titreme olur ve bunlar seslidir.
Voiceless : “S, F” gibi harfler telaffuz edilirken titreme olmadığından bunlar sessizdir.
Bunu anlamak için iki kulağımızı kapatıp deneyebiliriz.
CONSONANTS (sessiz harfler) :
Place of Articulation (telaffuzun yeri) :
Ciğerlerimizden gelen hava yukarı çıkar ve ağız veya burun yoluyla dışarı çıkar. Çoğu sessiz harf (consonant), dil (tongue) ve ağzın diğer bölümleri kullanılarak oluşturulur. Sesler birbirinden bu kısımda ayrılır.
Bilabials: alt ve üst dudağın birbirine dokunmasıyla çıkan seslerdir : “p, b, m, w”.
Labiodentals: Üst dişlerin alt dudağa dokunmasıyla çıkan seslerdir : “f, v”.
Dentals: Dilin önden üst dişlere dokunmasıyla çıkan seslerdir. : “theta ( ) e.g. three, teeth; eth ( ) e.g. the, there, thus”.
Alveolars: Dilin, üst dişlerin arkasına dokunmasıyla oluşan seslerdir. : “t, d, s, z, n, l, r,”.
Alveo-palatals: Dilin damağa dokunmasıyla oluşan seslerdir. : “( ) e.g. shoe-brush; ( ) e.g. church; ( ) e.g. pleasure; ( ) e.g. gem, joke; y e.g you”. > harflerin üzerindeki virgüle “wedge” denir.
Velars : Dilin damağın biraz arkasına dokunmasıyla oluşan seslerdir. “k e.g kill, car; g e.g go, gun; angma ( ) e.g. sing, tongue”.
Glottals : Dil kullanılmadan çıkarılan tek sestir. : “h e.g. house, whose”.
Manner of Articulation (Telaffuzun Amacı):
Stops: Duraklı, devamsız sesler : “p, b, t, d, k, g e.g. bed, ten”.
Fricatives: duraksız, sürekli sesler : “f, v, s, z, e.g. fish, those”.
Affricates: Nefesin kısa aralıklarla gelmesiyle sürtünmeyle oluşan seslerdir : e.g. jeep, cheap”
Nasals: Genizden gelen havanın çıkardığı seslerdir. “m, n, ( ), e.g. morning, name.
Approximants: Sesin telaffuzu bir sonra gelen sesli harf tarafından etkilenir. : w, y, l, r, h”.
The Glottal and The Flap :
Glottal Stop (gırtlakta ses duraksaması ) : sembolü ( ), ses telleri arasındaki boşluk tamamen kapanıp kısa bir süre sonra serbest bırakıldığında oluşan duraksamadır. Oh! Oh! dediğimizde ilk oh! ile ikinci arasında böyle bir durak vardır. “botter” ve bottle” kelimelerinin ortalarında da durak vardır. Daha çok Cockney (Londra), New York ve İskoçlar tarafından kullanılır.
Amerikalılar “butter” kelimesini “budder” şeklinde okurlar. Bu telaffuzda olan ise “flap”tır. Sembolleri (D) ve ( ). Bir derste “plato”nun önemini anlatan öğrenci telaffuzu “play-dough” şeklinde yaptığında da flap‟a örnek olmuştur.
VOWELS (sesli harfler):
Havanın dudak veya dil gibi organlarla kesilmeden dışarı verilmesiyle oluşan seslerdir. “heat ve hit” derken dilin ön kısmını kullandığımızdan buna “high, front sesler” denir. “hot ve hat” derken ise dil daha alçak ve geri mesafededir bu nedenle buna “low, back sesler” denir.
Eegitimim sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.