GÜVENLİ OKUL NEDİR?
❖ İnsanların korkusuzca ve emniyet içinde yaşama durumu olarak tanımlanabilecek olan
güvenlik olgusu yaşamımızı sağlıklı bir biçimde devam ettirebilmemiz gereklidir. Huzurlu,
mutlu, uyum içinde ve hayata değer katan bir birey olarak var olabilmek için güven içinde
olmamız şarttır.
❖ Maslow, insanın temel ihtiyaçlar hiyerarşisinin ikinci basamağını güvenlik olarak belirlemiştir.
Bu kurama göre, insanın kendisini gerçekleştirebilmesi için beden, iş, kaynak, sağlık,
mülkiyet vb. konularda güven içinde olması gerekmektedir.
❖ Sağlıklı nesiller inşa edebilmek için dikkat edilmesi gereken hususların başında okul
güvenliği gelmektedir. Güvenin olmadığı ve korkunun hâkim olduğu okullarda nitelikli
öğrenmeden söz edilemez. Güvensiz okul ortamları öğrenmeye odaklanamama ve
öğrencilerde motivasyon düşüklüğüne neden olmaktadır.
❖ Güvenli okul ortamının inşasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise okulun
paydaşlarının özellikle öğretmen ve diğer çalışanların kendilerini emniyette hissetmeleridir.
❖ İlgili literatür incelendiği zaman güvenli okul kavramının farklı yönlerine işaret eden
tanımlamaların yapıldığı ve bunların güvenli okulun farklı boyutlarıyla ilgili olduğu
görülmektedir.
❖ Dönmez okulun temel unsurları olan öğrenci, öğretmen ve diğer personelin kendilerini
fiziksel, psikolojik ve duygusal açıdan özgür ve güvenli hissettikleri okulları güvenli olarak
tarif etmektedir.
❖ Diğer bir tanım ise öğrencilerin başkalarına duydukları saygı ve okula olumlu bağlılık
hissetmeleri üzerinde durmaktadır.
❖ Kavramın farklı bir boyutuna dikkat çeken Çelik ise güvenli okulu “… öğrencilerin güvenli bir
eğitim ortamında sosyal becerilerini sergiledikleri, öfkelerini kontrol edebildikleri, sorunlarına
çözüm bulabildikleri ve herkesin birbirine saygılı davrandığı bir ortam …” şeklinde ifade
etmektedir.
❖ Daha genel bir tanımda Dönmez ve Özer, okul güvenliğini şöyle tanımlamaktadır:
“Öğrenci ve okul personelinin okul içinden ya da çevreden kaynaklanan suç, şiddet,
saldırganlık, zorbalık, hırsızlık, vandalizm, alkol, sigara ve uyuşturucu madde kullanımı,
cinsel ve ırksal taciz gibi istenmeyen davranışlara karşı korunmaları ve okulda bir kriz ortamı
yaratabilecek olağanüstü hâllerde … can güvenliklerinin en üst düzeyde sağlanmasıdır.’
Bu konuların yanında terörist saldırılar, kimyasal ve nükleer sızıntılar, trafik ve savaş
durumları da okul güvenliğini bozan unsurlar olarak değerlendirilmektedir.
❖ Yukarıdaki tanımlar incelendiği zaman bu tanımların bazı ortak yönlerinin ön plana çıktığı
görülür.
❖ Bu çerçevede güvenli okulların öğrenci, öğretmen, çalışan vb. paydaşlar açısından fiziksel,
sosyal, psikolojik ve çevresel tehditlerden uzak mekânlar olduğu ön plana çıkmaktadır.
Güvenli okulların inşası için eğitimcilerin güvenli okulların özelliklerini bilmesi gerekmektedir.
Güvenli okulların bazı özellikleri şöyle sıralanabilir:
Etkili Okul Yöneticiliği ve Liderliği: Güvenli okulların inşası için okul idaresinin ve
öğretmenlerinin etkili liderlik sergilemeleri gerekmektedir.
Okulu Oluşturan Mekânların Kontrolü: Okulların güvenli olabilmesi için okulun bütün
mekânlarına hâkim olunması gerekmektedir.
Güven Hissi: Güven hissi güvenli okulun en temel göstergelerinden biridir. Okullarda
sağlıklı öğrenmelerin meydana gelebilmesi için öğrenciler sınıf içindeki ve dışındaki bütün
süreçlerde güven içinde olmalıdırlar.
Saygı: Güvenli okulların temel göstergelerinden biri de okullardaki karşılıklı saygı
kültürüdür.
Samimiyet: Okulun paydaşları arasındaki samimiyet, okul güvenliğinin temel
göstergelerinden biridir.
Fiziksel Zarar, Gözdağı, Zorbalık ve Tacizin Bulunmaması: Güvenli okullar fiziksel
zarar, gözdağı, zorbalık ve tacizin bulunmadığı yerlerdir. Okullarda bu tür problemlerin
olmaması için gerekli önlemler alınmalıdır.
Alay, Nefret Dili ve Sosyal Dışlanmadan Uzak Olma: Alay, nefret dili ve sosyal
dışlanma okulların güvensiz hâle gelmesindeki sebepler arasındadır.
Çatışma Riskinden Uzak Olma: Terör ve çatışma ortamı 21. yüzyılda insanlığın
karşılaştığı problemler arasında yer almaktadır.
Doğal Afetlerden Uzak Olma: Güvenli okul iklimini olumsuz yönde etkiyen diğer bir risk
de doğal afetlerdir.
Sorumluluk Duygusunu Geliştirme: Okul müdürü, öğretmen, öğrenci, çalışan ve diğer
paydaşların güvenli okul için sorumluluk almaları gerekmektedir.
İhtiyacı Olan Öğrencilerin İhtiyaçlarını Giderme: Aileleri tarafından temel ihtiyaçları
karşılanamayan öğrencilerin bulunduğu bir eğitim kurumunda güvenli okul ikliminin tesis
edilebilmesi zordur.
Eşit Muamele: Öğrencilere eşit muamele edilmemesi, güvenli okul iklimini zedeleyen
diğer bir problemdir.
Akademik Başarıya Odaklanma: Akademik başarısı yüksek olan okullarda güvenli okul
iklimini tehdit eden problemler daha az yaşanmaktadır.
Veliler ve Toplumla İyi İlişkiler İçinde Olma: Güvenli okulun göstergelerinden biri de
okulun yönetim kadrosunun ve öğretmenlerinin veliler ve toplumla iyi ilişkiler kurmasıdır.
İfade Özgürlüğünü Destekleme: Güvenli okulların bir özelliği de öğrencilerin kendilerini
rahatça ifade edebilmeleridir. Özgür düşünebilen ve fikirlerini beyan eden öğrencilerin
akademik başarılarının daha yüksek olduğu bilinmektedir.
Güvenlik Problemlerini Açıkça Tartışma: Güvenli okullarda okulun güvenlikle ilgili
problemleri okul paydaşlarıyla açıkça tartışılır ve çözümler üretilir.
İletişim: Sağlıklı öğrenmelerin meydana geldiği okulların temel göstergelerden biri okulu
oluşturan paydaşlar arasındaki açık ve kesintisiz iletişimdir.
Empati Kültürünü Geliştirme: Güvenli okulların bir diğer özelliği okuldaki empati
kültürüdür.
Güvenliği Tehdit Eden Davranışları Ödüllendirmeme ve Görmezlikten Gelmeme:
Okul iklimini tehdit edebilecek davranışların ortaya çıkması durumunda okul idaresi,
öğretmen ve çalışanlar uygunsuz davranışları görmezlikten gelmemelidir.
Kolluk Güçleriyle İş Birliği: Güvenli okul denilince sadece okul içinin güvenli olması
yeterli değildir. Okul çevresinin de güvenli olması gerekmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
3
Her Türlü Bağımlılıkla Mücadele: Madde, teknoloji, oyun ve internet vb. bağımlılık
türleri öğrencilerin kendilerine zarar verebilmelerinin yanında şiddet, zorbalık, vandalizm vb.
olumsuz davranışlar sergilemelerine neden olmaktadır.
Göçmen Çocukların Problemlerini Yönetebilme: Göçmen öğrencilere sahip okul
idareleri, öğretmenler ve diğer çalışanlar bu öğrencilerden kaynaklanan problemlerin nasıl
yönetilebileceği konusunda deneyim sahibi olmalıdırlar.
Krize Hazırlık ve Krize Müdahale Planlarına Sahip Olma: Okul idaresi, öğretmenler ve
diğer çalışanlar okul ortamında ortaya çıkabilecek her türlü kriz ve probleme karşı hazırlıklı
olmalı ve müdahale planları geliştirmelidirler. Bu çerçevede, olası kriz ve risklere karşı
zaman zaman tatbikatlar yapmakta fayda vardır.
Sonuç: Güvenli okul ortamı inşa etme ve bu ortamları sürdürülebilir hâle getirmek için okul
yöneticileri, öğretmenler, öğrenciler, veliler ve diğer paydaşların bu konuda bilgi sahibi
olmaları gerekmektedir.
Paydaşlar okul güvenliği politika ve kılavuzlarını belirlemede, planlama ve uygulamada
istekli ve tutarlı olmalı ve zaman zaman tatbikatlar yapmalıdırlar. Ayrıca, okul yöneticileri ve
diğer paydaşlara güvenli okulla ilgili eylem araştırmaları yapmaları önerilmektedir.
SİBER ZORBALIK VE SİBER MAĞDURİYET
Prof. Dr. Coşkun ARSLAN
❖ Bireyler, yaşamları boyunca hem olumlu hem de olumsuz duyguları yaşayabilmektedir. Bu
duyguların bazıları öfke gibi yıkıcı olabilen duygulardır.
❖ Öfke duygusu kontrol edilmediği takdirde, davranışsal olarak şiddete de dönüşebilmektedir.
Bireyler sözel, duygusal ve fiziki şiddet gibi farklı türden şiddet davranışları
gösterebilmektedir.
❖ Bu şiddet davranışları ne yazık ki diğer insanlara zarar verici davranışlar olarak ortaya
çıkmaktadır.
❖ Zorbalık da bu şiddet davranışlarından biridir. Zorbalık: Zorbalık, yaşça daha büyük ya da
fiziksel olarak güçlü olan çocukların kendilerinden daha güçsüz olan çocukları sürekli olarak
hırpalaması, eziyet etmesi ve rahatsız etmesidir.
❖ Öğrencilerin okulda gerçekleştirdikleri zorbalık davranışları bireysel özellikler, akran grubu,
okul ortamı, aile ve çevresel özellikler gibi birçok değişkenle ilgili olabilir.
Zorbalığın Ayırt Edici Özellikleri:
Zorbalık konusundaki araştırmalar ve tanımlar incelendiğinde aşağıda belirtilen ayırt edici
özelliklerden söz edilebilir:
❖ 1. Zorbalık bilinçli ve istençli olarak yapılan ve kurbana fiziksel, zihinsel, sosyal ya da
psikolojik olarak zarar verme amacı güden söz ve eylemlerdir?
❖ 2. Zorbalık bir kereye mahsus değildir. Çeşitli zaman aralıklarında tekrarlanıyor olması
gerekir.
❖ 3. Zorbalar eylemlerini bireysel veya grupla yapabilecekleri gibi, kurbanlar da bu
eylemlerden bireysel ya da grup olarak zarar görebilirler.
❖ 4. Zorbaca davranışa maruz kalan kurbanın kendini koruyamayacak ve savunamayacak
fiziksel veya zihinsel nitelikte olması gerekir.
❖ 5. Zorbaca davranışlar sergileyen bireylerin genellikle bu eylemler sonunda kendilerine
çıkar sağladıkları görülür.
❖ 6. Zorbalar, kurban veya kurbanlarının acı çekmesinden, küçük düşmesinden zevk alırlar.
SALİH ÖZ-MERSİN
4
❖ 7. Zorbalar ve kurbanlar ile sergilenen zorbaca davranışlar dikkate alınmalıdır.
Siber Zorbalık:
❖ Bilgi iletişim teknolojileri, özellikle internet, insanların her geçen gün artan bilgiye ulaşma,
saklama ve paylaşma gereksinimine yanıt vermesi özelliği ile yaşamın vazgeçilmez bir
parçası olmuştur.
❖ Teknoloji ve internetin günlük hayatlarımıza giderek entegre olması, olumlu özelliklerin
yanında daha önce karşılaşmadığımız birçok olumsuz kavramı da hayatımıza sokmuştur.
Bunlardan biri de internetin sosyal etkileşimlere açık olan yapısı ile ergenlere aynı zamanda
yetişkinleri de kısıtlı gözetimi ile ortaya çıkan siber zorbalıktır.
❖ Siber zorbalık günümüzde gittikçe özellikle çocuklar ve gençler arasında sıkça görülen ve
geleneksel zorbalık kavramından farklı olarak bireylerin mobil telefonlar ve internet
aracılığıyla bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak diğer bireylere rahatsızlık vermesi ve
taciz etmesi olarak tanımlanır.
❖ Diğer bir deyişle bireylerin internet ve elektronik medyayı kullanarak saldırgan davranışlarda
bulunmasıdır .
Geleneksel Zorbalık ve Siber zorbalık:
❖ Geleneksel zorbalıkta özellikle çocuklar diğerleri tarafından tanındığı ve bu da kaygıyı
artırdığından dolayı çocuklar genellikle siber zorbalığı tercih etmektedirler.
❖ Hatta bazen normal hayatında zorbalık davranışları göstermemiş olmasına rağmen
tanınamadığı ya da bulunamayacağını düşündüğü için sosyal medyada zorbalık
davranışlarına devam eden bireyler, gençler ya da çocuklarla da karşılaşabiliyoruz.
❖ Ayrıca genellikle geleneksel zorbalık yapan bireyler ve çocuklar siber zorbalığı da sıklıkla
tercih etmektedir.
❖ Çocukların siber zorbalığı geleneksel zorbalığa tercih etmesinin nedenlerinden biri de daha
fazla izleyiciye ulaşmasıdır. Ayrıca yazılı kelimelerin etkisi daha büyüktür.
❖ Sözel kelimeler daha çabuk unutulurken yazılı tacizlerin etkisi daha büyük olabilir ve bireyler
siber zorbalığı her zaman her yerde uygulayabilirler.
Siber Zorbalık Nedenleri:
❖ Siber zorbalığın nedenleri farklı araştırmacılar tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır.
Bunlardan en yaygın olanı Arıcak, tarafından ortaya konulan sebeplerdir.
❖ Bunlar genellikle intikam alma ya da cezalandırma arzusu, popüler olma arzusu, aile içinde
yaşanan sorunlar, düşük öz güven ya da gerçek dünyada elde edilemeyen başarıyı sanal
dünyada yakalama arzusu şeklindedir.
❖ Aynı zamanda siber zorbalık yaptığı maduriyet yaşattığı kişi ile ilgili olarak yaşamış olduğu
kıskançlıklar kişinin bu davranışı göstermesine neden olabiliyor.
Siber Mağduriyet:
❖ Günümüzde gittikçe daha fazla ergen ve çocuk siber zorbalığı maruz kalmaktadır. Siber
mağduriyetin tanımı incelendiğinde kişinin dijital teknolojiler aracılığıyla kendine zarar veren
saldırgan tutumlara maruz kalması ve bunun da kişide mağduriyet oluşturması durumudur.
❖ Siber mağduriyete maruz kalan ergen ve çocuklar birçok akademik, duygusal, ilişkisel ve
sosyal problemlerle karşılaşmakta ve artan stres onlarda depresyon, kaygı, intihar vb.
sonuçları tetiklemektedir.
❖ Ayrıca zorbalığa maruz kalan çocuklarda baş ve karın ağrısı, cilt problemleri gibi fiziksel
problemler de meydana gelmektedir. Siber mağduriyet ayrıca çocukların yeme
alışkanlıklarını etkileyebilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
5
Siber zorbalığın önlenmesi:
❖ Ülkemizde ve dünyada siber zorbalığı önlemeye yönelik çeşitli müdahale programları uzun
yıllardır uygulanmaktadır.
❖ Topcu-Uzer ve Tanrıkulu ülkemizde konu ile ilgili yapılan çalışmaları incelemişler ve bu
çalışmaların grup rehberliği şeklinde ve dijital teknolojilerin yer almadığı önleyici programlar
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Önleyici Programlar
❖ 1. Çocuklarınızın mutlaka şifre kullanmalarını ve bu şifreleri kimseyle paylaşmamalarını
sağlayın.
❖ 2. Çocuğunuzun sosyal medya hesaplarında gizlilik ayarlarını uygulayın.
❖ 3. Siber zorbalar karşıdan duygusal bir yanıt isterler. Çocuğunuza bu tür bir durumda asla
karşıdakine yanıt vermemesini söyleyin.
❖ 4.Siber zorbalık yapanları ilgili makamlara bildirin.
❖ 5. Çocuklarla rahat bir iletişim iklimi oluşturun.
❖ 6. Siber zorbalığın ne olduğunu onlara anlatın.
❖ 7. Çocukların çevrim içi aktivitelerini (oyun vb.) gözlemleyin.
❖ 8.Uygulamalar ve çevrim içi platformlar hakkında bilgi sahibi olun. Öğretmenlerin de bu
konuda özellikle ailelere ve çocuklara yönelik bilgilendirme yapmaları çok önemli. Tabii bu
konuda önceden kendilerinin de bilgi sahibi olması gerekli.
❖ 9. Öğrenci, öğretmen ve ailelere yönelik zorbalık ve siber zorbalık seminerleri düzenleyin.
❖ 10. Okul ve aile arasındaki iş birliği ve iletişimi artırın.
❖ 11. Zorbalığı ve siber zorbalığı önlemeye ve azaltmaya yönelik olarak öğrencilerin çatışma
çözme, problem çözme, iletişim becerileri, duygu düzenleme becerileri vb. özelliklerini artırıcı
etkinler ve grup çalışmaları, psikolojik danışmanlar/rehber öğretmenler tarafından yapılabilir.
BAĞIMLILIK VE TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI
Prof. Dr. Coşkun ARSLAN
Bağımlılık Nedir?
❖ Bağımlılık herhangi bir maddenin zarar veren sonuçlarına rağmen sürekli ve aşırı kullanımı
sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.
❖ Bağımlı bireyler, belirli bir maddeye karşı aşırı ve yoğun ilgi gösterirler ve kişinin yaşamı
boyunca sürebilir.
❖ Bu bireyler madde kullanımının birçok probleme yol açacağını bilmelerine rağmen o
maddeleri kullanmaya devam ederler.
❖ Bireyler zamanla maddeye karşı tolerans geliştirler ve bu maddeyi gittikçe daha çok
kullanmak isterler.
❖ Bu durumda da bırakma konusunda daha çok sıkıntı yaşadıkları gözlenir. Bağımlılığın
biyolojik, sosyal ve davranışsal boyutları vardır ve yeniden tekrar eden bir rahatsızlıktır.
Bağımlılığı fiziksel ve ruhsal bağımlılık olarak sınıflanabilir.
Fiziksel bağımlılık,
❖ maddenin varlığına karşı duyulan fizyolojik bir istektir.
❖ Madde alınmadığı zaman fizyolojik uyumun bozulmasına bağlı olarak fiziksel belirtiler çıkar.
Ve bu durum kişiyi ve çevresindeki insanları rahatsız edebilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
6
Ruhsal bağımlılık;
❖ kişinin duygusal ya da kişilik yapısı gereği, gereksinimlerini tatmin etme ya da giderme
amacıyla o maddeye düşkünlüğü biçiminde tanımlanabilir.
❖ Madde bırakıldığında ruhsal bazı şikâyetler görülür.
❖ DSM-V’ye (Psikolojik Tanı Kriterleri Kitabı) göre bağımlılık kavramının 3 temel özelliği vardır.
❖ Bunlar maddeye ulaşmak için engellenemez arzu ve istek, tolerans adı verilen kullanımın
giderek artması ve yoksunluktur.
❖ Bağımlılıkların ortak özelliklerinden biri de madde ya da davranışa yönelik davranışları
kontrol edememe ve olumsuz etkilerine rağmen maddeyi/davranışı kullanmaya devam
etmektir.
❖ Madde bağımlısı kişilerin hastaneler bünyesinde kurulan Alkol ve Uyuşturucu Madde
Bağımlıları Tedavi ve Araştırma Merkezlerinden (AMATEM) destek alması gerekir.
Teknoloji Bağımlılığı ve İnternet Bağımlılığı
❖ Teknoloji ve internetin bilinçli olmayan, kontrolsüz bir şekilde kullanımına bağlı olarak ortaya
çıkan, davranışsal bağımlılıklar; oyun oynama bozukluğu, kumar oynama bozukluğu sosyal
medyanın ve akıllı telefonun aşırı kullanımı gibi bağımlılık yapıcı alt davranışlarla kendini
gösteren bağımlılık türü teknoloji bağımlılığı olarak tanımlanır (https://www.yesilay.org.tr).
❖ Televizyon ► Telefon ► Tablet ► Bilgisayar oyunları ► Oyun konsolları ► İnternet ►
Sosyal medya
İnternet Bağımlılığı Kriterleri
❖ İnternet günümüzde bilgi alışverişi, sohbet, alışveriş gibi birçok amaçla kullanılmaktadır.
İnternetin bu kadar çok kullanımı beraberinde bazı psikolojik, davranışsal ve duygusal
problemleri de insan yaşamına getirmektedir.
❖ Bireyler, günlük hayatta kuramadıkları anlamlı ve kendilerini değerli hissettirecek ilişkileri
internet ortamında bulabilir, sosyal kaygı yaşadığı için insanlarla konuşmaktan çekinen bir
genç, internet sayesinde kendini ifade edebilir ve istediği kişi olabilir, bunun için de daha çok
tercih edildiğini görüyoruz.
❖ Çünkü sosyal hayatta yaşamış olduğu sosyal kaygıdan daha az bir kaygı ya da hiçbir kaygı
yaşamadan kişiler internet ya da teknoloji ortamında, sosyal medyada ilişkilerini
sürdürebilmektedir.
❖ Günlük hayatta değer görmeyen ve sürekli hor görülen bir çocuk internet ve oyunlar
sayesinde saygınlık ve güç ihtiyacını karşılayabilir.
İnternet Bağımlılığı Nedenleri
❖ İnternet bağımlılığının nedenlerine bakıldığında sosyalleşme gereksinimi önemli bir neden
olarak görülebilir.
❖ Kişilerin gerçek kimliklerini saklayarak kendilerini olduklarından farklı bir şekilde
göstermeleri, tanınmamanın verdiği rahatlıkla düşüncelerini açıkça paylaşabilmeleri, yüz
yüze iletişim yerine internet iletişimini daha kolay bulmaları sosyalleşme ihtiyacını
karşıladığından bireyler internete yönelmektedirler.
İnternet Bağımlılığı Belirtileri
❖ “İnternet bağımlılığının belirtileri neler?” diye baktığımız zaman, temelde, süreç açısından üç
temel belirtinin olduğunu görüyoruz:
SALİH ÖZ-MERSİN
7
Davranışsal belirtiler,
fiziksel ve zihinsel belirtiler ve sosyal belirtiler olmak üzere üç belirtimiz var.
❖ “Davranışlar belirtilerimiz neler?” diye baktığımız zaman şunlar var:
❖ İnternette geçen sürenin giderek artması,
❖ amaçlandığından daha uzun süreli internet kullanma,
❖ kullanımla ilgili yalan söyleme,
❖ internetle ilgili aşırı zihinsel uğraş,
❖ interneti diğer problemlerden kaçmak için kullanma,
❖ internet kullanımının sebep olduğu psikolojik, sosyal, fiziksel ve mesleki problemlere rağmen
kullanmada ısrar etme.
Fiziksel ve zihinsel belirtiler:
❖ İnternet kullanımının azalmasıyla birlikte anksiyete, internetle ilgili obsesif düşünceler ve
hayallerde artış, internet kullanımını kontrol etmek veya azaltmak için süregelen bir istek ve
arzunun olmaması; durgunluk, uykusuzluk, panik atak ve kızgınlık hâllerindeki artış; kan
basıncı ve kalp dolaşım sistemi bozuklukları, stres, konsantrasyon eksikliği; baş, mide ve
kas ağrıları ile görme zayıflıkları.
Sosyal belirtiler:
❖ Önemli sosyal, mesleki ve serbest zaman faaliyetlerinin internet kullanımı yüzünden
bırakılması, iş yerinde veya okulda azalan üretkenlikle birlikte yüksek gerilim ve rekabet
ortamı oluşması.
İnternet Bağımlılığının Sonuçları
❖ Bu tür rahatsızlığa sahip kişilerde bedensel, sosyal ve psikolojik sonuçlar ortaya çıktığı
görülebiliyor:
Bedensel sonuçlar:
❖ Aşırı teknoloji kullanımı çeşitli bedensel şikâyetlere neden olabilir.
❖ Bazıları beslenmeyi o kadar ihmal ederler ki ciddi bir şekilde zayıflarlar.
❖ Ancak büyük bir kısmı aşırı kiloludur.
❖ Sırt ağrıları, baş ağrıları, göz şikâyetleri aşırı internet kullanımının diğer sonuçlarıdır.
❖ Vücut hijyeni de sık sık ihmal edilen bir konu hâline gelir.
Sosyal Sonuçlar:
❖ Teknoloji bağımlılığı genellikle gerçek dünyaya ait ilişkilerin azalması, hobi ve ilgi alanlarının
ihmal edilmesiyle başlar.
❖ Kişi giderek yalnızlaşır ve sonunda çevresinden tümüyle yalıtılmış hâle gelir.
❖ Sanal dünyada ise sosyal ağda çok çeşitli ilişkileri vardır.
❖ Aşırı internet kullanımına rağmen mağdurların birçoğu başlarda okulu, mesleği ya da işi
sürdürmeye çalışırlar.
❖ Ama bir süre sonra bunu başarmak mümkün olmaz.
❖ Notlar kötüleşir, iş yerine aşırı yorgun gelirler, konsantre olamazlar.
❖ Genellikle geç kalırlar, ev de ihmal edilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
8
Psikolojik sonuçlar:
❖ Kendisine güvenmeyen kendisinden şüphe eden bir kişiliğe sahiptirler.
❖ Başkalarıyla temas kurmada yaşanan kendine güvensizlik zamanla giderek büyüyen bir
korkaklığa dönüşür.
❖ Sık sık ortaya çıkan başka bir olgu da depresyondur.
❖ Ayrıca değersizlik ve çaresizlik duyguları da bu kişilerde baskındır.
Aşırı Teknoloji Kullanımına Karşı Aile olarak Ne Yapmak Gerekir?
❖ a) Çocukların nasıl bir insan olmasını istiyorsanız ona o şekilde model olun.
❖ b) Çocuklara karşı her zaman saygılı olun.
❖ c) Çocuklara sevginizi açıkça ve koşulsuz olarak gösterin.
❖ d) Çocuklarla birlikte oyun oynayın.
❖ e) Çocuklarla birlikte kitap okuyun.
❖ f) Çocukların yaşına uygun sorumluluklar verin.
❖ g) Çocukların mutlaka bir spor ya da sanat alanında uğraş edinmesini sağlayın.
❖ h) Çocukların yaşam amacı edinmesine yardım edin.
❖ i) Sonuç değil süreç odaklı başarıyı destekleyin.
❖ j) Çocukların arkadaşlarını tanıyın.
Dijital bağımlılıkların önlenmesinde okul psikolojik danışmanlarına/rehber
öğretmenlere yönelik bir model önermişlerdir.
❖ Buna göre model aşağıdaki gibidir:
❖ a) Profesyonel gelişim: İkinci basamakta okul danışmanların konu ile ilgili yeni eğilimleri
takip etmeleri ve profesyonel olarak kendilerini bu alanda geliştirmeleri yer almaktadır.
❖ b) Tüm okul çapında eğitim: Okul psikolojik danışmanları dijital bağımlılıklarla ilgili tüm okul
personelini bilgilendirmeli, çeşitli eğitimler düzenlemelidir.
❖ c) Aile ve toplum eğitimi: Aile ve topluma yönelik atölye çalışmaları, seminer ve eğitimler
bu modelin dördüncü basamağını oluşturmaktadır.
❖ d) Öğrenci değerlendirmesi: Öğrencilerin birçok test ve çeşitli araçlarla internet bağımlılığı
açısından değerlendirilmesini içerir.
❖ e) Önleyici çalışmalar: Grup danışmanlığı, bireysel danışma, sınıf rehberliği gibi
etkinliklerle öğrencilere yönelik dijital bağımlılıkta önleyici çalışmalar yapmayı içerir.
❖ f) Kaynaklar: Okul psikolojik danışmanları aileler ve topluma yönelik çeşitli kaynaklar
hazırlayabilirler ya da var olan kaynakları onlarla paylaşabilirler.
İnternet bağımlılığını önlemede okullara ve öğretmenlere düşen bazı görevler vardır.
Bunlar:
❖ • Okullarda özellikle ilkokul seviyesinde önleyici programlar uygulanabilir.
❖ • Öğretmenler öğrencilerinin kişilik özelliklerine odaklanmalılar.
❖ • Öğretmenlerin, öğrencilerin diğer akranları ile ilişkilerini incelemeleri gerekir.
❖ • Özellikle öğrenci yalnız ve içine kapanık ise sosyal medyada daha fazla vakit geçirebilir.
Öğretmen öğrencilerini yaratıcı ve keşfedici grup faaliyetlerine sevk etmelidir.
Öğrenciler internette ne kadar az vakit geçirirlerse bağımlılık geliştirmeleri o kadar azalır.
❖ • Öğrencilere internetin pozitif ve negatif etkileri ile ilgili atölye çalışmaları düzenlenebilir.
Seminer ve atölye çalışmaları ailelere yönelik de tasarlanabilir.
❖ • Benlik saygısı düşük çocukların internet aktivitelerine daha fazla dâhil oldukları
görülmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
9
GÜVENLİ OKUL VE İLETİŞİM
Prof. Dr. Zakir AVŞAR
❖ Öğrenme; öğretmenler ve öğrenciler arasındaki resmî ve gayri resmî iletişim ile gerçekleşen
etkileşimler aracılığıyla yaratılan sosyal ilişkiler ağı içerisinde gerçekleşmektedir.
❖ Bu nedenle güvenli okul sadece fiziksel güvenliğin sağlanmasıyla elde edilemeyen, sosyal
ve psikolojik yönleri de göz önünde bulundurmayı gerektiren durumdur.
❖ Eğitim özünde bir iletişim faaliyetidir.
❖ Etkili iki yönlü iletişim, okul yönetiminden müfettişe, müdür, yönetici ve öğretmene kadar tüm
eğitim süreçlerinin başarıyla yerine getirilmesinde ve güvenli bir okul ortamı sağlanmasında
bir ön koşul olarak karşımıza çıkmaktadır.
❖ Okulların yönetilme biçimleri okul iklimi üzerinde önemli bir belirleyici unsurdur. Okulda
gerçekleşen iletişimin ve koordinasyonun türünün ne tonda olacağı başta okul yöneticileri
tarafından şekillendirilmektedir.
❖ Bununla beraber okul içerisindeki tüm paydaşlar gerçekleşen iletişim ve koordinasyon
üzerinde bir etkiye sahiptir.
❖ Kapsayıcı ve açık bir iletişim ile güvenlik ve benzeri diğer önemli konularda öğrenciler, okul
personeli ve ebeveynler arasında ortaklaşa karar alım süreçleri sağlamak okul iklimi için
elzemdir.
❖ Güvenli Eğitim İletişimi Güvenli okulun sadece fiziksel tedbirler ve okullarda kolluk
mevcudiyeti ile sağlanamayacağı düşüncesi son yıllarda yaygınlık kazanan bir yaklaşım
hâlini almıştır.
❖ Buna bağlı olarak 2019 yılında Millî Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının ortaklaşa
yürüttüğü Eğitim ve Güvenlik Projesinde “güvenli eğitim iletişimi” kavramı geliştirilmiştir.
❖ Güvenli eğitim iletişimi, zorunlu öğrenim çağındaki bireylerin eğitim hayatlarında
karşılaşabilecekleri güvenlik sorunları ile ilgili tüm paydaşlar arasında gerçekleşen iletişimsel
süreç ve becerileri kapsamaktadır.
Güvenli eğitim iletişiminin sağlandığı bir ortamda herhangi bir sorunla karşılaşan
çocuğun;
a. Öncelikle kendisinin veya bir başkasının bir güvenlik sorunu veya eğitim süreçleri
içerisinde yardım almasını gerektiren herhangi bir sorun ile karşılaştığını kavrayabilmesi,
b. Sorunu; ailesi, öğretmenleri veya yetkili diğer kurum personelleri ile doğru ve etkili biçimde
paylaşabilmesi,
c. Paylaşımı sonunda bir yardım alacağına dair beklentiye sahip olabilmesi,
d. Kurduğu bu iletişim sonunda olumsuz bir sonuç (ifşa edilme, hor görülme, dikkate
alınmama, alay edilme, dışlanma vb.) ile karşılaşmayacağına dair bir güvene sahip
olabilmesi beklenmektedir.
❖ Güvenli eğitim iletişiminin sağlanamadığı bir ortamda pozitif bir okul ikliminin de oluşması
imkânsız hâle gelmektedir.
❖ Güvenli eğitim iletişimi çocuk odaklı bir kavram olmakla birlikte sadece çocuklarla kurulan
iletişimi değil aynı zamanda tüm paydaşların birbirleri arasında kuracakları iletişimin güvenli
olmasını gerektirmektedir.
❖ Bu durum kurum yönetimi, eğitime ilişkin mevzuat, fiziksel şartlar, öğrencilerin sosyoekonomik yapıları, okulun bulunduğu semtin ve bölgenin özel konumu gibi pek çok unsuru
göz önünde bulundurmayı ve bunlara özgü stratejiler geliştirmeyi gerektirmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
10
❖ Bununla birlikte öğretmenlerin öğrenciler ve diğer paydaşlar arasında kuracağı iletişim
süreçlerinde benimseyeceği kimi stratejiler güvenli eğitim iletişimi sağlamak için başlangıç
adımını sağlayacaktır.
Bu stratejilerden bazılarını şunlardır:
❖ • Duruma uygun iletişim tonunu belirlemek
❖ • Okulun iletişim planlarını bilmek ve bu planların gerektirdiği sorumluluklar kapsamında
hareket etmek
❖ • Problemler ortaya çıkmadan önce iletişim kanallarının oluşturulması ve bunların açık
tutulması
❖ • İletişim etkinliğine pozitif olarak başlamak
❖ • Aktif dinleme edimini uygulamak ve iletişim sırasında karşıdaki kişi ile etkileşime girmek
❖ • Uzlaşılan noktaları vurgulamak ve ödün vermeye rıza gösterebilmek
❖ • Gizliliğe saygı göstermek
❖ • Dedikodudan kaçınmak
❖ • Pozitif bir noktaya vurgu yaparak iletişimi sonlandırmak
❖ Okul güvenliği ile ilgili sorunlar, okul içindeki bazı konulara odaklanarak sadece okul ile ilgili
bir sorunmuş gibi görülmemelidir.
❖ Sorunların farklı kaynakları olabilmektedir.
❖ Eğitim güvenliğine ilişkin sorunları sadece okulun veya öğretmenlerin çözebileceğinin
beklenmesi de doğru bir yaklaşım değildir.
❖ Ancak okul kapsamındaki pek çok sorun ve bunların çözümünde okul yönetimi ve öğretmen
davranışlarının konu ile ilgili birçok boyutu bulunmaktadır.
❖ Güvenli eğitim iletişimi, güvenli eğitime okulun fiziki ortamının dışındaki süreç ve kişileri de
dâhil etmeyi gerektirmektedir.
❖ Bunun en önemli bileşenlerinden biri olan ebeveynlerle olan iletişim de öğrenciler ile olan
iletişim kadar önemli ve tamamlayıcı bir niteliğe sahiptir.
❖ UNICEF, eğitim güvenliği konusunda farklı tehditler karşısında ebeveynler ile kurulacak
iletişim türlerinde doğru tonun bulunmasına özel bir vurgu yapmaktadır.
❖ Bu doğrultuda ebeveynleri dinlemek; sıcak ve pozitif bir tonu tüm iletişim mecralarında
sürdürmek; sıkça iletişime geçmek; iletişimin gizliliğini ve ana hedefin öğrencinin çıkarları
olduğunu vurgulayarak bir güven hissi geliştirmek; ailelerin farklı arka planları ve inanışları
olduğunu göz önünde bulundurarak tek bir yaklaşımın her iletişim faaliyeti için uygun
olmayabileceğinin farkında olmak; ebeveynleri değerli hissettirmek stratejileri genel bir yol
haritası sağlayacaktır.
❖ İletişim, güvenli okul iklimini tehdit eden sorunların çözümünün önemli bir parçası olduğu
gibi, yanlış yürütülen iletişim süreçleri bizzat sorunların kaynağı olabilmektedir.
❖ Okul güvenliğini sağlamada hiçbir uygulayıcının tek başına yeterli olması mümkün değildir.
Dolayısıyla bu konudaki sorumluluk herkese aittir.
❖ Bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi için tüm uygulayıcıların “çocuk merkezli” bir
yaklaşımla gerekli iletişim pratiklerinin gerçekleştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
SALİH ÖZ-MERSİN
11
YABANCILARIN EĞİTİMİ VE EĞİTİM GÜVENLİĞİ
Prof. Dr. Seyfi ÖZGÜZEL
❖ Türkiye’deki Yabancılarla İlgili Genel Bilgiler 2011’den sonra Türkiye’ye farklı statülerde beş
milyondan fazla “göçmen” yerleşmiştir.
❖ T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü web sayfasından alınan bilgilere göre
2020 yılı sonunda, Türkiye’ye yerleşmiş olan yabancı uyruklu vatandaşların önemli bir kısmı
kamplarda yaşamamaktadır ve kontrol altında olmadıklarından dolayı da çocuklarını eğitim
kurumlarına göndermemektedirler.
❖ Yapılan araştırmada bu kategoriye giren göçmenlerin, eğitime ve Türkçe öğrenmeye yatırım
yapmadıkları hâlde geri dönüş planlarının da olmadığı anlaşılmıştır.
❖ Son göç istatistiklerine göre, Türkiye’deki yabancı kişi sayısı Eylül 2021 itibarıyla 5.4 milyon
kadardır. Geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı 3 milyon 710 bin, ikamet izniyle
bulunanların sayısı 1 milyon 220 bin kişi olurken uluslararası koruma başvuru sahibi kişilerin
sayısı ise 350 bin olmuştur.
Geçici Koruma altında 3.630.702,
Uluslararası Koruma altında 56.417, 3. Kısa İkamet izniyle 616.867,
Öğrenci İkamet izniyle 73.451, 424 5.
Aile İkameti izniyle 76.490, 6. Diğer kategorisi 128.588,
Yabancıların Çocuk Oranı Göçmen vatandaşlardan 1.662.753 kişi 0-18 yaşları arasındadır. ,
❖ Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) verilerine göre 2020 yılı itibarıyla Türkiye’de, temel
eğitim çağında bulunan ve önemli bir kısmı Türkiye’de doğmuş olan çocukların sayısı 1
milyona yakındır.
❖ Kayıt dışı olarak Türkiye’de yaşayan yabancılar bu rakamlara dâhil değildir.
❖ Türkiye’de yaşayan geçici koruma altındaki Suriyeli nüfusun sadece 52 bini geçici koruma
merkezlerinde yaşamaktadır.
❖ Suriyeli nüfusun yüzde 80’i aralarında İstanbul, Gaziantep, Hatay, Kilis ve Şanlıurfa’nın da
bulunduğu 10 ilde hayatını sürdürmektedir.
❖ Geçici koruma altındaki Suriyelilerin yüzde 40’ını 15 yaş altı çocuklar oluştururken çalışma
çağındaki nüfusun payı yüzde 58, yaşlı nüfusun payı ise yüzde 2 düzeyindedir.
❖ Okul çağında yaklaşık 1,5 milyon çocuk bulunmakta olup bu çocukların 914 bini eğitim
almaktadır.
SALİH ÖZ-MERSİN
12
YABANCILARIN EĞİTİMİ VE EĞİTİM GÜVENLİĞİ
❖ Bireylerin güvenliği, bireylerin toplumda özgürce hareket edebilmesi anlamına gelmektedir.
Yabancı uyruklu öğrencilerin eğitim ve güvenliği ise istikrarlı bir güvenliğin sürdürülmesini
ifade eder. Bu durum, evrensel insan hakları açısından da önemlidir.
❖ Birçok ülkede yabancı uyruklu öğrencilerin güvenliği, eğitim kurumlarına devredilmiştir.
Çünkü eğitim kurumları, eğitim ve öğrenimden sosyal yardıma, kültürel uyumdan
öğrencilerin aileleriyle iletişimine, ayrımcılıkla mücadele konusunda bilgi ve tavsiyeler
verilmesinden barınmaya kadar, resmî veya gayri resmî olarak genişletilebilen konularda,
önemli bir role sahiptir.
❖ Eğitim ve güvenlik sorunu, yabancı uyruklu öğrencilerin yaşamlarında çok önemlidir.
Güvenlik kavramı, öğrencilerin güvenliğine ve refahına katkıda bulunan tüm sosyal etkileri
kapsayacak bir şekilde düşünülmelidir.
❖ Güvenlik politikaları sosyal, politik ve ekonomik konuları kapsayan sosyal bir süreçtir.
Güvenlik olmadan sosyal yaşamın hem anlamsız hem de tehlikeli olacağı belirtilmekle
birlikte mutlak güvenliğin elde edilmesinin oldukça zor olduğu da bilinmektedir.
❖ Önemli olan riskleri en aza indirgemektir. Bir bireyin kimliği, aile içi iletişimi, okulda aldığı
eğitim, yakın çevresinde sahip olduğu yaşam deneyimi ve sanal pencere olarak
adlandırdığımız internet üzerinden eriştiği sanal dünyanın katkısıyla oluşur.
❖ Eğitim bütün öğrenciler için kapsayıcı olmalıdır. Eğitim kurumlarında yabancı uyruklu
öğrenciler, kendilerine en çok benzeyenlerle ve kendi dünya görüşünü paylaşanlarla iletişim
kurma eğiliminde olmaktadırlar.
❖ Kültürümüzde de sık sık kullanılan “Hemşehrim nerelisin?” sorusu insanın kendini güvende
hissetme arzusundan kaynaklanmaktadır.
❖ Anlaşılacağı gibi yabancı öğrencilere empati yapılarak yaklaştığımızda onlarla iletişim
kolaylaşacaktır.
Kimlik Oluşumu ve Altın Üçgen:
❖ Aile, çocuklarına örnek vererek onları eğittikleri ilk ve en güvenli liman gibidir. Aynı şekilde
aile, insan sermayesinin ilk yatırım alanı, temel davranış özelliklerinin öğrenildiği ya da
öğretildiği ve beşerî ilişkilerinin ilk deneyimlendiği yerdir.
❖ Toplumsal değerlerin, hayata bakışın, algılama ve anlamların çocuk tarafından öğrenilmeye
başlandığı, “bakir tarlaya” ilk tohumların atıldığı ve genel bir ifadeyle çocuğun kişiliğinin
oluşmaya başladığı yer ailedir.
❖ Bu yüzden çocuğun beynine kodlanmış olan aile kültürünün izleri, bireyin toplum içindeki
davranışlarında ömür boyu görülebilecektir. Nitekim ebeveynlerin vereceği en iyi aile içi
eğitim, doğru örnek vererek yaşamak olacaktır .
Bir yabancı çocuğun okuldaki başarısı da aşağıda sıralanan soruların nasıl
cevaplandırılacağı ile bağlantılıdır.
❖ 1. Aile içi iletişim nasıldır? Ebeveynler çocuklarına rol model olabiliyor mu?
❖ 2. Çocuğa gerekli olan destek veriliyor mu? Yoksa çocuğa danışmadan çocuğun
yaşamındaki hemen her şey “helikopter ebeveynler” tarafından mı doldurulmaktadır?
❖ 3. Okul ve aile ilişkileri nasıldır?
❖ 4. Ailede çocuğun eğitimini destekleyen aile ortamı var mıdır?
❖ 5. Göç sürecinden dolayı çocuğun yaşadığı travmalar var mıdır?
❖ 6. Çocuğun iç dünyasına girip çocuğu anlamak için çocuk ve ebeveynleriyle hangi
yöntemlerle iletişim sağlanmaktadır?
❖ 7. Çocuğun yakın çevresini oluşturan akran grubunun özellikleri nedir?
❖ 8. Çocuğun okulda arkadaşları var mıdır?
SALİH ÖZ-MERSİN
13
❖ Yukarıda sıralanmış olan sorular yabancı çocuklar için farklı yöntemlerle
cevaplandırılacaktır. Çünkü çocukların doğup büyüdüğü ortamlar birbirinden farklı
olabilecektir .
❖ Burada kendimize şu soruyu sormamız gerekmektedir: “Coğrafya kader midir?”. Çünkü
çocuğun içinde büyüdüğü coğrafyanın özellikleri, Kültürün köprüsü ve tercümanı olan hangi
dilin konuşulmakta olduğu, etnik köken, inanç ve ailenin yaşam felsefesi bir çocuğun
kimliğinin oluşmasında çok büyük bir önem taşımaktadır.
❖ Ayrıca çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısına dayanarak cinsiyet ve yaş gibi
faktörler de çocuğun toplumdaki konumunu önemli düzeyde etkileyecektir.
❖ Çocuğun kimlik oluşumu ve kültürel bagajının zenginliği konusunda ebeveynlerin eğitim
seviyesi, ekonomik durumu ve sosyal statüsü de büyük bir önem arz etmektedir.
❖ Nitekim “Her birey, içinde yaşadığı kültürün mührünü kimliğinde taşır.” sözü yapılan
açıklamaları pekiştirecek bir söz olarak kullanılabilir.
❖ Hareketliliğin sonucu olarak kültürlerarası etkileşimlerin yoğun olduğu çağdaş dünyada
çocuğun içinde büyüdüğü sosyal etkileşim, öğrencilerin güvensizlikten kurtulmaları için
önemlidir.
❖ Bu nedenle ev sahibi ülkelerin öğrencileri ile yabancı uyruklu öğrenciler arasındaki etkileşimi
kolaylaştırmak ve artırmak için çeşitli programlara ihtiyaç vardır.
❖ Çünkü sosyal güvenliği iyileştirmenin ve yalnızlık, kaygı ve depresyon duygularını
azaltabilmenin en etkili yollarından biri, hoşgörü ortamı yaratmak ve entegrasyonu
iyileştirmektir.
❖ Yabancı Öğrencilerin Güvenliği Eğitim kurumlarında yabancı uyruklu öğrenciler, kendilerine
en çok benzeyenlerle ve kendi dünya görüşünü paylaşanlarla iletişim kurma eğiliminde
olabilmektedir.
❖ Yerel kültür içindeki uygun davranış ve normların yabancı uyruklu öğrencilere bir örnek
sağlayabileceği ve etkileşimlerin, onların davranışlarına ve normlarına rehberlik edebileceği
söylenebilir.
❖ Bu durum, yabancı uyruklu öğrencilerin ev sahibi ülkelerin kültürlerine daha iyi uyum
sağlayabilmesine fırsat sağlayacaktır.
❖ Öğrenci güvenliğinin önemi için ev sahibi ülke kurumlarının ve öğrencilerin yanı sıra
ebeveynlerin de görüşlerinin dikkate alınması gerekmektedir.
❖ Ebeveynler ve öğrenciler için güvenlik unsuru, okul seçerken en önemli önceliktir.
❖ Hatta güvenlik unsuru eğitimsel ve sosyal fırsatlardan daha önemli olabilmektedir. Sonuç
olarak yabancı uyruklu öğrencilerin hem okula devam etmelerinde hem okulda akademik
başarı ve motivasyonlarının artırılmasında, aynı zamanda da bu öğrencilerin ebeveynlerinin
endişesi olmadan okula gitmelerinde güvenli bir okul ortamının sağlanmasının çok önemli
olduğu söylenebilir.
❖ Güvenli bir öğrenme ortamı olmazsa öğretmenler öğretimde, öğrenciler de öğrenmede
sıkıntılar yaşarlar.
❖ Öğrenciler güvenlik endişesi taşırsa öğrenmeye yoğunlaşamazlar. Bu yüzden okulların
güvenli hâle getirilmesi önemli olduğu gibi, aynı zamanda bir zorunluluktur.
❖ Örneğin; nitelikli eğitimi ve uluslararası sınavlardaki başarıları ile gündeme sık sık gelen
ülkelerden biri olan Finlandiya eğitim sisteminin başarısındaki en önemli 4 faktörden birinin
okuldaki güvenlik olduğu görülmektedir.
❖ Bu nedenle de Finlandiya’da, okulda kendini güvende hisseden öğrenci ve velisinin kaygı
düzeyi azalmakta ve öğrenci başarısı artmaktadır.
❖ Okul güvenliği; en geniş kapsamıyla ifade edilecek olursa öğrenciler, çalışanlar ve diğer
paydaşlar olan veli ve ziyaretçilerin okul ortamında ve yakın çevresinde güvende olmaları,
kendilerini fiziksel, psikolojik ve sosyal bakımdan özgür hissetmeleridir.
❖ Okul güvenliği yalnızca okul ortamının güvenliği ile sınırlı değildir.
SALİH ÖZ-MERSİN
14
❖ Okul güvenliğinin kapsamı ve boyutları; çocuğun ya da diğer okul personelinin okula
gitmek amacıyla evinden ayrıldığı andan başlayarak tekrar evine gelinceye kadarki tüm
aşamaları içerir.
❖ Bu durumda başka bir ülkeden özellikle de savaş nedeniyle göç eden yabancı uyruklu aileler
savaşın da getirdiği travma nedeniyle çocuklarının güvenliği için korku, endişe, panik içinde
yaşamaktadır.
❖ Çocuklarını emanet ettikleri eğitim kurumlarının okulların hem çocukları için hem de
kendilerinin okul ziyaretleri sırasında güvenli olduğunu bilmeleri, görmeleri, onların
kaygılarını azaltacak; çocuklarını daha çok okula göndermelerine ve hem kendilerinin hem
de çocuklarının topluma adapte olmasını sağlama çabasına girmelerini sağlayacaktır..
❖ Genel olarak bakıldığında okul güvenliğinin,
arkadaşlarından gelecek şiddet olaylarına karşı güvenlik,
öğretmenlerin fiziksel şiddetine maruz kalma konusunda güvenlik,
doğal afetlere karşı güvenlik, sağlık ve temizliğe ilişkin güvenlik,
cinsel istismara karşı güvenlik,
psikolojik ve duygusal güvenlik,
etnik ve siyasii görüş̧konularındaki güvenlik boyutları olarak ele alındığı görülmektedir.
Risk Alanları olarak;
❖ 1. Dış tehlikeler (Yetişkin veya yaşıtlardan gelebilecek fiziksel veya psikolojik saldırı)
❖ 2. Mekânla ilgili tehlikeler (kaygan zeminler, havasız mekânlar, yetersiz oksijen, merdivenler,
set zeminler, menteşeler)
❖ 3. Hijyenle ilgili tehlikeler (yeteri kadar temizlenmeyen tuvaletler, kirli sınıflar)
❖ 4. Sağlıksız gıdalar
❖ 5. Akran Zorbalığı
❖ 6. Öğretmen-idareci şiddeti
❖ 7. Veli şiddeti
❖ 8. Sınav Kaygısı
❖ 9. Servis kazaları
❖ 10. Afetler (deprem, sel, yangın) gibi faktörler sıralanabilir .
❖ Okullarda Fiziksel, Psikolojik ve Sosyal Güvenlik Küresel bir politika sorunu olan yabancı
öğrencilerin güvenliğinin yalnızlık, ayrımcılık ve izolasyon boyutları da vardır.
❖ Psikolojik güvenlik, yabancı uyruklu öğrencilerin kültürel uyumu için kritik öneme sahiptir.
Psikolojik güvenlik, uyumsuzlukların telafi edilmesine ve kabul duygusuna aracılık edebilir.
Aksi hâlde yabancı uyruklu öğrenciler, kendilerini sosyal dışlanma olmasa da ilişkisel bir
eksiklik içinde bulabilirler.
❖ O hâlde ülkemizde, okullarda bu öğrencilerin toplumsal kültüre uyumunu sağlamak, aidiyet
duygusu yaratmak için kendilerini psikolojik açıdan rahat ve güvende hissedeceği ortamlar
yaratılmalı ve öğretmenler, okul yöneticileri ile Türk öğrenciler bu öğrencilerle iletişim
kurarken onlara saygı duyduğunu, onları kabul ettiğini davranışlarıyla göstermelidir.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı insan güvenliğini birey merkezli olarak şu şekilde
tanımlamaktadır:
❖ Güvenlik, insanların bir toplumda nasıl yaşadıkları ve nefes aldıkları, tercihlerini ne kadar
özgürce uyguladıkları, pazara ve sosyal fırsatlara ne kadar erişime sahip oldukları huzur ve
barış içinde yaşamaları ile ilgilidir.
❖ Bu bağlamda, ailelerin de kendilerini ifade edecekleri ve sosyal açıdan daha rahat
hissedecekleri okul ortamları yaratılarak velilerin, okulda ve okul çevresinde herhangi bir
tehdit ya da risk hissetmeden okula gelmeleri sağlanmalıdır.
SALİH ÖZ-MERSİN
15
❖ Yine okullar aracılığı ile Türk öğrencilerin velileri ile yabancı uyruklu öğrencilerin velileri
çeşitli sosyal etkinlikler, dayanışmalar vb. nedenlerle bir araya getirilerek onların kendini
sosyal ve psikolojik açıdan güvende hissetmeleri sağlanmalıdır.
❖ Diğer yandan, yabancı uyruklu öğrencilerin fiziksel güvenlik hissine katkıda bulunmakla
beraber sosyal ve psikolojik güvenliklerinin de güçlendirilmesi gerekmektedir.
❖ Sosyal güvenlik, kişinin hem resmî hem de gayri resmî kurumlar dâhil olmak üzere sosyal
destek ağlarına erişme yeteneği olarak tanımlanmaktadır.
❖ Yabancı uyruklu öğrencilerin hissetmiş olduğu fiziksel, psikolojik ve sosyal güvenlik eksikliği
öğrencilere motivasyon kaybı yaşatabilir ve onları topluma yabancılaştırabilir.
❖ Bunun için okulda öğretmen, yönetici ya da yaşıtlarından gelebilecek fiziksel ve psikolojik
şiddetten uzak gerekli önlemlerin alındığı güvenli bir okul ve okul çevresi oluşturulmalıdır.
Aynı zamanda yabancı uyruklu öğrencilerin, sosyal güvenlik duygularını artırabilmek için
kültürel entegrasyonu sağlamak ve topluma entegre olmalarının kolaylaştırılması için
okullarda yabancı uyruklu öğrencilerin ev sahibi ülke öğrencileri ile olan etkileşimlerini teşvik
eden programlar geliştirmek ve uygulamak gerekmektedir.
❖ Sosyal güvenlik alanında dikkat edilmesi gereken husus, yapılan çalışmaların ne kadar
yararlı olduklarının ölçülmesi ve değerlendirilmesinde, yabancı uyruklu vatandaşların
söyledikleriyle yaptıkları arasındaki farkın iyi okunmasıdır.
❖ Bu bağlamda aşağıdaki örnek, durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Adana ve Ankara’da Suriyeli göçmenlerin; sosyal hizmet yardımı, Türkçe öğrenme olanağı,
istihdam ve eğitim alanlarındaki memnuniyet derecesini ölçmek için yapılan bir saha
çalışmasının sonuçlarına bakıldığında ankete katılanların memnuniyet oranının %70 ile %85
arasında olduğunun görülmesine rağmen sözü edilen alanlarda etkinliklere katılım
seviyelerinin çok daha düşük olduğu ortaya çıkmıştır.
❖ Yabancıların genel anlamda güvenliği söz konusu olduğunda içinde yaşadıkları toplumun
sorumluluklarının yanında göçmenlerin de kendi sorumluluklarını taşımalarının bir zorunluluk
olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Farklılıklarda Farkındalık
❖ Yabancı uyruklu öğrenciler aynı ülkeden gelmiş olsalar da dışardan bakıldığında tek tip
olarak görülebilmektedir. Oysaki bireysel-sosyal, kültürel, inanç ve yaşam felsefesi, etnik
köken gibi farklılıklardan dolayı bu öğrencilerin ilgi alanları, hobileri, deneyimleri ve tercih
edilen sosyalleşme yolları farklılık gösterebilmektedir.
❖ Kültürel farklılıkların etkisi ile birey de karşısındaki kişiyi farklı algılayabilecektir. Bu yüzden
iletişim sağlarken “Karşımızdaki bireyde ne görmekteyiz ve bunun nedeni nedir? veya
“Karşımızdaki vatandaş hangi kültürün ürünüdür?” şeklinde düşünmek durumu sağlıklı analiz
edebilmek için yararlı olabilecektir.
SALİH ÖZ-MERSİN
16
Hollanda örneği:
❖ Ebeveynler 80’li yıllarda kültürel farklılıklar nedeniyle Hollanda eğitim kurumlarına
güvenmemekteydi. Bu nedenle bazı göçmen ebeveynler, okulda kız çocuklarının
Hollandalılarla etkileşime geçmeleri sonunda onlardan olumsuz etkilenecekleri kaygısıyla kız
çocuklarını evde tutmak için uğraş vermiştir. Ayrıca okul kantinlerinde çocukların satın
alabilecekleri gıdalarda, inançlarına ters düşebilecek maddelerin kullanılmış olabileceği de
bazı ebeveynlerin çocuklarını okullardan uzak tutmalarına veya çocuklarını gelmiş oldukları
memleketlerindeki akrabalarına geri göndermelerine neden olmaktaydı. Yukarıdaki duruma
benzer bir şekilde göçmen vatandaşlar da kendi kültürlerindeki farklılıklardan dolayı farklı bir
şekilde kodlanmış olabilirler (Hofstede, 2016).
❖ Bunun sonucu olarak da göçmen çocuklarının toplumumuzdaki davranışları ve beklentileri
farklı olabilecektir. Bu yüzden eğitim kurumları yani okullar yabancı uyruklu öğrencilerin
karşılaştıkları sorunların farkında olmalı ve gerekli desteği sağlamalıdır.
❖ Yukarıda açıklandığı üzere okul güvenliğinin boyutlarından biri de etnik ve siyasi görüş
konusundaki güvenliktir.
❖ Dolayısıyla farklı siyasal, kültürel ve etnik yapıya sahip olan yabancı uyruklu öğrenciler okul
ortamında bu farklılıklarından dolayı dışlanmamalı, psikolojik şiddete maruz kalmamalıdır.
❖ Onlara kendilerini rahatlıkla ifade edecek ve güvende hissedecek demokratik ortamlar
yaratılmalıdır. Çünkü yabancı uyruklu öğrenciler, kültürel olarak ev sahibi ülke
öğrencilerinden farklı oldukları için farklı sosyal normlar, değerler ve davranışlara sahiptirler.
Toplum içinde kadın-erkek, genç-yaşlı, etnik ve kültürel farklılıklara sahip hemen herkesle
iletişim sağlama sanatını öğrenebilmesi için bireyin ön yargıyı içinden atması gerekmektedir.
Ancak bunlar aile içinde öğretildiğinde birey, farklılıklara objektif yaklaşabilecek ve iletişim
kurabilecektir.
❖ Eğitimin başarılı olması için eğitimcinin çocuğunun seviyesine inmesi gerekmektedir.
Tarihsel çerçevede eğitime bakacak olursak eğitimde vizyon sahibi olanlar genellikle başarılı
olmuştur. Çünkü verilen eğitim, eğitimcinin ve öğrencinin kapasitesinden daha iyi olamaz.
Kültürel bagajı olmayan yani “Sırt çantası” boş olan bir öğrenciye eğitim vermek oldukça zor
olacaktır. Ayrıca öğrencimize neyi öğreteceğimizi ve bunu neden öğreteceğimizi iyi
düşünmemiz gerekmektedir.
❖ Kısacası seçici olacağız: gerekli olacak bilgilerle donanım sağlayacağız.
❖ Bunun için de aşağıdaki soruları önce yanıtlamamız gerekmektedir:
Bilgi kesin midir ve kalıcı mıdır?
Eğitimin amacı bilgi kazandırmak için mi olmalı yoksa beceri için midir?
Okullarda bireysel farklılıklarla etkili eğitim nasıl verilmelidir?
Öğrencilere düşünmeyi ve öğrenmeyi nasıl öğretmeliyiz?
Hızlı iletişim araç ve yöntemlerinin oluşturduğu yeni dünyada okulun yeri nerede? Bir
eğitimcinin çocuğun dünyasına girmesi bir zorunluluktur. Çünkü ancak çocuğun iç dünyasına
girebiliyorsak, çocuğun frekansını yakalayıp o frekanstan iletişim sağlayabiliyorsak, vermek
ve aktarmak isteğimiz bilgi ve beceriyi uygun bir şekilde aktarabiliriz.
❖ Yabancı öğrencilerin eğitimi söz konusu olunca bazı sıkıntıların olacağı düşünülebilir.
Eğitimin amacı kapsayıcı olmak ve bütün öğrencileri kapsamak, verilmesi gereken bilgi ve
becerilerin bütün öğrencilere ulaşılmasını sağlamaktır.
❖ Peki, öğrenciler arasındaki farklılıklar nereden kaynaklanmaktadır? Bunu daha iyi
açıklayabilmek için önce çocuğun kimliğinin oluşumuna değinmemiz gerekmektedir.
❖ Toplum kültürünü üretir, toplumun kültürü de aile ve eğitim kurumu tarafından çocuğa
aktarılır. Ayrıca çocuğun sosyal çevresi de çocuğun gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.
Tabii ki dördüncü bir boyut daha vardır oda sanal dünyadır.
❖ Sanal dünya doğrudan doğruya çocuğun erişim sağladığı ve anne, baba, eğitim kurumu ile
yakın çevreninde kontrolünden kaçarak tek başına erişebildiği bir alandır. Burada Türkiye’de
SALİH ÖZ-MERSİN
17
yaşayan yabancılar söz konusu olmak üzere, bebeklikten sonra devam eden çocukluk
dönemi ile devam eden, ailenin aile içerisinde konuştuğu dil Türkçe ve çocuğun soruları
Türkçe ile cevaplanıyorsa ailenin Türk komşuları ile diyaloğu varsa çocuğa Türkçe ile gerekli
aktarımı yapabilecektir. Çocuğun oyun çevresi akranları da kısmen Türk çocuklarından
oluşuyorsa orada da Türkçe konuşması söz konusu olacaktır.
Dolayısıyla Türkçenin önemi kültürün taşıyıcısı olmasındadır.
❖ Dil kültürün taşıyıcısı, tercümanı ve etkileşimde eleştiren faktörüdür. Bu şekilde sıfır
yaşından dört, beş yaşına kadar anne, baba ve yakın çevre tarafından çocuğa aktarılan
bilgiler ile çocuğun temel bilgisi “sırt çantasındaki haznesi” oluşur. Daha sonra eğitim kurumu
çocuğun seviyesine inerek bilgi aktarımında bulunur ve çocuğun ilerlemesine yardımcı olur.
Ancak çocuk yabancıların hâkim olduğu bir mahallede yaşıyor ise, anne baba Türkçeyi pek
konuşmuyorlarsa, çocuğun yakın ve sosyal çevresi yabancılardan oluşuyorsa ve orada da
Türkçe konuşulmuyorsa, bu durumda çocuğun kimliği oluşurken Türkçenin dışında akranları
ile birçok konuda ayrı düşeceği bir kimlik yapısına sahip olacaktır.
❖ Demek oluyor ki aile içi iletişim çok önemli olup kimlik oluşumunun temel yapısı hâlindedir.
Bunun yanında ebeveynlerle okul iletişim de çok önemlidir. Bir yandan anne ve babaların rol
model olmaları, çocuklarına toplumda nasıl hareket etmesi gerektiği kısacası güncel sosyal
yaşam kurallarını öğretmeleri, diğer yandan okul ile iletişim sağlayarak çocuğa manevi
destek vermeleri büyük önem taşımaktadır.
❖ Kimlik gelişiminden söz ederken verimli ve verimsiz toprağı karşılaştırarak da örnek
verebiliriz. Verimli toprakta bitkiler, ağaçlar gürdür, zengindir. Çorak toprakta ise bitkiler
cılızdır. Eğer bu toprakla ilgili arazi farklılıklarını kültür farklılıklarına benzetecek olursak
kültürlü bir aileden gelen çocuğun anne ve babası tarafından desteklenmesi, sorularına
cevap verilmesi büyük bir önem taşıyacağı gibi, çocuğun sorularına cevap alamaması da
büyük bir kayıp olacaktır. Bir örnek verecek olursak dört yaşlarındaki bir çocuğun Ankara
sokaklarında yürürken “Anneciğim ağaçtaki kestaneler neden düşüyor?” sorusunu
soracağını düşünürsek annenin “Aferin çocuğum, bunu okula gittiğinde öğreneceksin!” yanıtı
ile annenin “Çok güzel bir soru, çok iyi düşünmüşsün kışın yapraklar veya meyveler dökülür
ve ağaçlar kış uykusuna yatar. İlkbahar geldiğinde ise ağaçlarda tekrar çiçekler açar ve
yenilenir. Yazın güneş ve su ile ağaçlar meyvelerini besler, sonbaharda yetişmiş kestaneler
tekrar yere düşecektir.” yanıtına baktığımızda çocuğun dört mevsimi bir soru ile öğrenme
fırsatını yakalamış olduğunu görürüz. Susamış bir çocuk su isteyip su içiyorsa soru soran
çocuk, kendisine verilen cevabı ilgiyle dinleyip öğrenecektir. Buna benzer çocuğun sıfır
yaşından dört, beş yaşına kadar soracağı binlerce sorusu olacaktır. Sorularına yanıt
alamayan çocuğun bilgi kumbarasını da boş kalacaktır. Bunun yanında bütün sorularla
cevap veren bir aile çocuklarının bilgi haznesine birçok şeyi doldurmuş olacaktır. Tabiri
caizse kumbara geçerli akçeler ile değerlenmiştir. Bu zıt durumda olan iki çocuk ilköğretime
gittiklerinde boş kumbaraya sahip olan çocuğun bilgi ve beceri kapitalinde yetersizlik,
kumbarası dolu olan çocuğun ise bilgi hazinesi daha zengin olacaktır.
❖ Demek oluyor ki 0-4 yaşlarında ebeveynleri tarafından desteklenen çocuğun başarılı
olabilme ihtimali daha yüksektir. Ama maalesef birçok yabancı öğrenci bu durumdan
mahrum durumdadır. Kendi ailesi içinde kendi dilleri ile iletişim sağlamakta, destek
görememekte ve eğitime hazırlıksız bir şekilde gelmektedirler.
❖ Yabancıların eğitiminde başarılı olabilmek için farklı kültürleri barındıran bir sınıf söz konusu
ise kültürlerarası konusunun öğretmenim gündemi getirmesi gerekmektedir ve bu alan da
yeterince donanımlı olması bir zorunluluktur. Çünkü öğretmen farklı kültürlerden öğrencilere
önce inandırıcı güven verici yaklaşım ile kültürlerarası farkındalığı hissettirmesi
gerektirmektedir. Bu durumda eğiticinin bilmesi gereken husus kültürlerin birbirine
ulaşamadığı yerlerde ön yargının oluşabileceğidir.
SALİH ÖZ-MERSİN
18
❖ Kültürlerin veya kültürleri temsil edeceği çocukların birbirleri hakkında yeterli bilgiye sahip
olmadan bir araya gelmeleri birbirine dokunmaları da çatışmaya ve anlaşmazlıklara sebep
olabilecektir. Kısaca kültürlerin birbirlerine uzak durduğu ve ulaşamadığı yerde ön yargı,
birbirine ulaşamadan dokunduğu yerde ise çatışma söz konusudur. Bunu aşmak için çok
kültürlülük üzerine öğrencilere bilgi vermek bir gereksinimdir. Kültürü hiçbir çocuk kendi
arzusuyla seçememektedir.
❖ “Coğrafya bir kaderdir.” şeklinde bir söylem vardır. Anne ve babanın eğitim durumu, sosyal
statüsü, ekonomik statüsü, inanç, etnik köken gibi faktörler de çocuğun kimliğinin gelişiminde
önemli faktörler olabilecektir. Bu yüzden öğrenciler arasında ayrımcılığın olmaması için
eğitimcinin çok dikkatli olması gerekmektedir. Türkçeye yeterince sahip olmayan veya geride
duran öğrenciler söz konusuysa onları da uygun bir şekilde tartışmaya, projeye ve sohbete
dâhil etmek gerekmektedir. Bunlar sınıf içerisinde yapılabilecekler olup okulun koridorunda
veya bahçesindeki çalışmalarda da çocuklar yalnız olmamaları veya sürekli olarak aynı etnik
kökenden öğrencilerle bir arada olmamaları için teşvik edilmelidir.
❖ Bazı ülkelerde sosyal uyum çalışmaları ikinci dünya savaşından sonra 1960’lı yıllarda
göçmen işçi olarak Batı Avrupa ülkelerine giden bireylerin 70’li yıllarda kabul edilen aile
birleşimi yasası ile başlamış durumdadır. Örneğin: Veli toplantılarında her yabancı grup için
ayrı toplantılar oluşturulmuş, bazı gruplara kendi dillerinde davetiye gönderilip toplantıda da
tercüman yardımıyla anne ve babayla iletişim sağlanmıştır. Böylece katılım teşvik edilmiştir.
❖ Yabancı öğrencilerin sınıftaki durumlarını iyileştirmek ve onları bir şekilde motive etmek için
farklı alanlardaki becerilerini de kullanmak mümkündür. Bu bağlamda Gardner’in çoklu
zekâlar teorisinden (zihinsel, duygusal, sosyal, fiziksel, görsel, sanatsal, müziksel ve kreatif
zekâ) yararlanmak büyük fırsatlar sağlayacaktır. Bu durumda yabancı öğrenciler sınıfta
Türkçelerinin zayıf olmasından dolayı yeterince ön plana çıkamıyorsa, vasat veya vasatın
altında bir seviyede katılım sağlıyorsa, gösterilen yakın ilgi ile bu öğrencilerin başka
becerilerinden yararlanarak katılımlarını sağlamak mümkündür.
❖ Başka beceriler sayesinde bir öğrencinin öz güvenin artmasına destek verilebilir. Öz güveni
artan öğrenci, diğer konularda da daha rahat bir şekilde katılım sağlayacaktır. Bu da
zamanla diğer öğrenciler tarafından bir arkadaş olarak seçilmesi, oyunları ortak edilmesi
hatta arkadaşlıklarının sınıf dışında da gelişmesini sağlayacaktır.
❖ Böylece çocuğun daha başarılı bir yol izlemesi için önemli bir adım atılmış olacaktır.
Hollanda, yabancıların, ülkenin farklı coğrafyalarına dağılmalarını ve entegrasyonun
kolaylaştırılmasını sağlamak için her ne kadar devletin desteklediği /paydaş olduğu ucuz
evler inşa etmekte ise de aile birleşimi ile yeni aile kuran gençlerin Türkiye ve Fas’tan
Hollanda’ya aldıkları (yeni yerleşen) insanlar Hollandaca bilmediklerinden, genellikle kendi
ülkesinden bir 430 hemşerisine yakın bir yerde ikamet etmek istemektedirler. Bunun sonucu
olarak aynı dili konuşan insanların yoğun olarak bir arada yaşadıkları yabancıların
mahalleleri “gettolar” oluşmaktadır.
❖ Şu anda Rotterdam’da Feyenoord “Küçük Türkiye” olarak tanınmakta, Utrecht’te Kanaal
Eiland ise “Küçük Fas” olarak tanınmaktadır. Lahey şehrindeki Schilderswijk semti ile
Amsterdam’ın tamamı da Hollandalıların azınlıkta olduğu (majority-minority) yerler olarak
tanınmaktadır.
❖ Bu gibi oluşumlar, göçmenlerin Hollandaca öğrenmeyi genel olarak gerek görmemelerine
neden olmaktadır. Çünkü göçmenler günlük yaşamlarını kendi dillerini kullanarak rahatlıkla
devam ettirebilmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
19
yüzyılın eğitim vizyonu aşağıdaki hedefleri kapsamaktadır:
❖ 1. Eğitim ile mantık çerçevesinde düşünen, algılayan, empati sağlayan, objektif karar
verebilen, motivasyonu yüksek ve öz güvenle dünya coğrafyasında rekabet edebilecek
gençleri topluma kazandırmalıyız.
❖ 2. Risk, stres ve değişim ile ilgili olarak nasıl hissettiğini ve bu konularda kendi kapasitesini
fark edebilir.
❖ 3. Çok kültürlülük, işle ilgili belirsizlikler ve örgütsel değişim ile baş etme konusunda sağlam
biçimde odaklanabilir.
❖ 4. Kontrol etme yerine iş birliği yapmaya daha meyilli olabilir.
❖ 5. Kendi güçlü ve zayıf yönlerini tespit edebilir.
yy. eğitim konseptindeki eğitimcinin rolü ise şu şekilde sıralanabilir.
❖ 1. Care: Sorumluluk taşıma, değer verme, sevgi ve şefkat,
❖ 2. Challenge: Yenilikçi-araştırmacı, sınırları zorlayan,
❖ 3. Clarify: En zor konuyu da rahat açıklayabilmeli, kreatif anlatma sanatı, anlaşıldığını kontrol
etmeli,
❖ 4. Captivate: Cazip-ilginç yapmalı, beğeni kazanılması,
❖ 5. Confer: Etkileşimli, herkese ilgi, zaman tanımalı, söz hakkı tanımalı,
❖ 6. Consolidate: Konunun anlaşıldığından emin olmalı kontrol edip ‘‘geri dönüş’’sağlamak
‘‘feedback’’ vermeli, yardım ve düzeltme,
❖ 7. Control: Verimli sınıf atmosferi: Rol model, dengeli ve adil olmalı.
GÜVENLİ OKUL KAPSAMINDA SOSYAL UYUM – ENTEGRASYON
Prof. Dr. Seyfi ÖZGÜZEL
Sosyal uyum,
❖ bireylerin ev sahibi toplumla ilişki kurmak için geçirdiği değişimler olarak tanımlanmaktadır.
Bireyin kendi kültürü perspektifinden ev sahibi ülkenin kültürel davranışlarını, değerlerini ve
inançlarını anlama ve birleştirme süreçlerini içermektedir.
❖ Bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere birbirleriyle ilişkili birçok faktör içermektedir.
❖ Göçmenin yerleşmiş olduğu yeni toplumda, gelmiş olduğu ülkede sahip olduğu kültürel
kimliğini koruyarak yeni toplumda sosyal ve kültürel bütün alanlarda katılımcı olmasıdır.
Asimilasyon ise bireyin sahip olduğu kimliğini bırakıp yalnızca yeni toplumun kültürel
değerleriyle yaşamına devam etmesi olarak ifade edilebilir.
Yabancı Öğrencilerin Uyum ve Entegrasyonuna Engel Olan En Önemli Sebepler:
❖ • Dil Sorunu
❖ • Sosyal bilgilerin eksikliği
❖ • Psikolojik, sosyal ve fiziksel okul güvenliği sorunu
❖ • Okulu Terk Etme
❖ • Yönetici ve Öğretmenlere Oryantasyon Eğitimi
❖ • Meslek Eğitimi • Kültürel Ayrımcılık ve Asimilasyon Endişesi
❖ • Maddi Yetersizlikler
❖ • Çocuk İşçiliği
SALİH ÖZ-MERSİN
20
Vatandaşlık Bilinci ve Eşitlik Yasası
❖ Gönüllülük bazında uyum ve entegrasyonun gerçekleşmemesi üzerine Scheffer’in 2000
yılında “Çok Kültürlü Toplumun Dramı” başlığıyla yazdığı makaleden sonra göçmenlerin
entegrasyonu ulusal bir sorun olarak Hollanda Parlamentosunda görüşülmüş, üçüncü ve
dördüncü kuşak göçmen çocuklarının çoğunun yeterli düzeyde Hollandacaya sahip
olamadıkları ve orantılı olarak Hollandalılar kadar yükseköğretim için başarılı olamadıkları
kabul edilmiştir.
❖ 1960’lardan itibaren çok sayıda göçmen alan ve çok kültürlü topluma sahip olan Hollanda,
yıllar içinde uyum sorununu çözemeyince 2001 yılında Citizenship Vatandaşlık yasası
çıkararak göçmenlere uyum kurslarını zorunlu kılmıştır.
❖ Hükümet bu yasayla göçmenlere eşit hak, eşit sorumluluk vermiştir. Çünkü yabancıların
toplumdaki konumları ve toplumda kabul görmeleri, kendilerinin sosyal yaşama yeterli ayak
uydurmalarıyla doğru orantılıdır.
❖ Vatandaşlık yasasına göre her göçmen, içinde yaşadığı ortamda sağlıklı bir iletişim
sağlayabilmek için ülkenin dilini öğrenecek ve toplum hakkında yeterli bilgiye sahip olacaktır.
Bu durumda yabancı vatandaşın yerleşme hakkı alabilmesi için B1, bir devlet kurumunda da
iş sahibi olabilmesi için ise B2 düzeyinde Hollandaca bilmesi bir zorunluluktur .
❖ Ayrıca yabancıların içinde yaşadığı ülkenin dil seviyesi ile zekâ seviyeleri aynı düzeyde
algılanır, bu yüzden yabancıların içinde yaşadıkları toplumun dilini öğrenmeleri büyük önem
taşımaktadır.
❖ Hâl bu ki yabancıların yoğun olarak yaşadığı (%70) Batı Avrupa’nın birçok ilinde yerleşik
halkla yabancılar arasında iletişimsizlikten dolayı güvensizlik duygusu ve tedirginlik oluşmuş
ve bu durum kamusal sahanın yaşam atmosferini olumsuz etkilemiştir.
Yabancı Düşmanlığına Karşı Farkındalık
❖ Yabancı uyruklu öğrenciler aynı ülkeden gelmiş olsalar da dışardan bakıldığında tek tip
olarak görülebilmektedir.
❖ Oysaki bireysel sosyal, kültürel, inanç ve yaşam felsefesi, etnik köken gibi farklılıklardan
dolayı bu öğrencilerin ilgi alanları, hobileri, deneyimleri ve tercih edilen sosyalleşme yolları
farklılık gösterebilmektedir.
❖ Başka bir şekilde ifade edilecek olursa göçmen vatandaşlar kendi kültürlerindeki
farklılıklardan dolayı farklı bir şekilde kodlanmış olabilirler.
❖ Bunun sonucu olarak da göçmen çocuklarının toplumumuzdaki davranışları ve beklentileri
farklı olabilecektir.
❖ Bu yüzden eğitim kurumları, okullar yabancı uyruklu öğrencilerin karşılaştıkları sorunların
farkında olmalı ve gerekli desteği sağlamalıdır.
❖ Farklı siyasal, kültürel ve etnik yapıya sahip olan yabancı uyruklu öğrenciler okul ortamında
bu farklılıklarından dolayı dışlanmamalı, psikolojik şiddete maruz kalmamalıdır.
❖ Onlara kendilerini rahatlıkla ifade edecek ve güvende hissedecek demokratik ortamlar
yaratılmalıdır.
❖ Toplum içinde kadın-erkek, genç-yaşlı, etnik ve kültürel farklılıklara sahip hemen herkesle
iletişim sağlama sanatını öğrenebilmesi için bireyin ön yargıyı içinden atması gerekmektedir.
Ancak bunlar aile içinde öğretildiğinde birey, farklılıklara objektif yaklaşabilecek ve iletişim
kurabilecektir.
❖ Burada evrensel bir kurum olan aile, dünyanın bütün toplumlarında, çocuklarının
sorumluluğunu taşırken farklı fonksiyonlarıyla karşımıza çıkmaktadır ama hepsinde
ebeveynlerin çocuklarına rehberlik ettiği görülebilir.
❖ Aile, çocuklarına örnek vererek onları eğittikleri ilk ve en güvenli liman gibidir.
❖ Aynı şekilde aile, insan sermayesinin ilk yatırım alanı, temel davranış özelliklerinin
öğrenildiği ya da öğretildiği ve beşerî ilişkilerinin ilk deneyimlendiği yerdir.
SALİH ÖZ-MERSİN
21
❖ Toplumsal değerlerin, hayata bakışın, algılama ve anlamların çocuk tarafından öğrenilmeye
başlandığı, “bakir tarlaya” ilk tohumların atıldığı ve genel bir ifadeyle çocuğun kişiliğinin
oluşmaya başladığı yer ailedir.
❖ Aydınlanma döneminde çocuğun zihni beyaz boş bir levhaya benzetilmiş ve eğitimle bu
levhanın doldurulacağı savunulmuştur.
❖ Bu yüzden çocuğun beynine kodlanmış olan aile kültürünün izleri, bireyin toplum içindeki
davranışlarında ömür boyu görülebilecektir.
❖ Nitekim ebeveynlerin vereceği en iyi aile içi eğitim, doğru örnek vererek yaşamak olacaktır.
❖ Yabancı uyruklu ailelerin, eğitimi destekleyen örnek davranışlarının eksikliği, çocuklarının
eğitimdeki başarısını kuvvetle muhtemel olumsuz bir şekilde etkileyecektir.
❖ Bu nedenle farklı ailelerin kültürleriyle de kodlanmış olan göçmen çocukları, eğitim
ortamlarına uyum sağlamaya çalıştıklarında farklılıklarından dolayı bazı sorunlar
yaşayacaklardır.
❖ Öğrencilerin bu zorluklara duygusal tepkileri ve duygusal değişikliklere adaptasyonu, sosyalkültürel uyum olarak adlandırılır.
❖ Sosyal-kültürel uyumun fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik olmak üzere çok yönlü bir yapı
olarak görülmesi gerekmektedir.
❖ Genel olarak sosyal-kültürel uyum ev sahibi ülke vatandaşlarıyla sağlıklı “kişiler arası
ilişkileri” ifade etmektedir .
❖ Yabancı uyruklu öğrencilerin sosyal ve eğitimsel açıdan karşılaşabilecekleri birçok uyum
sorunu olabilmektedir.
❖ Bu uyum sorunlarıyla başa çıkmaya yönelik yetenekler bireysel özelliklere göre farklılık
gösterebilir.
❖ Öğrencilerin sosyal-kültürel uyum sürecini sorunsuz ve kolay hâle getirebilmek için eğitim
kurumlarını, okulları sosyal ve psikolojik açıdan daha güvenli hâle getirerek uyum
çalışmaları, sosyal etkinlikler ve kültürel çeşitliliğe ve farkındalığa yönelik bilgilendirici
faaliyetler gerçekleştirmek yararlı olacaktır.
❖ Nitekim farklı kültürlere sahip olan bireyleri yönetmek oldukça zordur.
❖ Bu yüzden, eğitmenlerin, yabancı uyruklu öğrencilerin kültürel uyum sürecine yönelik
mesleki ve kişisel bakış açılarının dinamiklerini ve etkilerini çok iyi anlaması oldukça
önemlidir .
❖ Yabancı öğrencilerin uyumuyla ilgili en önemli sorun, kayıt altına alınamayan ve gerekli
eğitimi görmeyen “göçmen” çocuklarının, yerleşik olduğu toplumun kültürü dışında
yaşamaları, zamanla içinde yaşadıkları toplum için başlı başına bir tehlike unsuru olarak
ortaya çıkabileceğidir.
❖ Bu sorunun aynı ülkeden gelen yabancıların yoğun olduğu yabancı mahallelerinde söz
konusu olursa gettolaşmaya gidebileceği birçok Avrupa ülkesinde görülmüştür.
❖ Tutum ve inançlardaki farklılıklardan dolayı ret edilme ve yabancılaşma korkusu yüzünden
kültürel uyuma yönelik değişim ve gelişim başarılamayabilir.
❖ Bu bağlamda da yabancı uyruklu ailelerin ve çocuklarının kültürel uyumunun
kolaylaştırmada önemli bir araç olan eğitim kurumlarının, okulların bu öğrencilerin psikolojik
ve sosyal güvenliğini sağlamaya yönelik kültürlerarası eğitim ve öğretim ortamları
yaratmaları, onların reddedilme ve yabancılaşma korkularını ve endişelerini azaltacaktır.
❖ Bilinçli veya bilinçsiz olarak oluşabilecek kültürel inançların ve değerlerin çatışmasını
engellemek ve ötekileşmeyi yok etmek için kültürel uyum oldukça önemlidir.
Kültürel uyum; pskolojik uyum ve sosyokültürel uyum olarak ikiye ayırmak söz konusu
olabilir:
Psikolojik uyum, stres ve başa çıkma durumlarıyla ilgili iyi oluş ve memnuniyet ile ilgilidir.
Sosyokültürel uyum ise güncel yaşamdaki sosyal beceriler ve öğrenme üzerine dayalıdır.
SALİH ÖZ-MERSİN
22
❖ Kültürel uyum, yabancı uyruklu öğrencilerin ev sahibi ülkelerin kültürlerini öğrenmelerine,
algılamalarına ve anlamalarına yardımcı olan zengin uygulama ile deneyim süreçlerini ve
sonuçlarını içermektedir. Bu durum, bir kültürün içselleştirilmesi yoluyla başka bir kültüre
entegrasyonu yani sosyal uyumu anlamına gelmektedir. Bu süreç sosyal uyum ile yakından
ilişkilidir.
❖ Sosyal uyum, bireyin belirli bir topluluğun değer ve normlarının kavramlarını öğrenerek
sosyal çevrenin koşullarına aktif bir şekilde uyum sağlama sürecidir.
❖ Bunun için de eğitim kurumları psikolojik, fiziksel sosyal açıdan öğrencilerin kendilerini
güvende hissedeceği, kültürel uyum sağlandığı sosyal uyum başarısının arttığı yerler
olmalıdır.
❖ Kabul edilmemek, dışlanmak, anlaşılmamak ve sosyal izolasyon korkusu yabancı uyruklu
öğrencilerin kültürel uyum sürecinden kaçınmalarına neden olabilir ve eğitimsel başarılarını
olumsuz yönde etkileyebilir.
❖ Yabancı uyruklu öğrencilerin kültürel uyum süreciyle başa çıkma mücadeleleri psikolojik
sağlıklarını da etkileyebilir.
❖ Ortaya çıkabilecek olumsuz düşünceler ve inançlar stres, depresyon ve endişe düzeylerinin
artmasına neden olabilir.
❖ Bu durum, kültürel uyuma direnç göstermelerine sebebiyet verebilir. Kültürlerarası
etkileşimlerin olduğu çağdaş dünyada, çocukların sosyal ve kültürel uyum ve gelişmeleri için
güvensizlik duygusundan kurtulmaları çok önemlidir.
❖ Bu nedenle ev sahibi ülkelerin öğrencileri ile yabancı uyruklu öğrenciler arasındaki etkileşimi
kolaylaştırmak ve artırmak için çeşitli programlara ihtiyaç vardır.
Çünkü sosyal güvenliği iyileştirmenin ve yalnızlık, kaygı ve depresyon duygularını
azaltabilmenin en etkili yollarından biri, hoşgörü ortamı yaratmak ve entegrasyonu
kolaylaştırmaktır.
❖ Bu aynı zamanda, çocuğun ev sahibi ülkenin kültürel davranış ve normlarına uyumunu da
artırır.
❖ Eğitim kurumları öğrencilerin benzer yaşlarda olması ve benzer koşulları paylaşması
açısından bir fırsattır.
Çünkü bu durum, ayrımcılığı ve sosyal dışlanmayı sınırlandırır, etkileşimi artırır.
❖ Sosyal uyum için eğitim kurumlarında bir yandan göçmen çocukları için gerekli programlar
hazırlandığı gibi ebeveynleri için de gerekli kurslar organize edilmelidir.
Çünkü Türkiye’de yaşayan Suriyeli çocukların eğitiminde en önemli sorunların başında
Türkçe dil bilgisi ve vatandaşlık bilincinin geldiği söylenebilir.
❖ Türkçe dilindeki yetersizlikten dolayı sorunlar okullara kayıt sırasında başlamaktadır. Geçici
Eğitim Merkezlerinin (GEM) kapatılmasının ardından bazı öğrencilerin ara sınıflardan
başlatılmasının sonucu olarak sınıflarda farklı eğitim seviyelerinin oluşması, eğitimcilerin
sorunlarını daha da artırmaktadır.
❖ Eğitimcilerin eğitim sahasında bütün öğrencilere aynı yakınlıkta olmalarına yardımcı
olabilecek “Birinden nefret ettiğinizde karşı tarafı cezalandırmak size de zarar verebilir, En iyi
çözüm içinizdeki nefreti öldürmektir (Harari” sözünü hatırlatmakta yarar vardır.
SALİH ÖZ-MERSİN
23
Göç Olgusu ve Yabancılar
❖ Göçmen çocukların ebeveynlerinin dil ve kültür farklılığı çocukların eğitimde geri
kalmalarında ve Türk öğrencilerle uyum sorunu yaşamalarında temel nedenlerdendir.
❖ Bu farklılıklar ebeveynlerin öğretmenlerle iş birliğinin düşük olmasına neden olmaktadır.
İletişimin sağlanamamasından ötürü göçmen aileler eğitim hususunda çocuklarına gerekli
desteği verememektedir.
❖ Aile desteğinin olmaması, diplomasız okulu terk etme sorununa çözüm bulmayı
zorlaştırmaktadır.
❖ Bütün bu sorunlar yukarıda anlatıldığı gibi fiziksel, sosyal, psikolojik açıdan güvenli eğitim
kurumları yani okul ortamları yaratılarak önlenebilir.
❖ Göç ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiler genellikle psikolojik sorunlara yönelik olumsuzluklarla
ilişkilidir.
❖ Psikolojik iyi oluş, benlik ve kimlik algıları da dâhil olmak üzere duygusal bileşenlere
odaklanmaktadır.
❖ Yine de psikolojik uyum ile kültürel uyum arasındaki ilişkilerin çok net olduğu söylenemez.
Ancak psikolojik desteğin kültürel uyumu destekleyebileceği söylenebilir.
❖ Göç, insanlar dâhil bütün yaratıklarda olduğu gibi, yaşam alanını kalıcı veya geçici bir
şekilde değiştirmek anlamına gelir.
❖ Eski çağlardan beri, insanların, bir tehlikeye maruz kaldıklarında veya başka nedenlerle
konumlarını değiştirdiğine tanık olunur.
❖ Göç bireysel olabileceği gibi savaş, kuraklık gibi doğa afetleri nedeniyle veya ekonomik
nedenlerle gruplar hâlinde veya kitlesel olarak da gerçekleşebilir.
Sosyal Uyum Sürecinde Kültürün Önemi ve Güvenli Okul
❖ Hofstede, kültürü “bir insan grubunun üyelerini diğerinden ayıran zihnin kolektif olarak
programlanması” şeklinde tanımlamaktadır.
❖ Bu anlamda kültür, değerler sistemlerini içerir ve değerler kültürün yapı taşları arasındadır.
Hofstede’ye göre bireyler içinde yaşadıkları kültürün değerleriyle kodlanırlar.
❖ Hofstede, Kültürel Boyutlar Kuramıyla farklı kültürleri altı farklı boyuttan inceleyerek
kültürlerin örtüşen ve birbirinden farklı taraflarını ortaya koymuştur.
Kültürel Boyutlar
❖ Kuramı’ndan hareket ederek beşerî sorunların çözümlenmesi ancak ön yargının kalkması ve
empati oluşturmakla mümkün olabileceğinden, eğitimcileri kültürlerarası iletişim alanında
donanımlı kılarak okullarda sığınmacı çocuklara nasıl davranılması gerektiği ile öğrenciler
arasındaki etkileşim ve ebeveynlerle gerçekleştirilen 434 etkileşimin güvence altına alınması
gerektiği söylenebilir.
❖ Ayrıca göçmen ebeveynlerin eğitim merkezlerindeki Türkçe, sosyal bilgiler (uyum ve
vatandaşlık) kurslarına gitmeleri teşvik edilmelidir.
❖ Bu bağlamda Suriyeli ebeveynlere vatandaşlık (Citizenship) bilincinin kazandırılması,
çocuklarının eğitimine destek vermelerini, bunun da eğitimdeki sorunların çözümlenmesine
katkı sağlayacağı beklenebilecektir.
❖ Yukarıda da belirtildiği gibi Hofstede , bireylerin içinde yaşadıkları kültürün değerleriyle
kodlandıklarını ifade etmiştir.
❖ Hofstede’nin bu düşüncesinden yola çıkarak göçmen bireylerin Türkiye’ye gelmeden önce
içinde büyümüş oldukları kültürel özelliklerin göz önünde bulundurulması onların sosyal
entegrasyonunu hızlandırılabilecektir.
❖ Sosyal entegrasyon ile aidiyet hissi kazandırılması yabancı uyruklu öğrencilerde mutluluk,
sevinç, bağlılık ve sakinlik gibi olumlu duygulara yol açabilmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
24
❖ Diğer yandan yabancı uyruklu öğrenciler yeni ortamlarda kültürel kimliklerinin önemsiz
görülmesi veya yeniden kimlik oluşturma süreci ile karşı karşıya kalabilmektedirler.
❖ Bu yeni deneyimler, sosyal gelenekler ve normlar kendilerine dışlanmışlık hissettirebilir. Her
bir kültürün özelliği kültürler arasındaki farkı oluşturur.
❖ Bu yüzden farklı olmak iyi, kötü, üstün veya düşük anlamına gelmemelidir.
❖ Benzer kültürlere sahip olan gruplarla ilgili genellemeler yapılıyor olsa dahi bu grupların
kendi içerisinde kültürel ve etnik uyuşmazlıklar, ideolojik ve siyasi farklılıklar, dinî ve sosyal
kimlik farklılığı, tutumsal ve algısal farklılıklar olabilmektedir.
Bu farklılıklar, kendi aralarında kutuplaşmaya ve çatışmalara da neden olabilmektedir.
❖ Kültürler arası ortamlarda bireyler benlik saygılarının yok olabileceğini veya sosyal bağlamda
değer düşüklüğüne uğrayabilecek bir sosyal kimliğe sahip olduğunu düşünebilirler.
❖ Özellikle sosyal ve kültürlerarası etkileşimlerden kaynaklanan isteksizliği, güven eksikliğini,
ön yargıları, endişeyi, kaygıyı veya belirsizliği en aza indirgemenin bir yolu, olumlu etkileşimi
artırma uygulamaları olmalıdır.
❖ Bireysel deneyimlerin karmaşıklığı, karşılaşılan zorluklar, uyumsuz beklentiler, farklı yaşam
tarzı gibi nedenlerden dolayı yabancı uyruklu öğrenciler sosyal uyum sürecinde pek çok
psikolojik sıkıntıyla karşılaşabilmektedir.
Bu durum kendilerini stresli, endişeli ve depresif hissetmelerini sağlayabilir.
❖ Bunun sonucu olarak yabancı uyruklu öğrenciler yalnızlık duygusu yaşayabilmektedirler.
Yabancı uyruklu öğrencilerin sosyo-kültürel ortamlara nasıl adapte oldukları okul
deneyimlerine bağlı olabilmekte ve davranışları bireysel özelliklerine göre öngörülemeyecek
şekilde değişebilmektedir.
❖ Bu nedenle kendi aralarında da davranışsal farklılıklar gösterebilmektedirler.
❖ Üstelik davranış problemleri yaşamalarının aidiyet ihtiyacı gibi makul nedenleri de olabilir. Bu
davranışsal tutumlara yönelik yapılacak iyileştirmelerle ilgili yaklaşımlar ise empati
eksikliğinden ve kültürel farklılıkların yanlış yorumlanmasından dolayı etkili olamayabilir.
❖ Bu yüzden ev sahibi ülke vatandaşlarının da kültürel uyum sürecine dâhil edilmesi
gerekmektedir.
❖ Olumlu tavırlara sahip olabilmeleri için yabancı uyruklu çocuklara davranışlarının risk ve
faydalarına yönelik destek verme eğiliminde bulunulabilir.
Kimlik Oluşumu ve Altın Üçgen
❖ Bireyin kendini güvende hissedebilmesi ve eğitimin “eğitim güvenliği” hedefine ulaşabilmesi
için de ebeveynlerin eğitime gerekli desteği vermelerinin sağlanması gerekmektedir. Nitekim
❖ Altın Üçgen olarak nitelenen; aile-okul ve sosyal çevre üçlüsü arasındaki sağlıklı iletişimin
eğitim süresince gerçekleşmesi gerekmektedir.
❖ Ailenin özellikleri, çocuğun okul başarısındaki en önemli çevre faktörünü oluşturmaktadır.
❖ Kişiliğin büyük oranda aile eğitimiyle şekillendiği düşünüldüğünde aile içi iletişim, bireyin
sağlıklı bir kimlik kazanmasına, etkili ve pozitif iletişim kurmayı öğrenmesine ve hem sağlıklı
kişiliğiyle hem de iletişim becerisiyle, dünyadaki toplam “insani değerin’’ olumlu yönde
değişimine katkı sağlayacaktır.
❖ Yabancı uyruklu ailelerin eğitimi destekleyen örnek davranışlarının eksikliği, çocuklarının
eğitimdeki başarısını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyecektir.
❖ Ailelerin eğitime yeterli desteği verebilmesi için de öncelikle eğitim kurumlarında, okullarda
çocuklarının birçok açıdan güvende (fiziksel, sosyal, psikolojik, sağlık vb.) olduklarına
inanması gerekmektedir.
❖ Kimlik oluşumunda aile faktörünün yanında eğitim ve sosyal çevre önem taşımaktadır. Bir
aile içinde yaşadıkları toplumun kültürünü çocuğuna aktarır.
❖ Ebeveynler kültürü çocuğuna yaşayarak örnek vererek öğretirler.
SALİH ÖZ-MERSİN
25
❖ Kimliğin oluşumundaki önemli üçüncü faktör ise çocuğun yakın çevresidir.
❖ Çocuğun sokakta, okulda birlikte olduğu yaşıtları kimlik oluşumunda çok önemlidir.
❖ “Altın Üçgen” dışında çocuğun kimliğinin oluşumunda son yıllarda gittikçe önemi artan yeni
faktör ise sanal dünyadır.
❖ Çocuğun internet aracılığıyla erişim sağladığı sanal pencere, hiçbir engele takılmaksızın
çocuğun kimlik oluşumunu etkileyebilecek güçtedir.
Yabancı Uyruklu Çocukların Eğitim ve Okul Güvenliğine İlişkin Yapılan Çalışmalar ve
Eğitim Politikaları
❖ Yabancı uyruklu çocukların eğitim ve okul güvenliğine ilişkin yurt dışında yapılan çalışmalar
“yaş” faktörünün gençlerin okullara hızlı ve kolay adapte olunmasında kilit bir rol oynadığı
sonucuna ulaşmışlardır.
❖ Araştırmacılar, bir çocuk ne kadar küçükse geçiş yapmasının onun için o kadar kolay
olduğunu belirtmişlerdir.
❖ Yazarlar, küçük çocukların, ağır bir şekilde etkilenmeden veya kendi ülkelerinden gelen ilk
sosyal bağlarını kaybetme duygusu hissetmeden yeni sosyal bağlar oluşturabileceğini ifade
etmektedirler.
❖ Çocukların yeni bir topluma ebeveynlerden daha hızlı uyum sağlaması, sonuçta çocukların
yetişkinlerin sorumluluklarını üstlenmeye zorlamasından kaynaklanmaktadır.
❖ Diğer çalışmada kardeşlere bakmanın ve ev işlerini yürütmenin çocuklar üzerinde büyük
stres yarattığı ifade edilmektedir.
❖ Kardeşlerine bakmak veya çalışmak mülteci gençlerin akranlarıyla sosyalleşme zamanlarını
kısıtlamakta ve bu da bize istikrarlı ve destekleyici arkadaşlıklar yaratmayı azaltan bir başka
önemli faktörü göstermektedir.
❖ Bir başka çalışmada yeni toplumda “kabul edilmiş ve iyi entegre edilmiş hissetmek için
arkadaş edinmenin son derece önemli olduğu” bulgusuna ulaşılmıştır.
❖ Bir diğer çalışmada, sosyal bağlamların örneğin; ırksal ve etnik farklılıkların algılanması, dil
bilimsel sosyalleşme açısından farklılıklar ve akran desteği, göçmen gençleri nasıl etkilediği
araştırılmıştır.
❖ Çalışmanın ampirik bulgularına göre sosyal akran desteğinin, engelleri ortadan kaldırmada
kilit bir faktör olduğu bulgusuna ulaşılmıştır.
❖ Yabancıların eğitimde karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri Türkçe yetersizliği ve aidiyet
bilincinden yoksun olmalarıdır.
❖ Topluma entegrasyonunun önündeki en büyük engellerden biri dildir.
❖ Dildeki noksanlık; eğitim problemlerine, yeni topluma uyum sağlamada ve istihdam
konusunda zorluklara neden olmaktadır.
❖ Bu yüzden aslı sorun, çok kültürlülük ile dünya toplumunda bilgisiyle rekabet edebilecek,
evrensel değerlerle donatılmış, her yerde başarılı olabilecek bireylerin iyi hazırlanmasıdır.
Ayrıca toplumun üretme potansiyelinde sinerji oluşturmak ve toplumdaki bütün niteliklerin
uygun yerde iyi kullanılması şarttır.
❖ Yabancıların yaklaşık yarısı, yerleşik toplumda bazı ülkelerin imajından dolayı, söz konusu
ülkenin vatandaşı olmadıkları hâlde ayrımcılık gördüklerini belirtmiştir.
❖ Gerçek durumu anlayanlar davranışlarını olumlu olarak değiştirmiştir.
❖ Bazı gençler ayrımcılığın kendi cesaretsizliklerinden kaynaklandığını veya sahip oldukları
kültürün iletişim sağlamaya engel olduğunu ve bu yüzden de dışlanmış olarak yaşadıklarını
ifade etmiştir.
❖ Türkiye’deki yabancılarda “aidiyet bilinci”nin oluşmamasının nedeni, bireyin kendini yeterli
düzeyde toplumun bir üyesi olarak görmemesinden kaynaklanmaktadır.
SALİH ÖZ-MERSİN
26
❖ Kendini toplumun bir üyesi olarak görmemesinin nedeni ise bireyin toplumla olan bağlarının,
(aidiyet) duygularının zayıf olmasından kaynaklanmaktadır.
❖ Yabancıları toplumdan tecrit edecek hareketlerden hassasiyetle kaçınılmalıdır. Bu
bağlamda, göçmen öğrencilerin yeteneklerini tanımak da onları topluma kazandırmak ve
başarılı olanların rol model olmalarını sağlamak önem arz etmektedir.
❖ Bununla eşit hak, eşit sorumluluk bilinci yabancılara öğretileceği gibi, bu uygulamanın
yapıldığı da yerleşik halka anlatılmalı ve eğitim kurumlarında da hizmet içi eğitimle gerekli
bilgilendirme yapılmalıdır. Gerekli önlemler alınarak yabancı mahallelerin oluşması ve
gettolaşma riskinin oluşması da ancak bu ve benzeri önlemlerle önlenebilir (Özgüzel, 2013).
❖ Sonuç olarak: Yukarıdaki çalışmalarda özellikle dil bariyerinin en önemli sorun olarak işaret
edildiği görülmektedir.
❖ Aynı zamanda önemli sorunlardan birinin de eğitim kurumları içerisinde okul güvenliği
sorunu olduğu görülmektedir.
❖ Özellikle dil, akran zorbalığı, aile stresi, ailenin eğitsel etkinliklere katılımının düşük olması
ve kültüre adapte olma gibi sorunların yaşandığı ve bu sorunlarında aslında eğitim
kurumlarının güvenliği, bir başka deyişle okul güvenliği sorunu temelli olduğu dikkat
çekmektedir.
Bu çerçevede göçmenlerin içinde yaşadıkları ülke toplumunun dilinin öğretiminin özel olarak
desteklenmesi önem taşımaktadır.
❖ Ebeveyni olmayan göçmen sayısının da göreceli olarak yüksek olması önemli bir sorun
olarak karşımıza çıkmaktadır.
❖ Çözüm için toplumdaki eğitimcilerin ve rol model konumundaki insanların “Yüksek Empati
Yeteneği, Anlayış Gösterme, Dürüstlük ve Adalet, Yeniliğe Açıklık, Takım Arkadaşlığı,
Basitleştirme Yeteneği, İlham Verme, Çatışmaları Yönetebilme” alanlarındaki başarılı
davranışları sosyal uyum / entegrasyona önemli bir katkı sağlayacaktır.
OYUN BAĞIMLILIĞI
Prof. Dr. İsa KORKMAZ
Giriş
❖ Oyun insanlık tarihinin ilk yıllarından itibaren çeşitli şekillerde olagelmiş ve insanların günlük
yaşamının bir kısmında yer almıştır. Aslında insanlar tarih boyunca oyun vasıtasıyla sosyal
gelişim ihtiyaçlarını karşılamışlardır.
❖ İnsanların biyolojik ihtiyaçları ne derecede önem arz ediyorsa oyun da sosyal bir varlık olan
insanın diğer insanlarla birlikte yaptığı yarışma, eğlenme ve boş zamanlarını
değerlendirmeye yönelik hayatı anlamlandırıcı tüm etkinliklerdir.
❖ Geleneksel oyunlarda doğal olan bazı sınırlamalar vardır.
Örneğin oyuna katılacakların ortaklaşa belirleyecekleri bir zaman, yer ve katılımcı sayısı
hakkında karar verilirken zorunlu olarak oyuncuların birbirlerini sınırladıkları ve kontrol
ettikleri bir durum vardır.
Hatta geleneksel oyunların büyük çoğunluğu tek başına oynanmadığı için birbirlerine bağlı
oldukları söylenebilir.
❖ Fakat internet çağında ve teknolojik gelişmeler neticesinde sanal oyunların yapay zekâların
devreye girmesiyle bir kişi oyun oynamak için zaman, yer, katılımcı gibi hiçbir kısıtlayıcı veya
sınırlayıcı durumla karşılaşmamaktadır.
SALİH ÖZ-MERSİN
27
Örneğin geleneksel mahalle arası oyunlarda çocuklar akşam olunca evlerine gitmek
zorundadır, yemek zamanı oyun bırakılır veya bir oyun oynamak için takım oluşturulurken
belli bir katılımcı aranır.
❖ Günümüz video oyunlarında bir genç tek başına bilgisayar ve interneti kullanarak zaman
açısından 7/24 kesintisiz oyun oynama imkânına sahiptir.
❖ Hatta bazı ülkelerde görülen oyunun başına geçip ölümle sonuçlanan vakalar basında
zaman zaman görülmektedir.
❖ Günümüz oyunları bireylere tek başına tüm özgürlükleri sağladığı için dışsal bir kontrol
sağlanamamaktadır.
❖ O hâlde bireyler oyun oynamada öz denetim ve öz kontrollerini iyi kullanmak zorundadırlar.
Eğer bireylerde bu iç denetim güçlendirilmezse bireyler gerçek yaşamdan uzaklaşarak oyun
bağımlısı olurlar ve diğer bağımlılık türlerinde olduğu gibi yaşamlarında tüm olumsuzluklarla
karşılaşırlar.
. Oyun Bağımlılığını Tanımlama
❖ Sanal Oyunlarla ilgili durumlar; 2021 yılında dünya genelinde oyun endüstrisinin ekonomik
hacmi 180 milyar dolardır.
❖ 2,5 milyar insanın oyun oynadığı tahmin edilmektedir.
❖ Erkekler kızlardan iki kat daha fazla oyun oynamaktadırlar. 437
❖ Her oyun bağımlılık yapmaz.
❖ Her oyun, her bir bireye aynı etkiyi yapmaz.
❖ Oyun bağımlılığı genetik ve çevresel faktörlere göre değişiklik göstermektedir. Her oyun,
zararlı olmaz ve sağlıksız da değildir.
❖ Bireylerin yaşamlarında eğlence, rahatlama ve hatta sosyalleşme sağlayan oyunlar da
vardır.
❖ Sanal oyunların bağımlılığının diğer bağımlılık türleri gibi toplumda açık ve net olarak fark
edilmemektedir.
❖ Oyun bağımlılığı, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) uluslararası sağlık problemlerine ilişkin
hastalıkları sınıflama (ICD) tarifinden hastalık olarak tanımlanmaktadır.
❖ Oyun bağımlılığı sadece çocuklarda değil gençler ve yetişkinlerden de görülen bir sağlık
problemidir.
❖ Oyun bağımlılığı, uzun süreli çok fazla oyun oynama değil bireylerin günlük yaşamlarının
önemli bir kısmında yer alarak gündelik yaşamlarında sorumlu olduğu görev ve
sorumlulukları aksatarak bireyin yaşam kalitesini olumsuz etkilemesidir.
❖ Oyun bağımlılığı yeni bir olgu ve güncel bir kavram olarak görülse de geçmişten beri
öğrencilerin dikkatlerinin ders dışı etkinliklere yönelmeleri ve zamanlarının büyük bir kısmını
öğrenme aktivitelerinin dışında harcamaları sorunu tartışılmaktadır.
❖ Genel olarak oyun bağımlılığı öğrencilerin düzensiz bir öğrenme alışkanlığından
kaynaklanmaktadır.
❖ Güncel (sanal) oyunların etkileri yalnızlık (soyutlama), duygu bozuklukları, daha fazla enerji
gereksinimi ve uyarıcı maddeleri kullanma gibi sonuçları doğurmaktadır.
❖ Çocukların ve gençlerin oyun oynaması ve oyun bağımlılığını tanımlamak ve sınırlarını
belirlemek zor görülmektedir.
❖ Çünkü her bir oyunun formatı ve süreci farklılık göstermektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
28
❖ Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2018 yılında gençlerin sanal oyun bağımlılığını davranış
bozukluğu olarak tanımlayarak belirtilerini göstermede üç ölçüt belirlemiştir.
Bireylerin;
Oyun oynama isteğini kontrol altına alamaması,
Oyun oynamanın diğer tüm aktivitelerden daha önemli ve öncelikli olduğu duygusuna
sahip olması,
Oyun oynama isteğinin, ders çalışmalarını aksatmasına, sosyal ilişkilerin zayıflamasına ve
tüm faaliyetlerden uzaklaşmasına rağmen, artarak devam etmesidir.
❖ Amerika Psikoloji Derneği (APA)
❖ bir bireye oyun bağımlısı teşhisi konulması için dokuz ölçütten en az beşinin bir yıl içinde
göstermesi gerektiğini belirtmiştir.
Bunlar;
Oyun oynamanın her şeyden önce gelmesi,
Oyun oynamadığı zaman gergin ve asabi davranışlar göstermesi,
Oyuna daha fazla zaman ayırma eğilimi içinde olması,
Daha önce sevdiği ve katıldığı aktivitelerle ilgilenmemeye başlaması ve aktivitelerden
uzaklaşması,
Oyunda harcadığı zamana ilişkin aileye yanlış bilgi vermesi,
Akademik çalışmalarına daha az zaman ayırmaya başlaması,
Oyun oynamayı, kaygı, suçluluk gibi olumsuz duygulardan kaçış olarak görmesi,
Oyun oynama sıklığını, zamanını ve süresini kontrol edememesi,
Psikolojik problemler yaşamaya başlamasına rağmen oyun oynamayı azaltma veya
kısıtlama eğilimi göstermemesidir.
Oyunlara bağlanma süreci ve bağımlılığın oluşma aşamaları şunlardır:
❖ 1. Başlama isteği: Oyun, oynamaya yeni başlayan bireylerin meraklarını uyandırarak oyunun
içine alma ve oyunun bir parçası olma,
❖ 2. İlginin artması: Oyuna başlayan bireylerin günlük yaşamlarında ve davranışlarında
farklılaşmaların başlaması. Örneğin, harcama alışkanlıklarında ve zamanı kullanma
davranışlarında farklılaşmaların olması,
❖ 3. Düşüncelerinde oyunun öncelikli bir yere sahip olması: Oyunun bireyin yaşamının
merkezine yerleşmesi sonucu daha önce zevk aldığı etkinliklerden uzaklaşmaya başlaması,
❖ 4. Oyun bağımlılığının oluşması: Bireyin zamanının büyük bir kısmını ve enerjisini oyuna
ayırarak sorumlu olduğu görevlerini aksatması veya ihmal etmeye başlaması.
(Bu bağlamda bireyin beslenme ve uyku alışkanlıklarında bozukluklar görülmektedir. Diğer
yandan sosyal yaşamındaki ilişkiler de olumsuz etkilenerek ailesinden ve arkadaşlarından
uzaklaşmaya başlar.)
Oyun Bağımlılığının Etkileri
❖ Oyun Bağımlılığı bireyleri ekonomik, sosyal, bedensel (sağlık) ve duygusal olarak olumsuz
etkilemektedir. Hatta oyun bağımlılığı diğer bağımlılıklara ve istenmeyen alışkanlıklara da
neden olmasından dolayı bireyin yaşamında önemli risklere ve travmalara yol açmaktadır.
❖ Oyun bağımlılığının bireyin yaşamını ekonomik yönden olumsuz etkilemektedir.
❖ Bir taraftan bireyi daha fazla para harcamaya zorlarken diğer taraftan çalışan bireylerin iş
yeri performansını düşürerek iş hayatında bireyin verimliliğini azaltmaktadır. Dolayısıyla
düşük verimlilik gelir kaybına yol açabilir.
❖ Oyun bağımlılığı yaşayan bireylerin oyuna yönelik harcamaları da artacaktır. Bazı oyunlarda
ani para harcama gerektiren durumlar da olabilmektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
29
❖ Oyun bağımlılığı yaşayan bireylerin fiziksel aktiviteleri yavaşlamakta ve beslenme
alışkanlıkları değişmektedir.
❖ Bu durum bireylerin sağlıklarını olumsuz olarak etkilemektedir. Düzensiz beslenme ve uyku
yetersizliği durumları metabolizmayı olumsuz etkileyerek bireyin vücudunda kalıcı ve yıkıcı
hasarlar meydana getirmektedir.
❖ Oyun bağımlılığı yaşayan bireylerin sosyal hayatlarından da önemli değişikler görülmektedir.
Bazı oyunlar bireysel olarak da oynanmaktadır.
❖ Dolayısıyla bireyin oyun bağımlılığı artıkça birey kendini sosyal çevresinden soyutlamaya
başlar.
❖ Aile ve sosyal çevresinden uzaklaşmaya başlayan birey kendini yalnızlığa ve amaçsız bir
yaşama doğru götürür.
❖ Oyun bağımlılığının bireyler üzerinde bir başka olumsuz etkisi de bireyin duygusal olarak
kırılganlık yaşamasıdır.
❖ Oyun bağımlılığı yaşayan bireyler karşılaştıkları bir sorunla baş edebilmek için sanal
oyunlara yönelerek çıkış aramaktadırlar.
❖ Gerçek hayattan kendini soyutlayan bireylerde yüksek kaygı, gerginlik, karamsarlık, yalnızlık
ve empati düşüklüğü gibi duygular görülmektedir.
Oyun Bağımlılığını Önleyici tedbirler
❖ 1. Oyun oynama süresi sınırlandırılmalıdır.
❖ 2. Oyun oynama etkinliğini alışkanlık ve rutin davranışa dönüştürecek sıklıkla yapmamaya
dikkat edilmelidir.
❖ 3. Geceleri oynanan oyunlardan hemen sonra yatmak yerine oynama ve yatma zamanı
arasında belli bir süre bırakılmalıdır.
❖ 4. Tatile giderken veya seyahat esnasında oyun konsollarını mümkünse yanına almama,
telefon ve bilgisayarlardaki oyunlara az takılmaya dikkat edilmelidir.
❖ 5. Oyuna harcanan zamanın farkında olunmalıdır.
❖ 6. Oyun bağımlılığının başladığına işaret eden belirtiler fark edildiğinde oyun oynama
zamanı bilinçli bir şekilde azaltılmalı veya uzmanlardan destek alma yolları aranmalıdır.
❖ 7. Spor ve fiziksel etkinliklere katılmayı veya yapmayı teşvik edilmeli veya desteklenmelidir.
❖ 8. Çocuklarla konuşarak onların neden oyun oynamak istedikleri ve hangi oyunlardan zevk
aldıkları hakkında bilgi edinilmelidir.
❖ 9. Çocukları oyundan uzaklaştırmak için aile içi ortak etkinlikler düzenlenmelidir.
❖ 10. Oyun oynayan çocuğa oyundan ayrılması için belli bir süre tanınmalıdır.
SALİH ÖZ-MERSİN
30
GÜVENLİ OKUL: OKULLARDA SOSYAL DUYGUSAL ÖĞRENME BECERİLERİNİN
DESTEKLENMESİ
Prof. Dr. Yalçın ÖZDEMİR
Güvenli Okul:
❖ Okullarda Sosyal Duygusal Öğrenme Becerilerinin Desteklenmesi Okulda şiddet, okul içinde
veya çevresinde başkalarına zarar vermeyi amaçlayan bir dizi kasıtlı davranışı
tanımlamaktadır.
❖ Zorbalık, siber zorbalık, kavga, silah kullanımı ve cinsel taciz ve istismar dâhil olmak üzere
birçok sorun okul şiddeti olarak görülmektedir.
❖ Bir başka ifadeyle, okulda şiddet bir okulun eğitim misyonunu veya okulun saygı iklimini ihlal
eden her türlü davranışlardır.
❖ Sorunun kapsamından bahsettiğimizde bu sorunun yalnızca ülkemize ait olmadığını, ulusal
ve uluslararası sınırları aştığını anlıyoruz.
❖ Küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve bunların öğrenciler ve yetişkinler için erişilebilirliği,
okul ortamında ya da çevrim içi ortamlarda şiddet davranışlarının artışına etki etmiştir.
❖ Şiddet İçin Risk faktörleri Okullarda şiddeti önlemenin en önemli ve ilk basamaklarından biri
risk faktörlerini belirlemeye yönelik çalışmalardır; bu faktörler bilindiğinde bir kişi için ya da
okul temelli önleme çalışmaları planlanabilir.
Risk faktörlerinin beş önemli yönü bulunmaktadır.
❖ İlk olarak risk faktörleri eklemeli olma eğilimindedir- ne kadar fazla risk faktörü varsa şiddet
riski o kadar yüksek olur.
❖ İkinci olarak risk faktörleri, birey, aile, akran grubu, okul ve mahalle seviyeleri dâhil olmak
üzere birden fazla düzeyde ortaya çıkmaktadır.
❖ Üçüncüsü, farklı risk faktörleri yaşamın farklı noktalarına ilişkindir; aile düzeyindeki faktörler
küçük çocuklar için daha büyük bir rol oynar ve akran grubu ve mahalle faktörleri daha
büyük çocuklar için daha büyük bir rol oynar.
❖ Dördüncüsü, bazı risk faktörleri, belirli şiddet içeren davranış türlerine özgüdür (Örneğin,
cinsel şiddet için risk faktörleri, siber zorbalık için olanlardan oldukça farklı olabilir.).
❖ Son olarak risk faktörlerine maruz kalmanın derecesinin sonuçlar üzerinde önemli etkisi
bulunmaktadır (Örneğin, aşırı ve kronik çocuk istismarının etkisi ara sıra yaşanan ihmale
göre daha düşüktür.
❖ Genel olarak değerlendirildiğinde; bireysel özellikler, aile içi şiddet; tutarsız, gevşek ve sert
disiplin uygulamaları; antisosyal akranlarla ilişki; bilgisayar oyunları ve okula karşı olumsuz
tutumlar şiddet için önemli risk faktörleri olarak görülmektedir.
Şiddet için Kuramsal Açıklamalar
❖ Şiddetin türleri ve özellikleri ise aşağıdaki verilmiştir:
• Doğrudan şiddet; zarar vermek amacı taşıyan bir kişiyle doğrudan karşı karşıya gelme
davranışlarıdır. Dövmek, tehdit etmek, hakaret etmek, itmek doğrudan şiddete girer.
• Dolaylı/ilişkisel şiddet; sosyal ret, sosyal dışlama, dedikodu yapmak gibi davranışları
içerir.
SALİH ÖZ-MERSİN
31
İşlevleri açısından şiddet:
❖ Tepkisel şiddet, kışkırtmaya cevap niteliğinde olan savunmacı davranışlardır. Başkalarının
davranışlarına düşmanca bir biçimde hamlede bulunma eğiliminde olan şiddetin bu türü;
kendini kontrol etme ve dürtüsellik ile ilişkilidir. Ayrıca tepkisel şiddet, sosyal ilişkilerle baş
etme sorunlarıyla da ilişkilidir. Planlı şiddette ise fayda beklentisi vardır. Kasıtlı bir biçimde
yapılır ve dış pekiştireçler ile kontrol edilmektedir.
❖ Planlı şiddet;
❖ yüksek düzeyde liderlik ve sosyal yeterlik becerileriyle ilişkilidir. Aynı zamanda suç içeren ve
antisosyal davranışlarla da ilişkilidir.
Şiddetin Ruh Sağlığı İçin Sonuçları
❖ Spesifik olarak bu çalışmada, zorbalık davranışı göstermek, yaklaşık 6 yıl sonra şiddeti
yaklaşık üçte iki oranında artırdığı ve zorbalık mağduriyeti, şiddeti yaklaşık üçte bir oranında
artırdığı görülmüştür. Bir başka ifadeyle yaşamın erken dönemlerinde şiddet uygulayanların
ve şiddet mağdurlarının sonraki yıllarda şiddet davranışlarında artma eğilimi görülmektedir.
❖ Şiddet davranışı gösteren çocukların yetişkinlik zamanlarında suç ve şiddete meyilli olma,
riskli davranışlar gösterme, madde kullanımı gibi olumsuz anlamda yaşantılar geçirme
ihtimalleri yüksek olmaktadır.
❖ Başka çalışmalarda şiddet olaylarına maruz kalanlarda öz saygıda azalma, psikolojik
travmada artış, okuldan kaçma gibi davranışlarda artış olduğu bildirilmektedir.
❖ Ülkemizde yapılan çalışmalarda öğrenciler arasındaki bir şiddet türü olarak zorbalık
davranışlarının dağılımı şu şekilde olmaktadır: yüzde 30 oranında lakap takma, yüzde 24
oranında söylenti yayma, yüzde 17 oranında göz ardı etme, gruba katılmasına izin vermeme
ve gruptan atma, yüzde 14 oranında vurma veya itme davranışı. 6. sınıftan 10. sınıfa devam
eden öğrencilerin yüzde 20 oranında fiziksel, yüzde 50 oranında sözel, yüzde 13’ünün ise
siber zorbalığa maruz kaldıkları görülmektedir.
❖ Bir şiddet türü olarak zorbalığa maruz kalmış çocukların ruhsal açıdan incelendiği
ülkemizdeki araştırmalar, bu çocukların düşük özsaygı, stres, depresyon, kaygı, intihar
eğilimi, travma sonrası stres bozukluğu, okul korkusu, okuldan kaçma, öfke ve şiddet
eğiliminde artış gibi olumsuz sonuçlar yaşadıklarını göstermektedir.
❖ Şiddetin yukarıda belirtilen olumsuz etkilerini gösteren araştırmaların yanı sıra araştırmalar
bize şiddetin önlenebilir olduğunu göstermektedir.
❖ Okullar, şiddeti ele almak ve önlemek için kritik bir ortam olarak görülebilir ve buna yönelik
okul güvenliği politikaları son yıllarda daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır.
❖ Öğrenciler arasında şiddeti veya riskli davranışları azaltmak için geleneksel olarak kullanılan
yöntemler daha çok disiplin ve cezalandırmaya yönelik önlemlere odaklanmıştır.
❖ Araştırmalar bu uygulamaların okul güvenliğini artırma üzerinde çok az etkili olduğunu hatta
sorunu bazen daha da büyüttüğünü göstermektedir .
❖ Bunu göz önünde bulundurarak okullarda şiddetin azalması ve güvenli okul ortamının
sağlanmasına yönelik okul temelli önleme programlarının önemi son yıllarda daha çok
vurgulanmaya başlanmıştır.
❖ Bunlar arasında, okul temelli olarak uygulanan Sosyal Duygusal Öğrenme (SDÖ)
Programı önemli bir yer tutmaktadır.
❖ Şiddeti Önleme ve Güvenli Okul Okullarda gençler arasında şiddete bağlı davranışları
azaltmak ve öğrencilerin sağlıklı gelişimini desteklemek için, etkili önleme stratejilerinin
geliştirilmesi, değerlendirilmesi ve yaygınlaştırılması için çalışmaların yapılması önemlidir.
❖ Yakın tarihli bir meta-analiz çalışması, şiddeti önlemeye yönelik müdahale çalışmalarının
şiddet davranışlarının azalmasında etkili olduğunu göstermektedir.
SALİH ÖZ-MERSİN
32
❖ Şiddeti önleme programları genel anlamda öğrencilerin duygusal ve sosyal becerilerini
desteklemeye odaklanmaktadır.
❖ Bu tür programlar genellikle yapılandırılmış ve müfredatın içine yedirilmiş ve sınıf temellidir.
Bu programlar, öğretmen-öğrenci bağını ve okul ortamında akranlarla sağlıklı etkileşimi
güçlendirmeyi de içermektedir.
❖ Duygusal ve sosyal beceri eğitiminin kritik bileşenleri arasında duygusal okuryazarlık, öz
kontrol, sosyal yeterlilik, olumlu akran ilişkileri ve kişiler arası problem çözme yer almaktadır.
Bu becerilerin kazanılması açısından bakıldığında okul temelli önleme programları önleyici
ve gelişimsel uygulamaları içermektedir.
❖ Güvenli okullar için olumlu sonuçlar sağlayan okul temelli programların en önemlilerinden
birinin sosyal duygusal öğrenme (SDÖ) olduğu görülmektedir.
❖ Okul temelli SDÖ programları, “çocuğun bütünsel gelişimi” ile ilgilenen eğitime daha
bütünsel bir yaklaşım olarak görülmektedir.
❖ SDÖ, çocuklara öz-farkındalık, öz-yönetim, sosyal farkındalık, kişiler arası ilişkileri yönetme
ve sorumlu karar verme gibi becerileri öğretmektedir.
❖ Bu becerilerin, gelişmiş bilişsel işlevler, akademik başarı, benlik ve diğerleri hakkındaki
tutumlar gibi kısa vadeli faydalarla sonuçlandığı düşünülmektedir.
❖ Araştırmalar, kişilerin ruh sağlığı açısından önemli uzun vadeli faydaların olabileceğini
göstermeye başlamıştır .
❖ Sonuç olarak SDÖ programları doğrudan okullarda şiddeti ve davranış sorunlarını azaltma
potansiyeline sahip olabilir.
Sosyal Duygusal Öğrenme (SDÖ) ve Güvenli Okul İklimi
❖ SDÖ, çocukların yaşam zorluklarıyla daha etkin bir şekilde başa çıkmalarına ve hem
öğrenmelerinde hem de sosyal çevrelerinde başarılı olmalarına yardımcı olan bir dizi temel
sosyal ve duygusal becerinin sistematik gelişimine odaklanmaktadır.
❖ SDÖ çocukların ve yetişkinlerin duygularını tanımak ve yönetmek, sorumlu kararlar vermek
ve zorlu sosyal durumları yapıcı bir şekilde ele almak, başkalarını önemsemek ve ilgi
göstermek, olumlu ilişkiler kurmak için ihtiyaç duydukları bilgi, tutum ve becerileri edindikleri
süreçler olarak tanımlanmaktadır.
❖ SDÖ için, beş temel sosyal ve duygusal beceri kategorisi belirlenmiştir.
Öz-farkındalık: Kişinin duygularını, ilgi alanlarını, değerlerini ve güçlü yanlarını/yeteneklerini
doğru bir şekilde değerlendirme ve sağlam temellere dayanan bir öz güven duygusunu
sürdürme becerisi.
Öz-yönetim: Stresle başa çıkmak, dürtüleri kontrol etmek ve engellerin üstesinden gelmek
için sebat etmek için kişinin duygularını düzenleme kapasitesi; kişisel ve akademik hedefler
belirlemek ve daha sonra bu hedeflere ulaşma yolunda ilerleme becerisi; duyguları yapıcı bir
şekilde ifade etme becerisi.
SALİH ÖZ-MERSİN
33
Sosyal farkındalık: Başkalarının bakış açısını almak ve onlarla empati kurma becerisi;
bireysel ve grup benzerliklerini ve farklılıklarını tanıma ve takdir etme becerisi; toplumsal
davranış standartlarını anlama ve uyma becerisi; aile, okul ve toplum kaynaklarını tanıma ve
kullanma becerisi.
İlişki becerileri: İşbirliğine dayalı sağlıklı ilişkiler kurma ve sürdürme becerisi; uygunsuz
sosyal baskıya direnme becerisi; kişiler arası çatışmayı önleme, yönetme ve çözme becerisi;
gerektiğinde yardım isteme becerisi.
Sorumlu karar verme: Etik standartlar, güvenlik endişeleri, uygun davranış standartları,
başkalarına saygı ve çeşitli eylemlerin olası sonuçları dikkate alınarak karar alabilme
becerisi; karar verme becerilerini akademik ve sosyal durumlara uygulama becerisi; kişinin
okulunun ve toplumun refahına katkıda bulunma becerisi.
❖ SDÖ programını kullanan okullar, öğrencilere öz farkındalık, öz yönetim, sosyal farkındalık,
ilişkiler ve sorumlu karar verme alanlarında beceriler öğretir.
❖ Bu beceriler, çocukların kızgın olduklarında kendilerini sakinleştirmelerine, arkadaşlıklar
başlatmalarına, ilişki çatışmalarını saygılı bir şekilde çözmelerine ve etik ve güvenli seçimler
yapmalarına olanak tanımaktadır.
❖ Bu temel SDÖ becerileri, öğrencilerin şiddetle ve zorbalıkla başa çıkmak için ihtiyaç duyduğu
temel yeterliliklerdir. Zorbalık, birçok okulda yaygın bir sorundur.
❖ Ne yazık ki sorunu azaltmaya yönelik birçok girişim-örneğin failleri cezalandırmak, mağdur
çocuklara zorbalığı görmezden gelmelerini söylemek veya işleri kendi başlarına
halletmelerini söylemek gibi- etkisiz sonuçlar üretmiştir.
❖ Ancak okullar, okul iklimini iyileştirmek ve öğrenciler arasında daha olumlu etkileşimler
yaratmak için belirli adımlar atabilir.
❖ Okullar zorbalığı önleme çabalarını bir SDÖ çerçevesi içine yerleştirdiğinde bu çabalar
okuldaki SDÖ uygulamalarının doğal bir uzantısı hâline gelir ve başarılı olma olasılığı daha
yüksektir.
❖ Bu tür okullar, sıcaklık ve saygı ortamını teşvik ederek hem öğrencilerde hem de personelde
temel sosyal ve duygusal becerilerin gelişimini teşvik edebilir.
❖ Sosyal ve duygusal yetkinliğe sahip öğrencilerin saldırgan, zorbalığın hedefi veya pasif
seyirci olma olasılığı daha düşüktür.
ŞİDDETİN ÖNLENMESİ: OKULLARDA BARIŞYAPICILIK/ARABULUCULUK
UYGULAMALARI
Doç. Dr. Ali Serdar SAĞKAL
❖ Okullar, değerleri, inançları, ilgileri, yetenekleri, motivasyonları ve bakış açıları farklı
öğrencilerin bir araya geldikleri heterojen ortamlardır.
❖ Aynı sınıf ve aynı yaş düzeyinde olsalar bile öğrencilerin bilişsel, duygusal ve davranışsal
gelişim düzeyleri arasında farklılıklar vardır.
❖ Okullardaki ve sınıflardaki kalabalık öğrenci mevcutları da göz önüne alındığında okullarda
öğrenci-öğrenci anlaşmazlıklarının yaşanılmasının kaçınılmaz olduğu söylenebilir.
❖ Bu noktada, önemli olan öğrencilerin yaşamış oldukları bu anlaşmazlıkları hangi yöntemlerle
ele aldıklarıdır.
❖ Öğrencilerden beklenen yaşadıkları anlaşmazlıkları şiddet, saldırganlık ya da zorbalık gibi
davranışlara başvurarak, yıkıcı yöntemler kullanarak çözmeye çalışmak yerine; bu
anlaşmazlıkları yapıcı-barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturmalarıdır (
SALİH ÖZ-MERSİN
34
❖ Alanyazın incelendiğinde araştırmacıların anlaşmazlıkların yaşamın doğal bir parçası
olduğunu; anlaşmazlıkları önlemeye çalışmak yerine bireylere bu anlaşmazlıkları yapıcıbarışçıl bir biçimde nasıl ele alabileceklerini öğretmenin önemli olduğunu vurguladıkları
görülmektedir.
❖ Bu bakış açısını savunan bilim insanları, çatışmaların yapıcı bir biçimde ele alınması
durumunda bireylerin bu süreçten sağlayabilecekleri birçok yarar olduğunu belirtmektedirler.
Örneğin, çocuklara yapıcı anlaşmazlık çözüm becerileri öğretildiğinde çocukların bu
becerileri kullanarak sosyal yaşamda iş birliği yapma, ilişki kurma ve ilişki sürdürme
becerilerinin de gelişeceği vurgulanmaktadır.
❖ Okullarda öğrencilere anlaşmazlık çözüm becerilerinin öğretilmesi sadece okul ortamlarının
değil; uzun vadede iş, aile ve toplum hayatının da barışçıl yönde dönüşmesinde önemli
katkılar sağlayacağı söylenebilir.
❖ Okullarda öğrenci-öğrenci anlaşmazlıklarının yapıcı-barışçıl çözümünü sağlamak için
kullanılabilecek yöntemlerden biri “Barışyapıcılık/Arabuluculuk Uygulamaları”dır.
Barışyapıcılık/Arabuluculuk
❖ Alanyazında, barışyapıcılık/arabuluculuk programlarının iki temel amacı olduğu ileri
sürülmektedir.
❖ Birinci amaç, öğrencilerin okullarda güvenliğinin sağlanması;
❖ ikinci amaç ise öğrencilerin yapıcı-barışçıl anlaşmazlık çözüm becerilerinin kullanıldığı bir
ortamda sosyalleşmelerini ve gelişmelerini sağlamaktır.
❖ Barışyapıcılık/arabuluculuk programları hem dünyada hem de ülkemizde okullarda şiddet
davranışlarının ve disiplin problemlerinin azaltılmasında geleneksel disiplin anlayışına bir
alternatif olarak kullanılan yöntemlerden biridir.
❖ Barışyapıcılık/arabuluculuk, sorun yaşayan iki ya da daha fazla kişinin üçüncü bir nötr kişinin
yardımıyla sorunu çözmek amacıyla bir araya geldikleri bir süreci içermektedir.
❖ Okullarda barışyapıcı olarak eğitilen öğrenciler, üçüncü bir nötr kişi olarak tarafların yapıcıbarışçıl bir çözüme ulaşmaları amacıyla taraflar için müzakere basamaklarını
kolaylaştırmaktadırlar.
❖ Barışyapıcılar, tarafların yaşadığı sorunu çözmeye çalışmamaktadırlar. Bunun yerine, onlar
tarafların sorunlarını çözmelerinde sadece süreci kolaylaştırmaktadırlar.
❖ Barışyapıcının, taraflar üzerinde bir gücü ya da otoritesi bulunmamaktadır. Barışyapıcı ve
taraflar arasındaki ilişki eşitliğe dayanmaktadır.
❖ Barışyapıcılık,tarafların sorunlarını çözüme kavuşturmak için gönüllü olarak bir araya
geldikleri ancak çözüm noktasında kontrolü ellerinde tuttukları bir süreçtir .
❖ Barışyapıcılık, tarafların sorunlarını çözmelerinde gizli bir süreç sağlamaktadır. Bu süreç
sayesinde, taraflar anlaşmazlıklarını daha fazla büyümeden, daha fazla karmaşıklaşmadan
ve üçüncü kişiler olaya dâhil olmadan kendi aralarında çözüme kavuşturabilmektedirler.
❖ Görüşmeler esnasında barışyapıcılar herhangi bir tarafı tutmamakta ya da
suçlamamaktadırlar.
❖ Barışyapıcıların görevi bu süreçte her iki tarafı da iyi bir biçimde dinlemek ve onların kendi
sorunlarına kendi çözümlerini geliştirmelerinde onlara yardımcı olmaktır.
❖ Barışyapıcılık, bireylere anlaşmazlık yaşadıkları kişiyle şiddetin olmadığı bir ortamda
yüzleşebilmeleri fırsatını sunmaktadır.
❖ Adli makamlara, öğrenci davranışları değerlendirme kuruluna ya da okul disiplin kuruluna
yansıması gereken olaylar hariç olmak üzere öğrenciler arasında yaşanan tüm kişiler arası
SALİH ÖZ-MERSİN
35
sorunlar (örneğin, alay etme, lakap takma, dedikodu etme vb.) barışyapıcılıkta ele
alınabilmektedir.
❖ Barışyapıcılığa anlaşmazlık yaşayan tarafların kendileri başvurabileceği gibi öğretmenler ve
okul yöneticileri de tarafları barışyapıcılığa yönlendirebilmektedirler.
❖ Barışyapıcılığın gerçekleşebilmesi için taraflardan her ikisinin de barışyapıcılığı kabul
etmesi gerekmektedir.
❖ Taraflardan biri barışyapıcılığı kabul etmediği takdirde barışyapıcılık
gerçekleştirilememektedir.
Barışyapıcılık, dört aşamadan oluşan bir süreçtir.
Birinci aşama,
❖ kavganın sonlanması ve tarafların sakinleşmesidir.
❖ Yapıcı müzakerelerin gerçekleşebilmesi için öncelikle kavganın sonlanması ve tarafların
sakinleşmesi gerekmektedir.
❖ Kavgaların hemen ardından tarafların barışyapıcılık masasına oturmalarını ve sorunlarını
barışçıl bir biçimde müzakere etmelerini beklemek çok da gerçekçi olmayabilir.
❖ Çünkü bireyler öfkelendiklerinde zaman zaman bu duyguların etkisinde kalabilmekte, sağlıklı
ve gerçekçi kararlar verememektedirler.
❖ Bu nedenle, barışyapıcılar tarafları bir araya getirmeden önce kavganın sonlandığından ve
tarafların sakinleştiğinden emin olmalıdırlar.
İkinci aşama,
❖ tarafların barışyapıcılık desteği almaya karar vermeleridir.
❖ Kavga sonlandığında ve taraflar sakinleştiğinde barışyapıcılık oturumları başlatılabilir.
❖ Sorunun barışyapıcılık ortamında çözülmesini isteme kararı taraflara aittir.
❖ Taraflardan biri barışyapıcılık desteği almak istemezse bu konuda herhangi bir zorlama
yapılmamaktadır.
❖ Barışyapıcılık oturumuna katılmak istemeyen bireyin varsa sadece kaygıları, korkuları ve
soru işaretleri giderilebilir.
❖ Barışyapıcılık oturumlarına katılıp katılmamaya dair son karar taraflara aittir.
❖ Barışyapıcılık görüşmeleri, barışyapıcılar için düzenlenen özel bir odada gerçekleştirilir.
❖ Bu oda, sadece barışyapıcılık uygulamalarının gerçekleştirilmesi için hazırlanmaktadır.
❖ Taraflar görüşmelerini eşkenar üçgen bir masada oturarak gerçekleştirmektedirler.
❖ Eşkenar üçgen masa hem tarafların hem de barışyapıcının eşitliğini temsil etmektedir.
Üçüncü aşama,
❖ müzakere basamaklarının kolaylaştırılmasıdır.
❖ Barışyapıcı, tarafların müzakere basamaklarını kullanarak sorunlarını çözmelerinde
kolaylaştırıcı bir rol üstlenir.
SALİH ÖZ-MERSİN
36
Dördüncü aşama,
❖ anlaşmanın imzalanmasıdır.
❖ Görüşme sürecinin sonunda taraflar anlaşmaya vardıklarında barışyapıcı, barışyapıcılık
formunu doldurur ve imzalamaları için taraflara sunar.
❖ Barışyapıcılık formunun imzalanmasıyla taraflar verdikleri sözlere uyacaklarını yazılı bir
metinle onaylamış olurlar.
❖ Barışyapıcı, yapıcı ve barışçıl bir anlaşmaya vardıkları için tarafları kutlar; anlaşmanın
takipçisi olacağını belirtir.
❖ Ayrıca, taraflar formu imzaladıktan sonra, barışyapıcılar imzalanan bu anlaşma formunu
Rehberlik Servisi içerisinde kilitli bir dolap içerisinde tutulan “Barışyapıcılık Görüşmeleri Kayıt
Dosyası”na koyarlar.
❖ Böyle bir yöntem izlenmesinin sebebi, taraflar ve barışyapıcılar tarafından doldurulan formun
gizliliğinin ve güvenliğinin sağlanmasıdır.
❖
Barışyapıcı öğrenciler, tarafların yaşadığı anlaşmazlığı ele alırken aşağıdaki işlem
basamaklarını takip ederler:
❖ 1. Taraflar yaşadıkları sorunu nedenleriyle birlikte açıklarlar,
❖ 2. Taraflar yaşadıkları duyguları nedenleriyle birlikte açıklarlar,
❖ 3. Taraflar birbirlerinin bakış açısını anladıklarını gösterirler,
❖ 4. Taraflar isteklerini nedenleriyle birlikte açıklarlar,
❖ 5. Taraflar çözüm seçenekleri üretirler,
❖ 6. Taraflar ürettikleri çözüm seçenekleri arasından en adil, yapıcı ve barışçıl çözüm seçeneği
üzerinde anlaşırlar. ,
Uygulayıcılar İçin Adım Adım İşlem Basamakları
❖ Bu kısımda, uygulayıcıların çalıştıkları kurumlarda bu programı kolaylıkla hayata
geçirebilmeleri için izlemeleri gereken işlem basamakları adım adım açıklanmıştır.
ADIM:
❖ Okul Yöneticilerini Bilgilendirmek, Onları İkna Etmek, Onların Desteğini Almak ve Güvenini
Kazanmak Önleyici ve gelişimsel rehberlik kapsamında çalıştıkları kurumlarda barışyapıcılık
programını uygulamak isteyen eğitimciler için en önemli unsur öncelikle bu çalışmanın
önemi ve öğrencilere, okula, ailelere ve topluma sağlayacağı katkılar hakkında okul
yöneticilerini bilgilendirmek, onların desteklerini ve güvenlerini kazanmaktır.
❖ Eğitim kurumlarında inisiyatif alınarak, değişiklik yaratmayı hedefleyen çalışmaların hayata
geçirilebilmesi ve sürdürülebilmesi için bu destek ve adanmışlık mutlaka gereklidir.
ADIM:
❖ Çevre Kurum ve Kuruluşlarla İş Birliğinin Sağlanması Çevre kurum ve kuruluşlar (ör. Millî
Eğitim Müdürlükleri, RAM’lar) ziyaret edilerek okulda başlatılması planlanan barışyapıcılık
programı hakkında kurum yöneticilerine bilgiler verilebilir, onların desteklerinden
yararlanılabilir ve kurumlar arası iş birliği sağlanabilir.
Bu tür çalışmalarda, kurumlar arası iş birliğinin sağlanması, çalışmaya olan inancın ve
motivasyonun artmasını sağlayabileceği gibi projenin okulda sahiplenilmesini ve
yürütülmesini de kolaylaştırabilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
37
ADIM:
❖ Her Bir Öğretmenin Desteğinin Kazanılması Okul sisteminde öğrencilerle en çok etkileşim
içerisinde bulunan üyeler kuşkusuz öğretmenlerdir.
❖ Dolayısıyla bu tür çalışmalarda öğrenciler arasında yapıcı-barışçıl anlaşmazlık çözüm
yöntemlerinin benimsenme ve kullanma oranını artıracak en önemli unsurlardan biri
öğretmenlerin sınıflarda sağlayacağı kolaylaştırma, destek, teşvik ve cesaretlendirmeler
olacaktır.
❖ Dolayısıyla bu süreçte her bir öğretmenin desteğinin kazanılmasının önemi oldukça
yüksektir.
ADIM:
❖ Kullanılacak Eğitim Programının Belirlenmesi, Revize Edilmesi ya da Geliştirilmesi Dördüncü
adımda, barışyapıcı öğrenciler yetiştirmek için kullanılacak eğitim programı belirlenir.
❖ Bu kapsamda, etkililiği bilimsel olarak test edilmiş kanıt temelli programlar kullanılabileceği
gibi uygulayıcılar alanyazında var olan programları öğrencilerinin ihtiyaçları ve gelişim
düzeylerine uygun bir biçimde revize edebilirler ya da alan uzmanlarından destek alarak yeni
programlar geliştirebilirler.
ADIM:
❖ Uygulayıcıların Maddi İhtiyaçların Nasıl Giderileceği Konusunda Okul Yöneticileriyle
Görüşmeleri ve Bütçe Planlamaları Yapmaları
❖ Barışyapıcı öğrencilerin eğitimine başlanmadan önce barışyapıcılık görüşme odasının
hazırlıklarının da yapılması gerekmektedir.
❖ Bu tür bir çalışmanın amacına ulaşabilmesi için barışyapıcı ve taraf öğrencilerin bir araya
gelebilecekleri, sorunlarını masada yüz yüze müzakere ederek çözmeye çalışabilecekleri
nezih, güvenli ve gizliliğin sağlanabileceği özel bir görüşme odasının hazırlanması çok
önemlidir.
❖ Böyle bir odanın hazır hâle getirilmesi, eğitimde kullanılacak malzemelerin satın alınması,
program sonrasında gerçekleştirilecek törende barışyapıcı öğrencilere verilmek üzere
rozetlerin bastırılması vb. harcama kalemleri için bütçe planlaması yapılması gerekmektedir.
ADIM:
❖ Barışyapıcı Öğrencilerin Seçimi ve Eğitimlerin Ne Zaman Gerçekleştirileceğinin Belirlenmesi
❖ Barışyapıcı olarak eğitilecek öğrencilerin belirlenmesinde, (i) öğrenci görüşleri ve (ii) öğrenci
görüşleri sonucunda isimleri belirlenen barışyapıcıların eğitime katılmak için gönüllü olmaları
dikkate alınmalıdır.
❖ Bununla birlikte, barışyapıcı öğrencilerin eğitiminin ne zaman ve nerede
gerçekleştirileceğinin de planlanması gerekmektedir.
ADIM:
❖ Eğitim Programının Uygulanmasının Ardından Bu Eğitime Katılan Öğrenciler İçin Geniş
Katılımlı Bir Rozet Takma Töreni Düzenlenmesi
❖ Eğitim programının uygulaması tamamlandığında uygulayıcıların geniş katılımlı bir tören
düzenlemeleri önerilmektedir.
❖ Bu kapsamda, il/ilçe millî eğitim müdürleri ve şube müdürleri, rehberlik ve araştırma merkezi
müdürü ve psikolojik danışmanları, ilgili eğitim uzmanları, çalışmanın yürütüldüğü okulun
psikolojik danışmanları, bazı öğretmenleri ve barışyapıcılık programına katılan öğrencilerin
bir araya geldiği geniş katılımlı bir tören düzenlenebilir.
❖ Bu törende, barışyapıcı öğrencilere barışyapıcılık yemini yaptırılabilir ve öğrencilere
barışyapıcı rozetleri takılabilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
38
ADIM:
❖ Okulda Arabuluculuk Uygulamaları Başlatılmadan Önce Tüm Şubelerde Tanıtım Yapılması
❖ Barışyapıcılık programı uygulandıktan ve geniş katılımlı bir tören gerçekleştirildikten sonra
okulda yoğun bir biçimde tanıtım, bilgilendirme ve farkındalık toplantılarının
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
❖ Uygulayıcıların, barışyapıcılık projesinin içeriği, kapsamı ve işleyişi hakkında okuldaki tüm
öğrencileri bilgilendirmeleri çok önemlidir.
ADIM:
❖ Barışyapıcılık Sürecinin Yürütülmesi
❖ Okul genelinde tanıtım, bilgilendirme ve farkındalık etkinliklerinin gerçekleştirilmesinin
ardından okulda barışyapıcılık süreci başlatılmalıdır.
❖ Bu kapsamda, barışyapıcılarla iki haftada bir dönüşümlü olarak hatırlatma etkinlikleri
işlenebilir ve barışyapıcılık gerçekleştiren öğrencilere bire bir süpervizyon verilebilir.
ADIM:
❖ Projenin Etkililiğinin Değerlendirilmesi
❖ Okullarda önleyici ve gelişimsel rehberlik çalışmaları kapsamında yürütülen barışyapıcılık
programının amacına ulaşıp ulaşmadığını, etkililiğini ve sürdürülebilirliğini tespit etmek için
hem uygulama sürecinde hem de uygulama tamamlandıktan sonra sistematik ve bilimsel
değerlendirmeler yapılabilir.
❖ Programın etkilerinin değerlendirilmesinde nicel ve nitel ölçme araçlarından yararlanılabilir.
ZOR KİŞİLİKLERLE İLETİŞİM
Prof. Dr. Hasan YILMAZ
Dersimizin Amacı: Her ortamda çevremizde bulunması muhtemel ve çoğu zaman da
birlikte çalıştığımız; dinleme, anlama, anlaşma ve uzlaşma konusunda güçlük yaşayan
insanların özelliklerini, bu tutumlarının sebeplerini ve onlarla birlikte yaşamak ve çalışmak
için sahip olmamız gereken iletişim becerilerini kazandırmak.
Bu dersi izleyen katılımcılar;
Zor insanın tanımını yapabilir.
Zor insan kapsamına giren davranışları tanıyabilir, ayırt edebilir.
Zor insan olmanın sebepleri ve şartlarını söyleyebilir.
Zor insan kapsamına giren tavır ve davranış örüntülerini gruplayabilir.
Zor insanlarla birlikte yaşamak ve çalışmak konusunda yöntem ve becerileri edinir.
Dersimizin İçeriği:
Dersimizin akış şeması aşağıda özetlenmiştir:
❖ 1. Zor insan Kimdir?
Zor insan olarak nitelenen kişilerde sıklıkla gözlenen davranışlar nelerdir?
Zor kişilik nasıl ortaya çıkar ve gelişir?
Zor insan tanımına giren kişilerin kategorileri
Zor insanlarla birlikte yaşamak ve çalışmak konusunda yöntemler.
SALİH ÖZ-MERSİN
39
Zor İnsanın Tanımı ve Davranışları
❖ Aynı ortamda bulunulduğunda kişide öfke, huzursuzluk, korku, endişe, sıkıntı gibi duygular
yaşatan; dinleme, anlama, anlaşma ve uzlaşma konusunda bilgi ve beceri eksikliğinden
kaynaklanan sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olan insanlar için kullanılan bir kavramdır.
❖ Literatürde zor insan patolojik çerçevede ele alınmasa da hem kendileri hem de yakın
çevresi için yaşama sevinci ve yaşam enerjisini azaltan, bireysel ve kurumsal verimliliğe,
motivasyona zarar veren etkilerinden dolayı son yıllarda inceleme konusu hâline gelmiştir.
❖ Kendimiz ya da karşımızdakinin zor insan olup olmadığına karar vermek çoğu zaman kolay
değildir.
❖ Bir davranışın kişilik özelliği ile ilişkilendirilmesi için devamlılığı (sürekliliği) ve farklı
ortamlarda aynı anlayış ve davranış kalıplarının gözleniyor olması önemli bir kriterdir.
❖ Bir insan veya kendimiz sıklıkla ve aşağı yukarı her ortamda zor iletişim kurulabilen, dostane
tavırdan uzak, anlayışsız, dinleme ve empati becerisi sınırlı, “öteki”ne karşı ön yargılara
sahip bir tutum sergiliyorsa zor insan olma ihtimali güçlüdür.
❖ Bir insanın gözlenebilir “anlama ve anlaşılma çabası” onun zor insan olup olmadığının
önemli bir göstergesidir. Anlama ve anlaşılma çabasının temelinde de “dinleme becerisi” yer
alır.
❖ Diğer bir ifade ile “dinleme becerisi”ne bakılarak bir kişi hakkında önemli ip uçları elde
edilebilir.
Zor Kişilik Nasıl Ortaya Çıkar ve Gelişir
❖ İletişim; kaynaktan, alıcıya bir kanal kullanılarak mesajın iletilmesi ve alıcıdan da kaynağa
geri bildirim verilmesi şeklinde işleyen iki yönlü bir süreçtir.
❖ Birisinin sözlerine ve yaptıklarına karşılık verirsiniz, o da sizin söylediklerinize ve
davranışlarınıza tepkisini gösterir.
❖ Sağlıklı iletişimin ön koşulu; kendini (ihtiyaç, duygu) iyi tanımak ve mesajları doğru kanalı
kullanarak açık ve anlaşılır şekilde vermektir.
❖ İletişimde geri bildirimin de yeri ve önemi çok büyüktür.
❖ Mesajdan ne anlaşıldı ve ne kadar anlaşıldı; karşı tarafın mesaj sonrası duygu ve
düşünceleri ancak geri bildirim sayesinde ortaya çıkar ve sağlıklı iletişim bu şekilde sürer.
❖ Doğduğumuz andan itibaren diyalog içinde olduğumuz insanlardan en iyi geri bildirimi almak
için nasıl davranmamız gerektiğini öğreniriz.
❖ Bebek ağladığı zaman annesinin yanına geleceğini, karnını doyuracağını ya da altını
temizleyeceğini bilir.
❖ Diğer bir ifade ile doğar doğmaz bağırıp çağırdığımızda istediğimizi elde edebileceğimiz
bilgisini ediniriz.
❖ Yaşımız ilerledikçe sadece sözlerin yetmediğini, bu sözlere saygı, sevgi gibi duyguları
katmayı, dahası iletişimimize beden dilinin de eklemeyi öğreniriz.
❖ Gelişim psikologları kişiliğimizin temel ögelerinin çok küçük yaşlarda oluştuğunu
söylemektedir.
❖ Yaşantı ürünün olan olayların, bizi yetiştirenlerin yaklaşımlarının etkisiyle kendimize,
dünyaya ve olaylara ilişkin yargılarımız, yaklaşım tarzlarımız şekillenmektedir.
❖ Başta anne ve babamız olmak üzere model aldığımız kişilerden gördüğünüz karşılık (tutum
ve tavırlar) zaman içinde kendi davranış kalıplarımıza, tutum ve değer yargılarımıza
dönüşür. Örneğin, dış dünyanın ve diğer insanların; güvenilmez, tehlikeli kişiler olduğu
inancını edinebilir ya da kendimizi değersiz, yetersiz algılayabiliriz.
❖ Aşırı korumacı bir anne babanın çocuğu büyüdüğünde problemlerini başkalarının çözmesini
bekleyebilir. “Helikopter ebeveyn” tutumu ile büyüyen bir çocuk; dünyanın kendi etrafında
dönmesi gerektiğine inanabilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
40
❖ Bunun bir sonucu olarak da tüm diğer insanların kendisinin ilgi ve ihtiyaçlarına cevap
vermesi ve her şeyin kendi istek ve arzularına göre şekillenmesi gerektiğine inanabilir.
❖ Bu konuda eğitimci arkadaşlarıma “Bağlanma Kuramı”nı araştırmalarını ve öğrenmelerini
tavsiye ederim.
❖ Kısaca belirtmek gerekirse bir insanın çocukluğunda özellikle ebeveynleri ile oluşturdukları
iletişim tarzı ileri yaşlarda başka insanlarla iletişim kurarken aynı şekilde kullanılır.
❖ Ebeveynlerine güvensiz bağlanma, yetişkin yaşamda da diğer insanları güvenilmez bulma
şeklinde devam eder.
❖ Ya da kaygılı bağlanmanın sonucu da yetişkinlik yaşamındaki ilişkilerinde benzer sonuçla
ortaya çıkarır.
❖ Tüm insan davranışları varlığını sürdürmeye, kişilik bütünlüğünü korumaya dönüktür. Bazı
insanlar bunu sağlamak için sağlıklı tutumlar edinirken bazıları defans mekanizmalarını
abartılı kullanarak sağlıksız ya da patolojik tutum ve davranışlara başvurur.
❖ Genelde, zor insanlar kötü niyetli değildir.
❖ Hayatlarını kendilerini korumak üzere kurmaya çalışırlar çünkü “Dünya adaletsizdir ve onlar
kurbandır!”.
❖ Zihinlerinde bir karmaşa vardır, bu da onları hayatta gerçekten yapmak istediklerinden
alıkoyar.
❖ Dünya görüşlerini destekleyecek sürekli bir kanıt arayışı içindedirler. Bu nedenle zor
durumlara başvururlar.
Zor İnsan Tanımına Giren Kişilerin Kategorileri
Zor kişilikleri çeşitli kriterlere göre gruplamak mümkündür.
Özellikle kurumsal yapı içinde değerlendirildiklerinde üç grup insanla karşılaşırız.
Bunlar;
İnaktif,
Reaktif ve
Proaktif olarak isimlendirilir.
İnaktif kişiliğin en belirleyici özelliği
aşırı uyum davranışı sergilemeleridir. “Evet efendim!” olarak da isimlendirilen bu davranış
ve iletişim tarzını sergileyen kişiler kendi görüş ve düşüncelerini ortaya koyamazlar.
❖ Özellikle otorite olarak gördükleri kişilerin her türlü düşünce, görüş ve önerilerine derhal ve
sorgusuz katılırlar.
❖ “Yatan mutlular” olarak da tanımlanan bu kişiler kendi yaşamlarına veya kurumsal işleyişe
olumlu bir katkıda bulunmazlar.
Reaktif kişiliğin en önemli özelliği
ise hemen her görüş, düşünce veya öneriye spontane karşı çıkmaları, muhalefet etmeleridir.
❖ Ortaya atılan görüş ve öneriyi sorgulamazlar, üzerinde düşünmezler ve sadece karşı
çıkarlar.
❖ Karşı çıktıkları veya muhalefet ettikleri duruma ilişkin bir öneri veya karşı görüş bildirmezler.
“Karşı çıkmak için karşı çıkma” bir yaşam biçimi olarak yerleşmiştir.
❖ Üç-altı yaş çocuğunda gözlenen ve o yaş grubu için normal hatta sağlıklı kabul edilebilecek
“inatçılık” davranışını aşamamış ve o gelişim düzeyinin sorun çözme ve varlığını kanıtlama
yöntemine takılı kalmış bireylerdir.
❖ Bu kişiler de içinde bulundukları kurum için bir artı değer yaratamazlar.
❖ Bu iki grubun dışında proaktif insan ise en sağlıklı davranış ve sorun çözme yöntemine
sahiptir.
SALİH ÖZ-MERSİN
41
Proaktif kişi
hem sorgular hem çözüm önerir.
❖ Diğer bir ifade ile içinde bulunduğu durumu ya da sorunu sorgulamakla kalmaz sorgu ve
eleştirisinin sonuna bir çözüm önerisi ekler.
❖ Yapıcı, uzlaşmacı ve amaca yöneliktir.
❖ Diğer bir sınıflamayı insanların “sorunlar karşısındaki duruşu” bakımından yapabiliriz.
❖ Bir sorunla karşılaşıldığında insanların soruna karşı takındıkları tavır da birbirinden farklı
olmaktadır.
Bu kriter açısından da üç grup kişilik karşımıza çıkmaktadır:
Sağlıklı insan,
Normal insan,
Sağlıksız insan.
Sağlıklı insan
❖ Hayatın her dönemi ve her türlü ortamda sorunlar kaçınılmaz hatta geliştiricidir.
❖ Bu açıdan bakıldığında sorunların olmaması değil, insanların sorunlar karşısındaki duruşları
önemlidir.
❖ Sağlıklı insan sorunların farkındadır.
❖ Sorunu çözmek için gözlenebilir çabalar sergiler.
❖ Bu çabaları amaca yönelik, uzlaşmacı ve yapıcıdır.
❖ En bilinen ifade ile amacı “Üzüm yemektir.” Sorunların çözümünde her iki tarafın ya da
tarafların da kazanabileceği veya en az kayıpla uzlaşabilecekleri sonuca odaklanır.
❖ “Haklısın-haksızsın” tartışmasına girmez.
❖ “Köpek balığı” taktiği denilen “Haklı olmak için güçlü olmak yeterlidir.” anlayışını
benimsemez.
❖ Ya da “Ne şiş yansın ne kebap!” şeklinde özetlenebilecek “oyuncak ayı” yöntemini
kullanmaz.
❖ Günlük hayatta çoğu insan “normal” olmayı “iyi” olmakla eş değer zanneder. Hâlbuki
özellikle sorun çözme süreci açısından sağlıklı insan ile normal insan arasında önemli farklar
vardır.
Normal insan,
❖ Normal insan da sorunların farkındadır.
❖ Ancak o sorunları çözmek için bir çaba harcamaz, sorunlarla birlikte yaşamayı seçer. “Benim
adım hıdır, bildiğim budur.”, “Böyle gelmiş, böyle gider.”, “Bir benim çabamla ne olacak?”,
“Herkes böyle yapmıyor mu?”… şeklinde kendine göre mantığa bürünün ve sorunları
“halının altına süpürür”.
❖ Normal olmayı sağlıklı tutumdan ayıran da bu anlayıştır.
❖ Unutulmamalıdır ki bazen kurumlar ve toplum da “hastalanır”.
❖ Kurumlarda veya toplumda, alışılagelmişi veya eskiden beri süregelen anlayış ve
yaklaşımları takip etmek ve onları doğru kabul etmek “sağlıklı” olmanın kriteri sayılmazlar.
Bu “normal” anlayış, gelişme ve ilerlemenin önünde de önemli bir engel oluşturur.
❖ “Statükocu anlayış” olarak da kavramlaştırılabilecek bu sorun çözme yaklaşımına “normal
insan”larda rastlanır.
SALİH ÖZ-MERSİN
42
Sağlıksız insan.
❖ Sorun çözme karşısında “sağlıksız tutum” sergileyen insanların ise en belirleyici özelliği iki
defans (savunma) mekanizmasını sıklıkla kullanmalarıdır.
❖ Bunlar “neden bulma” ve “yansıtma”dır.
❖ Bu gruba giren insanlar bir sorunla karşılaştıklarında başka insanları veya başka durumları
suçlamayı alışkanlık hâline getirmişlerdir.
❖ Parmakları her zaman birilerini ve bir şeyleri gösterir.
❖ Tahmin edilebileceği gibi bu insanların en önemli eksikliği “Ben sorumluyum.” diyememeleri,
başka bir ifade ile sorumluluk alamamalarıdır.
❖ Evde bir sorun varsa eşi, çalıştığı kurumda bir sorun varsa yöneticiler suçludur. Bu neden
bulma “kader kurbanı” olmaya kadar uzanır.
❖ Bu durum; ayağı takılıp düşen bir çocuğu teselli etmek için halının ya da zeminin dövüldüğü;
masaya başını çarptığında ahşabın cezalandırıldığı bir çocuk yetiştirme anlayışının doğal bir
sonucu olarak görülebilir.
Zor kişilikler, yaşam enerjilerini nasıl harcadıklarına bakılarak da tanınabilir ve
gruplandırılabilirler.
❖ Yaşam enerjisi her türlü etkinlik, sorun çözme, üretkenlik ve mutluluğumuz üzerinde etkili
olan içsel bir güç olarak tanımlanabilir.
❖ Genellikle üç ayrı enerji kaynağının birleşiminden ortaya çıkan bu enerji yaşam doyumumuz
üzerinde de belirleyicidir.
❖ Bu üç enerji kaynağımızın biri “fiziksel enerji”, diğeri “zihinsel enerji” ve üçüncüsü de
“duygusal enerjidir”.
❖ Fiziksel enerji; beden sağlığımız, beslenmemiz, uyku düzenimiz gibi yaşam alışkanlıklarımız
tarafından belirlenir.
❖ Düşünme, okuma, problem çözme gibi etkinlikler “zihinsel” enerji ile ilgilidir ve bu tür
etkinliklerin hayatımızda yer alması zihinsel enerjimizi artırır, geliştir.
❖ Kendilik değerimiz konusunda kendimizin sahip olduğu düşünceler; diğer bir ifade ile
kendimize kendimizin biçtiği değer ise “duygusal” enerjimizi oluşturur.
❖ Bu üç enerjinin toplamı ise yaşam enerjisi olarak her türlü etkinliğimizde belirleyici bir güce
sahiptir. Elbette bu üç enerji birbiri ile de etkileşim hâlindedir.
❖ Fiziksel enerjisi düşük bir insanın (egzersiz yapmayan, beslenme ve uyku düzenine dikkat
etmeyen) zihinsel ve duygusal enerjisi de düşük olacaktır.
❖ Ya da okumayan, sorgulamayan, problem çözmeyen yani zihinsel enerjisi düşük bir insanın
duygusal enerjisi de bundan olumsuz etkilenecektir.
❖ Aynı şekilde kendisini değersiz, işe yaramaz, beceriksiz ya da çirkin gören birinin hem
fiziksel hem de zihinsel enerjisi bu algısından (duygusal enerjisinden) etkilenecektir. İşte, bu
noktada bir insanın yaşam enerjisini nasıl harcadığına bakılarak da onun ne ölçüde zor bir
kişilik olduğu anlaşılabilir.
❖ Zor kişilikler genellikle yaşam enerjilerini ziyan eden, boş yere harcayan insanlardır.
❖ Şimdi bizim de belli düzeyde bu insanlardan biri olduğumuzu aklımızda tutarak yaşam
enerjisinin nasıl ve ne yaparak ziyan edildiğine örnekler verelim.
SALİH ÖZ-MERSİN
43
❖ Aşağıda mutsuz ve verimsiz insanın düşünce ve davranış tarzlarına ilişkin örnekler
verilmiştir:
❖ 1. Genellikle geçmiş ve gelecekte yaşarlar, “şimdi ve burada”yı ıskalarlar. Diğer bir ifade ile
bu insanların “geçmişi geçmemiştir”. Ya da, belki de hiç ortaya çıkmayacak geleceğin olası
olumsuzluklarına ilişkin kaygılarını bugün bütün yoğunluğu ile hissederler. Kısaca hayatı,
şimdiki zamanı ziyan eder, ıskalarlar.
❖ 2. Mazeret üretmekte, suçlu bulmakta ustalaşmıştırlar. Abartılı bir benzetme ile “otomobilleri
ile giderken ağaca çarptıklarında, ağacı trafik kurallarından habersiz olmakla suçlarlar”.
❖ 3. “Kurban rolü”nü sıklıkla oynarlar. Onlar hep mağdur edilmiş, hakkı yenmiş, hak ettikleri
verilmemiş insanlardır. Bu noktada bir hatırlatma yapmak istiyorum: “Bir insan sizi sizin izin
verdiğiniz kadar üzebilir, kullanabilir ya da incitebilir.”Kurban rolünün oynamayı seçen insan
aslında kurban edilmek için davetiye de çıkarır. Bu yolla toplamayı umduğu ilgi onun yaşam
kaynağını oluşturur. 449
❖ 4. Negatif seçicidirler. Yaşam alanlarında mevcut olan ya da sahip oldukları “iyi” ve “olumlu”
şeyleri görmezler. Buna karşılık en küçük olumsuzluk ya da eksikliği abartmayı ve
genellemeyi tercih ederler. Bu tür insanlardan “Hiçbir şey yolunda değil!”, “Neye elimi atsam
bir aksilik çıkıyor!”… gibi ifadeleri çok sık duymak mümkündür.
❖ 5. Beyinlerini âdeta “kuruntu üretim fabrikası” gibi kullanırlar.
❖ 6. Bazıları ise herkesi memnun etme çabasını o derece abartırlar ki kendi duygu, düşünce
ve ihtiyaçlarını neredeyse hiç önemsemezler. Başka bir ifade ile “aşırı adanmış” bir yaşam
sürerler. Bu adanmışlık bazen aile ve çocuklarına bazen de iş yaşamı veya bir ideolojiye
ilişkin olabilir. Neye ilişkin olursa olsun bu durum kendini ortadan kaldırma ile aynı anlama
gelmektedir.
❖ 7. Her şeyi kontrol etme çabası içinde olmak da yaşam enerjisini ziyan etmenin bir başka
yoludur. Söz buraya gelmişken eski bir yazıtta rastlandığı söylenen şu sözü paylaşmak
istiyorum: Tanrım; bana değiştirebileceklerimi değiştirebilmem için güç,
değiştiremeyeceklerime katlanmam için sabır; ikisini birbirinden ayırt edebilmem için akıl
ver.”
Zor İnsanlarla Birlikte Yaşamak ve Çalışmak Konusunda Yöntem ve Öneriler
❖ Zor kişiliklerle yaşarken yapılması önerilenler, edilgen bir şekilde onlara boyun eğme ve
davranışlarını onaylamayı değil, etkin bir şekilde onlardan kendimizi korumayı içerir.
❖ Her türlü insan karşısında “model davranış sergilemek” yapılabilecek en doğru davranıştır.
Bu gerçekten hareketle bir insanın geliştirebileceği en değerli beceri “iletişim becerisi”dir.
❖ Bir insanın yaşam doyumu, mutluluğu ve verimliliği iletişim becerisi ile doğru orantılıdır. Zor
insanlarla birlikte yaşamak ve çalışmak konusunda da en temel öneri budur.
Zor kişilikler karşısında sergilenmesi gereken iletişim becerisini kısaca özetlemek
gerekirse şunlar söylenebilir:
Verilmesi gereken mesaj;
❖ • Dolaysız,
❖ • Hemen,
❖ • Açık bir şekilde,
❖ • Dürüstlükle ve
❖ • Karşıdakini incitmeden iletilmelidir.
SALİH ÖZ-MERSİN
44
Zor insanlarla iletişimi büyük ölçüde imkânsız kılan veya sorunu daha da ağırlaştıran
tutumlar ise şöyle özetlenebilir:
❖ • Aynen karşılık verme,
❖ • Problemi ele almak yerine savunmaya geçme,
❖ • Söylenenlerin ne anlama geldiğini dikkate almama,
❖ • Ürkme ve şaşırma,
❖ • Tepkisiz kalma (öfkeden dili tutulma)
❖ • O anda bir şey düşünememe
❖ Genel olarak söylemek gerekirse karşımızdaki insanın davranışının altında yatan sebepleri,
hangi psikolojik ihtiyacından kaynaklandığını bilirsek ona karşı göstermemiz gereken tepkiyi
de bu oranda doğru seçebiliriz.
❖ Daha önce belirtildiği gibi, hiçbir insan davranışı amaçsız değildir ve tüm davranışlarımız
özellikle bir psikolojik ihtiyacı karşılamaya dönüktür.
❖ Örneğin kendini koruma ihtiyacı içinde davranan güvensiz bir zor kişiliğin karşısında onun
güvende olduğunu hissettirecek bir tutum daha sağlıklı bir iletişim atmosferi oluşturacaktır.
❖ Reaktif (sadece eleştiren ve saldırgan) kişilik üzerinden bir örnek vermek gerekirse
bu insanların davranışlarının altında yatan psikolojik alt yapısı şöyle analiz edilebilir:
Kendilerini enerji küpü sanırlar.
Ne var ki bu enerji yapıcı değil, yıkıcıdır.
Kendilerini güçlü gösterme ihtiyacı duyarlar.
Haklı olmanın ve hakkını elde etmenin güç ile gerçekleşeceğine inanırlar.
Ne var ki “güç” elbisesinin altında “korkaklık” vardır.
Bir tür suçluluk duyarlar.
Çünkü başkalarından onların zayıflıklarının her an farkına varacakları endişesi taşırlar.
Yalnızlık çekerler.
Çünkü saldırgan tavırları nedeniyle insanlar onlardan uzak durur.
İç dünyaları aslında ıssız bir çölü andırmaktadır.
Gerçek, içten ve derin dostluklardan mahrumdurlar.
Tehdit altında olduklarını düşünürler.
Özellikle de dış görünüşlerindeki öz güvenin yapmacık olduğunu anlaşılması durumunda
tehdit algısı artar ve bu durum onları daha agresif yapabilir.
Sıkıntıdan bunalırlar.
Özellikle de etraflarında yapıcı ve üretken insanlar gördüklerinde onların enerji ve hızına
ayak uyduramama bu sıkıntıyı artırır.
❖ Reaktif insan davranışının altında yatan bu dinamikleri bilen bir partner ya da yönetici tüm bu
irrasyonel düşünce kalıplarını boşa çıkaracak tutum ve davranış sergileyerek zor insanla
birlikte çalışabilir ve gerekli süreyi tanır aceleci bir beklenti içine girmezse ondaki olumlu
değişmeyi görebilir.
SALİH ÖZ-MERSİN
45
Bir başka örneği kötümser (negatif seçici) zor kişilik üzerinden verelim:
Bu tür insanlar,
kötümserlikleri sayesinde kendilerini gelecek başarısızlıklara karşı korumaya çalışır.
Nadiren bir işi tamamlamak için öneri getirirler. D
ahası, sizin getirdiğiniz önerilere de hep olumsuz yaklaşırlar.
❖ Temel psikolojik ihtiyaçları güvenliktir.
❖ Kendilerinin ortaya koyacakları olası bir başarı bile onları korkutur.
❖ Çünkü her başarı çevrelerinde yeni başarı beklentisi oluşturacaktır ve bir gün mutlaka bu
beklentilere cevap veremeyeceklerine inanırlar.
Bu iki örnekten yola çıkarak şu çıkarımda bulunabiliriz:
İnsanı zor kişi yapan korkudur.
Bunun da çözümü insanların özellikle psikolojik olarak güven içinde olduklarını
deneyimlemeleri ve bunu uzun bir süre içinde test ederek ikna olmalarıdır.
Bu çözüm yolunun burada anlatıldığı ya da yazıldığı kadar kolay gerçekleşmeyeceğinin
farkındayım.
Ancak bu zor kişiliklerle birlikte yaşamak ve çalışmak zorundaysak bunu onlardan önce
kendimizi geliştirip değiştirerek başarabiliriz.
Başka bir ifade ile ve özetle şunu söyleyebilirim:
❖ Zor insanı değil, ona yaklaşımımızı değiştirmek en sağlıklı çözümdür.
❖ Bu konuda yapılabilecek en önemli tavsiyelerden biri de her türlü olumsuzluk ya da kışkırtma
karşısında bile soğukkanlılığını (sakinliğini) koruyabilmektir.
❖ Kafamızın içinde bir trafik lambası olduğunu düşünerek kışkırtma ve olumsuzluklar
karşısında “kırmızı ışığı” yakarak durmak, “sarı ışığı” yakarak düşünmek ve seçeneklerimizi
görüp değerlendirmek için kendimize verdiğimiz bu sürenin sonunda “yeşil ışığı” yakarak
tepki göstermek hem kendimiz hem de karşımızdaki zor kişilik için en sağlıklı yoldur. Sakin
kalabilmek hem bir erdem hem bir olgunluk ölçütü hem de faydalı sonuçlarını daha sonra
göreceğimiz model davranıştır.
Tüm bu önerilerin işe yaramayacağını düşünüyorsanız son olarak şunu tavsiye
ediyorum:
Zor insanla aranıza mesafe koymayı öğrenin.
Zor kişiliklerle araya mesafe koymada uygulayabileceğiniz yöntemler şöyle
özetlenebilir:
• Kırık plak:
Dikkatle düşünüp kendinize bir “kırık plak” cümlesi hazırlayın.
Zor kişinize kendisini duyduğunuzu belirtip bu kırık plak cümlesini üst üste tekrarlayın.
Örneğin: “Söylediklerini duydum ve bugün konuşacak durumda değilim.” – “Şimdi işe gitmem
gerekiyor.” – “ Kızgın görünüyorsun ve ben şimdi tartışmak istemiyorum.”
• Konunun içeriğini bırakıp ilişkiyi tanımlama:
Zor kişiniz alışılmış davranışları sergilemeye başladığında söylediklerine aldırmayıp
yaptığına işaret etmek.
Örneğin: “Konuşmayı bu şekilde sürdürürsek nerede gideceğimize karar veremeyeceğiz.” –
“Eski sorunları bir kenara 451 bırakırsak işi daha iyi planlayabiliriz.”
“Birbirimize bağırıp çağırdığımız sürece sorunu çözemeyiz.”
SALİH ÖZ-MERSİN
46
• Ortam değişinceye kadar konuşmaya ara verme:
Karşıdaki kişinin öfkesinin, dırdırının ya da suskunluğunun nedenini tümüyle göz ardı edip
konuşmayı ertelemek.
Örneğin: “Gördüğüm kadarıyla şu anda çok öfkelisin.
En iyisi bu konuyu öğleden sonra ele alalım.” – “Şu anda kendini iyi hissetmediğinin
farkındayım. Daha sonra konuşalım.”
• Kendinden emin erteleme:
Zor kişinize göstereceğiniz tepkiyi sizin daha sakin ve kafanızın daha duru olduğu bir
zamana bırakmak.
Örneğin: “Şu anda bu konuyu konuşmaya hazır değilim.”
– “İlginç bir fikir; bana düşünmem için izin vermeni istiyorum.”
• Sislendirme:
Karşınızdaki kişinin isteğini ve görüşlerini kendi sözlerinizle kısaca özetlemek(böylece onu
dinlediğinizi ve anladığınızı göstermiş olursunuz) ve kendi düşündüğünüz şekilde tutum
almak. (Bu yöntem kırık plak cümlesi yönteminin biraz daha hafifletilmiş şeklidir.
Örneğin:
“Bu konunun sizin için çok önemli olduğunu anlıyorum. Maalesef şimdi işe gitmek
zorundayım.”
– “Şikâyetlerini dinledim ve bunları daha sonra görüşmek istiyorum.”
– “İşaret ettiğin olumsuzlukları anlıyorum; artık olumlu noktalara bakmamız gerektiğini
düşünüyorum.”
Her zor insan aynı özelliklere sahip değildir. Karşımızdaki kişiyi zor insan grubuna koyan
temel özelliği bilinirse onun karşısında sergilenmesi gereken tutum ve davranış da
farklılaşacaktır.
Bu konuda belli başlı zor kişilikler karşısında takınılması gereken tutum ve
sergilenmesi gereken davranışlara aşağıda kısaca değinilecektir:
Saldırgan Kişilikler:
❖ Biraz boşalmalarına izin verin.
❖ Kibar davranmaya kalkışmayın.
❖ Adlarıyla hitap etmek gibi bir yöntemle dikkatlerini çekin.
❖ Oturtmaya çalışın (Oturan kişi daha az saldırgan olur.).
❖ Göz teması kurun.
❖ Düşündüklerinizi etkili ve kendinizden emin bir biçimde ifade edin.
❖ Söylediklerini tartışmayın, sözlerini kesmeyin.
❖ Dostça davranmaya hazır olun.
Sürekli Yakınanlar:
❖ Kendinizi sorumluymuş gibi hissetseniz de sabrınız taşsa da dinleyin.
❖ Söylediklerini başka sözcüklerle ve kısa cümlelerle kendisine tekrarlayarak esas söylemek
istediklerini saptamaya çalışın.
❖ Görüşlerini o an makul bulsanız bile, sakın söylediklerini onaylamayın ya da kendisinden
özür dilemeyin.
❖ “Suçlama-savunma-karşı suçlama” kısır döngüsüne düşmeyin.
❖ Yorum yapmadan olguları belirtin.
SALİH ÖZ-MERSİN
47
❖ Özgül, açık uçlu sorularla kendisini sorunu çözmeye yönlendirin.
❖ Hiçbiri işe yaramazsa “Peki, sen ne öneriyorsun?” diye sorun.
Suskun Tepkisizler:
❖ Suskunluğun, tepkisizliğin ne anlama geldiğini yorumlamaya kalkışmayın.
❖ Suskunu konuşturmaya çalışın.
❖ Açık uçlu sorular sorun.
❖ Yanıtı sabırla bekleyin.
❖ Sessizliği kendi konuşmalarınızla doldurmaya çalışmayın.
❖ Olaylarla veya durumla ilgili kendi yorumunuzu yapın.
❖ Tekrar açık uçlu sorular sorun.
❖ Eğer suskununuz konuşmaya başlarsa yorum yapmadan dinlemeye gayret edin.
❖ Suskununuz tepkisiz kalmayı sürdürüyorsa görüşmeyi kesin ve tekrar görüşmek üzere bir
zaman belirtin.
Kötümserler:
❖ Kendinize ve ekibinizi koruyun; kötümserliklerini size de bulaştırabilirler.
❖ Geçmişte benzer durumların nasıl başarıyla aşıldığını iyimser ama gerçekçi bir dille anlatın.
❖ Değişik seçenekler üzerinde görüşüyorsanız ilk önce en kötü durumda ne olabilir, bunu siz
gündeme getirin.
❖ Kötümserin söylediklerini gelecekte aşılması gerekebilecek sorunlar olarak görün.
❖ Ne yapacağınızı kaçamaklar yapmadan doğrudan ifade ederek kendi başınıza davranmaya
da hazır olun.
❖ Her şeyi ince eleyip sık dokuyanlara bir kere de kendilerini hazır hissetmeden harekete
geçmeyi önerin.
Çokbilmişler
❖ Bu kişiler dayanılmaz bir mantık silsilesi ve bilgilerine olan güvenleriyle, sizi aptal, beceriksiz
konumuna düşüren ve savunmaya zorlayan insanlardır.
❖ Bu kişilere iletişim kurmak için önceden düşüncelerinizi sıraya koymanız ve birlikte ele
alacağınız konuyla ilgili hazırlıklar yapmanız gerekiyor.
❖ Söylediklerini kabul etmek istemiyorsanız en etkin yöntem soru tekniklerini kullanmaktır.
❖ Yapılacak işlerin gözden geçirilmesini sağlamak için ek bilgi vermesini sağlayacak
sorulardan yararlanın.
❖ Çokbilmişlerin arasında uzman olmadıkları hâlde uzmanmış gibi konuşan, yarı-bilgili
hâllerinin kısmen farkında olan ve aldıkları yarım yamalak bilgileri aceleyle olayın
bütünüymüş gibi sunanlar da vardır.
❖ Bunlar karşısında da doğru olguları sanki başka bir seçenekmiş gibi mümkün olduğu kadar
tasvir edin